Gökhan Özcan: Gerçeği parçalayan yalanlar
Gürültü kelimeleri eziyor, anlamları bastırıyor. İhtiras samimiyeti kemirerek besleniyor, büyüyor, palazlanıyor. Yüksek sesle söylendiğinde kulağa masum gibi gelen yalanlar gerçeği parçalıyor. Hak edilmemiş övünçler havada asılı kalıp uzun zaman çınlamaya, bilinçleri sağır etmeye devam ediyor.
Dünyanın her tarafı sürekli baÅŸkalarına hararetle bir ÅŸeyler anlatmaya çalışan insanlarla dolu. Neredeyse hiç dinleyen, hiç anlamaya çalışan yok. Dinlemesi gerekenler de sürekli etrafındakilere bir ÅŸeyler anlatmaya çalışıyor çünkü. hayatlarımıza bir bakalım ÅŸöyle; bu kadar çok anlamış insan bulunma ihtimali var mı gerçekten bu gezegende?
Sürekli “Seni anlıyorum” deyip duruyordu karşısındakine biri. “Neyi anlıyorsun, beni daha ben bile anlamıyorum” diye susturdu onu nihayet karşısındaki.
Kabul edelim, lafını ettiÄŸimiz kadar iyilik yok hayatlarımızda, paylaşıp durduÄŸumuz kadar hikmet, havasını attığımız kadar bilgi, suyunu çıkarttığımız kadar sevgi yok! OlduÄŸumuzu göstermeye çalıştığımız kadar ‘özel’ insanlar deÄŸiliz, olamadık, olamıyoruz. Bizi oraya götürecek yolu bulamıyoruz, çünkü aslında aramıyoruz. Ä°çini dolduramadığımız ne varsa abanıyoruz bu yüzden üstüne. Sesimizi yükselterek sessizliÄŸin açığa çıkardığı ÅŸeyleri bastırmaya çalışıyoruz. Naylon ilgiler geliÅŸtiriyoruz durmadan, plastik hissiyatlar, tez zamanda buharlaşıp havaya karışacak duyarlılıklar... Çok olmak istiyoruz, çok görünmek istiyoruz ama az bile olamıyoruz. KaybettiÄŸimiz gerçeÄŸi bulamıyoruz.
“Ä°nsanların söylediklerini dinleriz, yazdıklarını okuruz, kanıtımız budur, doÄŸrulamamız budur. Ama eÄŸer yüz, konuÅŸan kiÅŸinin sözcükleriyle çeliÅŸiyorsa, yüzü sorgularız. Gözlerde kurnazca bir bakış, artan bir yüz kızarması, bir yüz kasının kontrol edilemeyen seÄŸirmesi ve sonra biliriz. Ä°ki yüzlülüÄŸü ya da sahte iddiayı tanırız. Gerçek önümüzde apaçık durmaktadır” diyor Julian Barnes, ‘Bir Son Duygusu’nda.
Sürekli bir ÅŸeyleri anlamsızca, gürültüye boÄŸarak, abartarak ve dolayısıyla içini boÅŸaltarak törenselleÅŸtiriyoruz. Bunu epeyce bir zamandır yapıyor olmalıyız ki, törenini düzenlemek için daha önce törenselleÅŸtirilmemiÅŸ bir ÅŸey bulmakta zorluk çeker hale geldik son zamanlarda. Biz görmeyi, kabul etmeyi, itiraf etmeyi hiç istemiyor olsak da; bu kadar çok, bu kadar cafcaflı, bu kadar ‘kesif’ bir törenselleÅŸtirme gayretinin altında yatan sebep belli aslında: Hayatımız bomboÅŸ! Bütün bu köpürtme gayreti o boÅŸluÄŸu doldurmak için!
“Zamanı geldiÄŸinde, uzun süredir giydiÄŸimiz ve bu yüzden vücudumuzun ÅŸeklini almış giysilerden kurtulmak ve bizi daima aynı yere götüren yolları unutmak zorunda kalacağız. Ve bu zaman geldiÄŸinde nehri geçmemiz gerekecek; bunu yapmaya cesaretimiz olmazsa sonsuza kadar kendi altımızda kalmış olacağız” diye yazmış Fernando Pessoa, ‘Anlamaktan Yoruldum’ kitabında.
AÄŸzından çıkan sözlerin yankısı dönüp kendisini bulmasın diye söylediÄŸi anda iki parmağıyla kulaklarını tıkıyordu. Kendi sesinden daha fazla ürküten bir ÅŸey yoktu onu.
Bir de ÅŸunu düÅŸünün; bir meselenin aslına aramaya çalışırken kendi asılsızlığının farkına varan biri ne hisseder?
Gürültü kelimeleri eziyor, anlamları bastırıyor. Ä°htiras samimiyeti kemirerek besleniyor, büyüyor, palazlanıyor. Yüksek sesle söylendiÄŸinde kulaÄŸa masum gibi gelen yalanlar gerçeÄŸi parçalıyor. Hak edilmemiÅŸ övünçler havada asılı kalıp uzun zaman çınlamaya, bilinçleri sağır etmeye devam ediyor. Duygular elden ele dolaÅŸmaktan yorgun düÅŸüyor, eskiyor, örseleniyor. Zifiri bir hayatsızlık, hayatın içini köÅŸe bucak ele geçiriyor, iÅŸgal ediyor.
“Birileri durmadan her ÅŸeyin yerini deÄŸiÅŸtiriyor sanki” dedi sıkıntıyla beyaz saçlı adam, “aradığın hiçbir ÅŸeyi yerinde bulamıyorsun!”
...
Ä°lgilisine küçük bir not: Yurtdışı
Türkler ve Akraba Topluluklar BaÅŸkanlığı’nın ‘Türk Diasporası Medya Ödülleri’ adı altında bir yarışma düzenlediÄŸini buradan duyurmuÅŸtum. YoÄŸun talepler üzerine yarışmanın baÅŸvuru tarihi bir ay ertelenerek 18 Eylül 2020 olarak güncellenmiÅŸtir.
YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.