İsmail Kılıçarslan: Biz yapamayız abi devri bitti; yapabiliriz !
İHA ve SİHA’ların seyrini ve o alandaki başarıyı hemen hepimiz biliyoruz. Bence bu gelişmeler neredeyse bir “devrim” niteliği de taşıyor. Çok uzun süredir, neredeyse 250 yıldır carî “yapamayız abi biz” kalıbından “daha ucuzunu, daha iyisini yaparız” zihniyetine ilerlemek az mesele değildir çünkü.
Geçtiğimiz hafta Başkan Erdoğan, kabinesinin iki yıllık değerlendirme toplantısını yaptığında “bunu yazmak gerek” dediğim hususun sanayi ve teknoloji olması benim için tuhaf aslında. “Tuhaf” diyorum zira ben sanayi denilen meseleden de teknoloji denilen meseleden de pek çakmam. Fakat Erdoğan’ın sunumunda açıkça gördük ki teknoloji ve sanayi alanlarında Türkiye, eşine az rastlanır bir hızla mesafe almış geride bıraktığımız iki yıl içerisinde. Kimsenin hakkını yemek istemem, ama okuduğum 40 sayfalık metinden anladığım şudur. Hâlihazırda “somut çıktı” bakımından da, “hız” bakımından da, “dünyayı yakalama” bakımından da en başarılı bakanlığımız “Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı”dır bence.
Dolayısıyla bu konuda kalem oynatmayı kendime ödev saydım.
İki tür gelişimden söz ediyoruz anladığım kadarıyla “teknolojik gelişme” derken. İlki, kendi yerli üretimimize ağırlık vererek “bağımlılık azaltmaya yönelik teknolojik hamleler.” Bu hamlelerin somut çıktılarını daha ziyade askeri teknoloji alanında görüyoruz elbette. Bu alanda şu anda Türkiye’de 60 milyar dolar toplam bütçeli 700 teknoloji projesi yürütülüyor.
İHA ve SİHA’ların seyrini ve o alandaki başarıyı hemen hepimiz biliyoruz. Ancak iş bununla sınırlı değil. Tanksavar füzesinden uydu gözetleme sistemine, amfibik hücum gemisinden denizaltıya kadar “yazılımları bütünüyle ülkemize ait, donanımları büyük oranda yerli askeri teknoloji” üretmeye devam ediyoruz.
İkinci gelişim sekmesi ise “daha uygun maliyetlerle ve daha iyisini kendimizin üreteceği teknolojik ürünler” sekmesi. Global pandemi sürecinde yerli solunum cihazımızı büyük bir hızla üretebilmemiz, elektrikli tren yapabilmemiz, hızla ilerleyen elektrikli otomobil ve yüksek hızlı tren projelerimiz gösteriyor ki doğru desteklerle ve koordinasyonla bu alanda Türkiye’nin eşsiz bir potansiyeli var. Tasarımı, yazılımı ve mali kaynağı tamamen “milli” olan uydumuz İmece’nin son testleri yapıldı mesela. Yakın zamanda gökyüzünde olacak. Diğer yandan 60 yıllık parantezimiz olan “yerli otomobil üretimi” meselesinde de sona doğru yaklaşıyor malum. “Elektrikli araç” konusunda dünyanın en önemli üreticilerinden biri Türkiye olacak.
Bence bu gelişmeler neredeyse bir “devrim” niteliği de taşıyor. Çok uzun süredir, neredeyse 250 yıldır carî “yapamayız abi biz” kalıbından “daha ucuzunu, daha iyisini yaparız” zihniyetine ilerlemek az mesele değildir çünkü. Potansiyelimize güvenimiz arttıkça bu gelişimin daha da hızlanacağını öngörmek mümkün. 12 ayrı noktada kurulan “özel endüstri bölgeleri”, “girişimcilik desteği” alarak kurulan 62 bin yeni işletme ile TÜBİTAK, KOSGEB ve kalkınma ajansları üzerinden verilen teknoloji ve endüstri destekleri doğrudan bu amaca hizmet ediyor.
Belki burada bir başka parantez daha açmak lazım… Çocuklara ya da gençlere teknoloji eğitimi vermenin kendine mahsus kuralları var. Sürekli “devinen” teknolojinin eğitiminin bu devinmeye uygun hale getirilmesi temel şart. Görülüyor ki Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımız bu eğitim işinin de üstesinden gelmiş durumda. Son iki yılda uluslararası bilim olimpiyatlarından 105 madalya ile dönen 79 gencimiz de bunun bir ispatı. Elbette bu 79 gencimiz tarlada yetişmedi. TÜBİTAK’ın çeşitli projelerle ulaştığı 7 milyon öğrenci, Deneyap Teknoloji Atölyelerinde yetişen binlerce çocuğumuz derken şu cümleyi rahatlıkla kurabileceğimiz bir yere ulaştık: “Bu alanda Türkiye’nin önü çok açık.”
Burada can sıkıcı bir psikolojik faktörden söz edelim… Memlekette bu potansiyele güvenmek yerine “ya yok abicim, adamları görmüyor musun, neler yapıyorlar” demeyi marifet sayan bir kitle var. Yahu, 250 yılın ihmalini biraz düzeltince askeri teknolojimiz şaha kalktı. Destek verilince teknoloji üretimimiz coştu. Teknofest’te gençlerimizin yaptıkları göğsümüzü kabarttı. O 250 yıllık mesafe, göreceksiniz, zannettiğimizden çok daha kısa sürede kapanacak. Yeter ki memlekete güvenelim.
Ve tabii bir parantez de donanımı, çalışkanlığı, sempatikliği ve sivil hareket edebilme kabiliyeti ile bu başarının en önemli mimarına, yani Mustafa Varank bakana açmak gerekiyor. Meselesine hakim, iletişim kabiliyeti yüksek, işinden başkaca derdi olmayan bir profil çiziyor Mustafa Varank. O sayede de teknolojiden hiç çakmayan bir adam olan bana bile “Başkanlık kabinesinin 2 yıllık performans sunumunda en başarılı yer sanayi ve teknoloji” dedirtebiliyor işte.
Son söz: Potansiyelimize güvenerek, kaybettiğimiz asırların acısını çıkartacak kadar çok çalışarak ve inanarak başaracağız, başarmak zorundayız. Sıkışan dünyada ayakta kalmanın başka yolu görünmüyor çünkü.
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.