Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Yakınlaşmak için İsmail'inden vazgeçebilir misin?

En sevdiğimizin o kesilen hayvan olmadığı kesin, o zaman iki ihtimal var: Ya en sevdiğimiz şey o hayvanı edinebilmek için harcadığımız malımız. Ya da Allah o hayvan üzerinden derin yolculuklara çıkmamızı istiyor.



Şimdi size dünyanın en eski cinayet hikâyesini anlatacağım… İlk kan, ilk ihanet, ilk katl. İlk insanlar, yani Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın çocukları birbiriyle evlenirmiş; fakat ikizlerin evliliği yasak olduğundan, bir ikizin kızı ancak diğerinin erkeğiyle evlenebilirmiş. Evlilik çağına geldiklerinde Hz. Âdem Hâbil’in ikizi Lebûda’yı Kābil’le, Kābil’in ikizi Aklîmâ’yı da Hâbil’le evlendirme hususunda Allah’tan emir almış. Ancak Aklîmâ çok güzelmiş, bu duruma Kabil itiraz etmiş. Zaten laf aramızda, huysuzun tekiymiş.

Peygamber babaları tabii Allah’a yakın, çözümü şöyle bulmuş: Her ikisi de Allah’a kurban takdim edecekler, hangisinin kurbanı kabul edilirse onun istediğinin olacakmış.

Hikâyenin kalanını biliyorsunuz, çiftçi olan Kabil ürünlerinin en kötüsünden az bir miktar kurban ediyor, Habil ise sürüsünün en iyilerinden besili bir koç ile süt ve yağ.

Ve Allah elbette Habil’in kurbanını kabul ediyor, Kabil bunu kaldıramıyor, Habil’i öldürüyor ve kalan ömrü boyunca bir yandan ıstırap çekiyor, bir yandan şeytanın ilk oyuncağı olmaya devam ediyor.

Ve derler ki o günden başlayarak kıyamete kadar işlenen her cinayetten Kabil günah payını alıyor.

Matematik aynı

Şimdi siz ister Pınar Gültekin’in katlini bağlayın buna, ister George Floyd’un katlini. İster Arakan’ı bağlayın ister Gazze’yi. Matematik aynı.

İnsanların hırsları ve şeytanın cazibesi var.

Kıymetlisinden vazgeçemeyen zayıf insan zamanla kendi kendinin kurbanı oluyor.

Hadi hazır ilk insandan başlamışken biraz kurban tarihi konuşalım.

Amerika’dan başlayalım mı?

Güney Amerika toplumlarında insanın kurban edilmesi bir klişe.

Aramızda Mel Gibson’ın efsane filmi Apocalypto’yu izlemeyen yoktur tahminen. Yok, öyle çok eski değil, 1500’lerin Meksika’sında geçiyor film.

Hatırlayın binlerce insanın Tanrı’ya kurban edildiği sahneleri.

Güneş ve yağmur tanrılarının şefkatini kazanmak için 4 –7 yaşları arasındaki çocukları boğazlarını keserek kurban ediyorlar.

İster inanın ister inanmayın, 1487 yılında Mayor Tapınağı’nın açılışında 20 bin kişinin sunaklarda kurban edilmesi tam dört gün dört gece sürmüş.

Hadi ordan, ötekileştirmeyin hemen, Anadolu toprakları ne kadar çok insanın kanıyla sulanmış biliyor musunuz binlerce yıl?

Fenikeliler ve Frigyalılar yılın ilk çocuğunu, gelecek yıl ürünün daha bereketli olması için kurban ediyormuş mesela. Zaten savaşa giderken, zafer kazanmak için çok sayıda çocuğun kurban edilmesi bilindik hikâye. O zamanlar bu âdet Doğu Akdeniz’in her tarafında yaygın. Kendimi o dönemde bir annenin yerine koyamıyorum bile…

Roma Senatosu M.Ö. 97 yılında yasaklayana değin Roma İmparatorluğu’nda insanlar kurban edilmeye devam edilmiş. İran’da Zerdüşt’ten önce kötülüklerin tanrısı Ehrimen’in yardımcısı olan şeytanları yatıştırmak üzere kurbanlar kesilirmiş. Çin’de insan kurbanına Konfüçyüs’le birlikte son verilmiş, Japon dini Şintoizm’de ise erken dönemlerde uygulanan insan kurbanlarının yerini çok sonradan hayvan kurbanları almış.

Afrika’yı zaten yamyam biliyor dünya… Gerçekten de Asantiler, Taze Yam Şenliği’nde, genellikle suçluları ve köleleri kurban ederlermiş. Togo ile Nijerya arasında yaşayan Fonlar, krallarının ölümü dolayısıyla çok gösterişli insan kurban etme törenleri düzenlerlermiş.

Hindistan’da kurban

Bırakın, şimdi kurban yüzünden kıyameti koparan Eski Hindistan’da bile kurban ana ibadetlerdenmiş. Kurban kesilmediği takdirde, ölenlerin korkunç devlerin arasında ıstırap içinde kalacaklarına inanılırmış. Ta ki yaşanan yoğun bir kuraklıktan sonra, önce hayvan kurbanı, sonra da çeşitli sosyo-ekonomik nedenlerle sığır eti Hindistan’da toptan yasaklanana kadar.

Bize gelince... Türk toplulukları arasında da kurban İslamlaşmadan önce ve sonra kültürümüzün ana unsurlarından birisi olmuş hep. Neyse ki kurbanın hası at. Kurban olarak kesilen atın kafatasının bir sırık üzerine asılması adetten.

İslam öncesi Araplar da en önemli putlardan Uzza’ya oğlan, kız ve esirleri kurban etmişler yüzyıllarca. Ta ki İslam gelip kurbanı özüne, yani belli başlı hayvanların, temiz ve usülünce kesilip fakir fukara ile paylaşılmasına dönüştürene kadar… Belki böyle düşününce kurbanın bayram olarak kutlanması biraz daha anlamlanır gözümüzde.

Neden kurban ediyoruz?

Peki, neden bütün bu insanlar bir şeyleri kurban etme ihtiyacı hissediyorlar?

Bazen krallar, en sevdikleri oğullarını, bazen halk, en sevdikleri krallarını.

Hz. İbrahim neden en sevdiceği oğlunu kurban etmek istedi sizce?

Allah’ın rızasını, kendine en sevgili olanı O’nun için feda ederek, yani öldürerek kazanmayı ummak, o en sevgiliyi yaratanın, yarattığının ölmesiyle sevildiğine ikna olacağını düşünmek garip geliyor modern insanın kulağına değil mi?

Hele de şu an, milyonlarca insan, hiç görmediği kurbanını, hiç görmediği coğrafyalarda, hiç görmediği insanlara emanet ederek kestirip, hiç görmediği insanlarla paylaşırken. Gerçekten hissediyor mu bu insanlar İbrahim’in hissettiklerini, kurbanın ruhunu?

Din bir semboller bütünü

Ne Arafat’ta şeytan taşlayınca gerçekte şeytanın canını acıtmış oluyoruz, ne namazda eğilip kalkınca gerçekte Allah’ın kudreti karşısında acizliğimizin farkına varıyoruz.

Üzerine düşünmedikçe imanımız da, ibadetlerimiz de manadan eksik kalacak.

Hadi o zaman biraz düşünelim…

“İsmail’imiz kim? Veya ne? Makamımız mı? Onurumuz mu? Mevkimiz mi? Statümüz mü? Mesleğimiz mi? Paramız mı? Evimiz mi? Bağımız mı? Otomobilimiz mi? Maşukumuz mu? Ailemiz mi? İlmimiz mi? Rütbemiz mi? Sanat ve maharetimiz mi? Ruhaniyetimiz mi? Âlimliğimiz mi? Elbisemiz mi? Adımız mı? Nâmımız mı? Şöhretimiz mi? Ruhumuz mu? Gençliğimiz mi? Güzelliğimiz mi?” (Ali Şeriati, Hacc)

En sevdiğimiz ne?

En sevdiğimizin o kesilen hayvan olmadığı kesin, o zaman iki ihtimal var: Ya en sevdiğimiz şey o hayvanı edinebilmek için harcadığımız malımız. Ya da Allah o hayvan üzerinden derin yolculuklara çıkmamızı istiyor.

Bizi ve malımızı Yaradan Allah yarattığı tüm malları çok iyi tanıyor elbette.

Ne kanlar ne etler ona gidecek değil.

Ama tefekkür etmemizi istiyor.

Kurbanı hissetmemizi…

Bizi İblis’in oyuncağı haline getiren, vazgeçemediklerimiz üzerine düşünmemizi. Düşündükten ve İsmail’imizi bulduktan sonra vazgeçebilme aşaması geliyor ki asıl zor olan o.

Oysa şüphe yok ki vazgeçtikçe yakınlaşacağız Allah’a…

Çünkü kurban yakınlaşmak demek.

Zanzibar’a gönüllü olarak gelecekleri seyahatlerinden önce bir manifesto ile hazırlıyoruz Afrika’ya. Diyoruz ki:

“Burada internet kullanımını indirebildiğin kadar en aza indireceksin, akıllı ol, zaten oldukça kısıtlı olan boş zamanlarını başkalarına değil kendine kullan.

Mümkün olduğunca az kıyafet ve aksesuarla gel, burada Afrikalı gibi yaşamaya çalış, çıplak ayak dolaş, yıkanırken sıcak su kullanma. Konforu yeniden tanımla.

Temiz yatak, cibinlik, sıcak su ve iki öğün yemek gibi asgari ihtiyaçlarını karşılayacağımız için ne kadar şükretsen az. Bunun Afrika’da büyük lüks olduğunu unutma.

Odalarımız üç kişilik. Paylaşmak güzel şey.

Buraya gelmeden önce hayvanlarla ve doğayla barış. Kapıyı pencereyi açık tutarsan gece hayvan dostlarımız misafirin olabilir. Çok düzenli, otomatik ve planlı bir yaşamı unut. Yaratanın planına saygı göster.

Yaradılışının, zamanın ve mekânın ruhunu hisset, kendini Afrika’nın ritmine bırak, dinginleş, yavaşla.

Korkma, her şey olması gerektiği gibi!” Bu manifestoya coşkuyla alkış tutan, “tabii ki, dünden hazırız!” diyerek gelip özellikle ilk günlerde zorlanan pek çok gönüllümüz oluyor.

Kolay vazgeçemeyen.

Hadi tekrar kurbana dönelim.

Bizim için kurban birçok anlamda duygusal bir ibadet.

Birçok kurban organizasyonu düzenleyen kurumdan farklı olarak biz Afrika’da yerleşiğiz ve sadece Kurban bayramında değil tüm yıl boyunca kurban kesiyoruz.

Kimin hastası olsa, bebeği doğsa, ev araba alsa, kaza geçirse, kötü rüya görse, çok sevinse çok üzülse bizi buluyor. Her şeyden haberimiz oluyor.

Bu süreçlerde binlerce kilometre öteden de olsa birlikte ağlaştığımız da oluyor, gülüştüğümüz de.

Millet olarak kurbana gerçekten büyük önem atfediyoruz, maddi durumunun pek de yerinde olmadığını bildiğimiz arkadaşlarımız bile her fırsatta kurban yolluyor. Ayrıca her ne kadar bir sosyal girişim olduğumuzu söylesek de pek çok vakıf gibi biz de kurban bayramında kendimizi toparlıyoruz, yani kurbanınız et olarak on binlerce insanla paylaşılmakla kalmıyor, organizasyondan arta kalan bağış yıl boyunca pek çok projemize can suyu oluyor.

Yakınlaşmak için

Dolayısıyla onlarca köydeki binlerce kişiyle birlikte dört gözle bekliyoruz bayramı her sene.

Ama sanmayın ki et için. Değil.

Zanzibar’da açlıktan kırılmıyor insanlar. Balık var bir şey olmazsa...

Ama nasıl olduysa Zanzibarlıların kafasına yer etti bizim Ramazan’da ve Kurban’da muhakkak o köyün meydanında belireceğimiz, o muz yapraklarına sarılı kurbanları paylaşacağımız…

Resmen bir bayram rutini halini aldı.

Zilhicce gelince Müftülük ’ün de köylünün de aklına Türkler geliyor.

Diyeceğimiz şu…

O ki hiç yapmadık, yine yapmayacağız, kurbanı ajitasyona dönüştürmeyeceğiz.

İnsanlar yılda sadece bir kere et yiyor, bir sonraki kurbana kadar kurutup kurutup kullanıyor falan demeyeceğiz.

O ki kurban et değil, hatta paylaşmak bile değil,

Kurban yakınlaşmak...

O ki İslam’ın en güzel yanı tüm ibadetlerin gelip gelip yoksula dayanması…

Ve o ki kurbanla yoksulun sofrasına ve sevincine ortak olmak dünyanın en olağan işi.

Hadi o zaman; sevincimiz ortak, bayramımız kutlu, kurbanımız makbul olsun. Amin.

 

Müellif: Dr. Hatice Çolak / Kaynak: Star-Açık Görüş

 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.