Özel / Analiz Haber
Prof. Dr. Mehmet Görmez: Ayasofya ve İslam medeniyetinde mabet hukuku
Tarih boyunca diğer mabetlerimizde olduğu gibi Ayasofya’nın da sadece engin gönüllü müminler için değil, Ayasofya’dan Allah’a bir yol bulmayı murat eden herkesin ziyareti için kapılarını sonuna kadar açık tutacağı muhakkaktır.
Prof. Dr. Mehmet Görmez’in sohbetinin tam metni:
Bismillâh.
Elhamdüli’llâh.
Ve’s-Selâmualâ Resûlillâh.
Çok kıymetli kardeÅŸlerim
Öncelikle hepinizi selamlıyorum. Ayasofya hem insanlık tarihi hem din ve medeniyetler tarihi hem de Ä°slam ve Türk tarihi açısından ihtiÅŸamlı bir geçmiÅŸe sahiptir. Bu sebeple 86 yıllık bir fasıladan sonra yeniden asli mahiyetine kavuÅŸması, müminlerin secdeleriyle buluÅŸması, beklendiÄŸi gibi doÄŸusuyla batısıyla bütün dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Uluslararası kuruluÅŸlar, siyasi kurumlar, dinî müesseseler ayrı ayrı tepkiler gösterdiler. Siyasi açıklamalar bahs-i diÄŸer olduÄŸu için üzerinde durmak istemiyorum.
Bilhassa dinî müesseseler hem Ortodoks dünyası hem Katolik dünyası kendi zaviyelerinden konuyu ele aldılar: Ortodoks dünyasının öncülerinden bazıları bunu Orta ÇaÄŸ’a dönüÅŸ olarak nitelendirirken bazıları ise DoÄŸu ile Batı arasında yeni bir kavganın baÅŸlangıcı olarak tarif etti. Bazıları da bunun din özgürlüÄŸüne aykırı olduÄŸunu ifade etti.
Katoliklerin ruhani lideri Papa Francisise, 12 Temmuz’daki Pazar Ayininde “Deniz aklımı uzaklara götürüyor, Ä°stanbul’a. Ayasofya’yı düÅŸünüyorum ve büyük acı duyuyorum.” dedi. Bunların yanı sıra az da olsa saÄŸduyulu açıklamalar olmadı deÄŸil.
Bu tepkiler karşısında sormadan edemiyoruz. Orta ÇaÄŸ’ın kapanıp yeni bir çağın açılışına vesile olan Ayasofya’nın beÅŸ yüz yıllık bir Ä°slam mabedi olarak asli mahiyetine kavuÅŸması neden Orta ÇaÄŸ’a dönüÅŸ olarak algılanıyor?
Ä°çinde Allah’a ibadet edilmesi neden DoÄŸu ile Batı arasında yeni bir kavganın sebebi kabul edilmek isteniyor? Müzeden tekrar ibadethaneye dönüÅŸtürülmesi neden din özgürlüÄŸüne zarar versin ki? MuhteÅŸem Ayasofya’nın ayaklarla çiÄŸnenen bir turizm nesnesi olmaktan çıkarılıp müminlerin pak alınlarını zemininde secdeye koydukları bir ibadethaneye yeniden dönüÅŸmesi Papa Francis’e neden acı veriyor ki?
Kaldı ki bugün gerçekleÅŸen, beÅŸ asırdır cami olan bir mabedin müzeye çevrilmesi kararından sarf-ı nazar etmekten baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Bu açıdan bakıldığında Batı’dan gelen açıklamaların, itirazların aslında izahı yoktur. Fakat açıklama sahiplerinin durdukları zaviye dikkate alındığında meseleyi bir dereceye kadar anlamak mümkündür. Ancak anlamakta zorluk çektiÄŸimiz, her ne surette olursa olsun aklımızın almadığı bir husus var; o da ÅŸu: Batı’dan daha vahim tepkilerin Ä°slam dünyasından sudûr etmesi.
Ä°ÅŸte bunu anlamak mümkün deÄŸil. Daha garibi ise söz konusu açıklamaların siyaset kurumlarından deÄŸil, din adamlarından, ilim müesseselerinden yapılmış olmasıdır. Hatta asıl içler acısı olan ise siyasilerin kendi siyasi ve tarihî endiÅŸelerini ve önyargılı görüÅŸlerini birtakım ilim adamlarına söyletmiÅŸ olmalarıdır. Bilhassa tarih boyunca ilmin minberi olan Ezher Ulemasının açıklamaları, beyanları, Ä°slam dünyasında bilgi, güç ve iktidar arasındaki yaman iliÅŸkiye ilmin izzeti ve haysiyeti noktasında vardığımız yeri göstermesi bakımından çok vahimdir. Hele bazı Ezher hocalarının Ayasofya’yı gasp edilmiÅŸ bir mabet olarak telakki edip “Gasp edilen mabette namaz kılmak caiz deÄŸildir.” gibi asgari tarihî, dinî, kültürel bilgiden yoksun cahilane cümleler sarf etmesi vahametin boyutunu gözler önüne sermiÅŸtir.
Ä°ÅŸte tüm bu sebeplerden dolayı bu tartışmalarla ilgili DoÄŸu’dan ve Batı’dan gelen bazı sorulara cevap için bugünkü dersimizde Ä°slam medeniyetinde mabet hukuku(1) ve bu hukukun ilke, prensip ve kuralları üzerinde durmaya çalışacağım.
Ä°slam'da Mabet Hukuku
DeÄŸerli KardeÅŸlerim, Mabet hukuku, Ä°slam’a mahsus, dinimizin yüz akı hakikatlerinden biridir. Bu hukukun en temel prensibi, medeniyetimizde mabet masuniyeti olarak ifadesini bulan mabet dokunulmazlığıdır. Zaman zaman yöneticilerden kaynaklanan farklı tasarruflar olsa da Ä°slam medeniyeti diÄŸer pek çok medeniyetin aksine zorunlu hâller dışında baÅŸka dinlerin mabetlerine asla dokunmamıştır. Müslümanlar ister barış isterse savaÅŸ durumu olsun varılan antlaÅŸmalar gereÄŸi, bir hukuk çerçevesinde mabet dokunulmazlığını güvence altına almış, onlara süreklilik kazandırmış ve her inanç mensubunun kendi ibadetini özgürce yerine getirmesini saÄŸlamıştır.
Åžüphesiz bazen halkların Ä°slamlaÅŸmasıyla birlikte, kimi zaman toplu yer deÄŸiÅŸtirmelere baÄŸlı olarak bazen de istisnai yanlış uygulamalar neticesinde yıkılan, harabeye dönen yahut zorunlu olarak camiye, mescide çevrilen mabetler de olmuÅŸtur. Ancak aradan on dört asır geçtiÄŸi hâlde bugün Ä°slam ÅŸehirlerinde varlıklarını devam ettiren binlerce kilise, manastır, sinagog, havra vb. mabetler Ä°slam medeniyetinin mabet dokunulmazlığıyla temayüz etmiÅŸ hukukunun canlı ÅŸahitleri olarak karşımızda duruyor.
Sekiz asırlık Endülüs medeniyetinin kayıplarını düÅŸündüÄŸümüzde bu hakikat daha çarpıcı bir ÅŸekilde ortaya çıkacaktır. Bu açıdan Ä°slam fetihlerini Haçlı Ä°ÅŸgalleri ve MoÄŸol Ä°stilaları ile mukayese etmek büyük bir insafsızlık olur.
Kur’an-ı Kerim, herhangi bir mabedin yıkılmasının murad-ı ilahîye aykırı olduÄŸunu açıkça bildirmiÅŸtir. Bir ayette diÄŸer dinlerin mabetlerinin isimlerini de zikrederek bu hakikati ÅŸöyle ifade eder:
EÄŸer Allah, insanların bir kısmıyla diÄŸer kısmını engellemeseydi, manastırlar, havralar, kiliseler, mabetler ve içinde Allah’ın adının çokça anıldığı mescitler yıkılır giderdi.(2)
Resul-i Ekrem de Kur’an’ın ışığında mabet hukukunu bizzat uygulamış, sahabesine tatbik ettirmiÅŸtir. Allah Resulü’nün, Necran Hıristiyanlarıyla yaptığı antlaÅŸma, mabet hukukunun ilk tatbikatındandır. Resulullah, yaptığı antlaÅŸmada Necranlılara kiliselerinin, manastırlarının ve ruhbanlık merkezlerinin korunması teminatını vermiÅŸ, ibadet usûl ve esaslarında tam bir özgürlük tanımıştır.(3)
Hayber’i savaÅŸ marifetiyle fethetmesine raÄŸmen Yahudilerin ibadet yerlerine dokunmamıştır. SavaÅŸa çıkan ordusuna baÅŸka din mensuplarının mabetlerini yakmayacak, tahrip etmeyeceksiniz, mabetlerde ibadete çekilen rahiplere dokunmayacaksınız emrini vermiÅŸtir.
DeÄŸerli KardeÅŸlerim, Mabet hukukunun Resulullah’tan sonra en güzel tatbikatını, büyük fetihlerin yaÅŸandığı Hz. Ömer döneminde görmekteyiz. Hz. Ömer, Kudüs’ü barış yoluyla fethettiÄŸi için Kıyame Kilisesini, bırakın camiye dönüÅŸtürmeyi “Burada namaz kılarsam benden sonra Müslümanlar burayı camiye çevirirler.” diyerek içerisinde namaz dahi kılmamıştır. Aynı Ömer, savaÅŸla fethedilen Åžam, Irak, Ä°ran gibi diÄŸer bölgelerde ise ÅŸehrin en büyük sembolik mabedini camiye çevirmekten çekinmemiÅŸtir. Mabet dokunulmazlığını en hassas biçimde uygulamış; Åžam’ın doÄŸu cephesi savaÅŸla, batı cephesi ise barış yoluyla fethedildiÄŸi için Hz. Yahya adına inÅŸa edilen Aziz Yuhanna Kilisesinin doÄŸu yarısını cami, batı yarısını ise kilise olarak müÅŸterek kullanıma açmıştır.
Muaviye halife olunca Yuhanna Kilisesini camiye çevirmek istemiÅŸ, Hıristiyanların itirazı üzerine vazgeçmiÅŸtir. Abdülmelik b. Mervan bunun için Hıristiyanlara çok para teklif etmiÅŸ, ancak 14 kiliseleri olmasına raÄŸmen yine de bu teklifi kabul edilmemiÅŸtir. Daha sonra Halife Velid, kiliseyi zorla yıktırıp camiye katmıştır. Ömer b. Abdülaziz halife olunca Hıristiyanların talebi üzerine Ä°slam medeniyetinin mabet hukukunu iÅŸletmiÅŸ ve camiye katılan kiliselerini tekrar Hıristiyanlara iade etmiÅŸtir.
Kıymetli KardeÅŸlerim, Ä°slam düÅŸüncesinde farklı ekoller, çeÅŸitli yorumlar bulunsa da Ä°slam fıkıh mektepleri, Kur’an ve sünnetin belirlediÄŸi hukuk çerçevesinde mabetlerin dokunulmazlığında ittifak etmiÅŸ; onların korunması ve yeniden imarı konusunda fikir birliÄŸi içinde olmuÅŸlardır.Abbasi Halifesi Harun ReÅŸit, kadısı Ebu Yusuf’a zimmilere ait kilise ve havraların durumunu sorduÄŸunda Ebu Yusuf, Hulefa-i RaÅŸidin Döneminden verdiÄŸi örneklerle mabet dokunulmazlığının esas olduÄŸuna dair görüÅŸ bildirmiÅŸtir.(4)
DeÄŸerli KardeÅŸlerim, Mabet hukukumuzda barış yoluyla fethedilen yerlerdeki ibadethaneler dokunulmazdır. Bunun hiçbir istisnası yoktur. Bu nedenle Müslümanlar barış yoluyla fethettikleri yerlerdeki mabetlerin hiçbirisine dokunmamıştır. SavaÅŸ marifetiyle fethedilen yerlerdeki ibadet mekânları da dokunulmaz olmakla birlikte bunlarla ilgili uygulamalarda bazı farklılıklar söz konusu olmuÅŸtur. Buna göre savaÅŸla fethedilen ÅŸehrin sembolü niteliÄŸindeki en büyük mabedin gerek dinî ve idari ihtiyaçlar gözetilerek gerekse de egemenlik sembolü olarak camiye dönüÅŸtürülmesi, bir kural olarak benimsenmiÅŸtir.
Åžam Ümeyye Cami, Kurtuba Ulu Cami ve Ayasofya Cami bunun en önemli örnekleridir. Müslümanlar savaÅŸ marifetiyle fethettikleri yerlerde bu kurala uymaya azami dikkat göstermiÅŸtir. Mesela az önce de ifade edildiÄŸi gibi Åžam’ı savaÅŸarak fethettiklerinde var olan 14 kiliseden sadece sembolik olarak Yuhanna Kilisesini camiye çevirmiÅŸler, diÄŸerlerine dokunmamışlardır.
Åžam Ümeyye Camii
Burada altı çizilmesi gereken önemli olan husus ÅŸudur: Camiye dönüÅŸtürme iÅŸlemi, zannedildiÄŸi gibi ‘kılÄ±ç’ ile deÄŸil, ‘hukuk’ ve karşılıklı antlaÅŸma ile yapılmıştır. Medyada konuÅŸulup tartışıldığı gibi Ä°slam fıkhında ‘kılıç hakkı’ diye bir ÅŸey yoktur. Müslümanlar fethettikleri yerlerde mabetlerin camiye dönüÅŸtürülme iÅŸlemini mutlak surette yapılan antlaÅŸmalara kaydederek, bu iÅŸlemi zorbalıkla deÄŸil, hukuk yoluyla gerçekleÅŸtirmiÅŸlerdir.
DeÄŸerli KardeÅŸlerim,Müslümanlar, idaresi altındaki mabetlere sadece dokunulmazlık tanımamıştır. Aynı zamanda bu mekânların muhafazasına büyük bir önem vermiÅŸtir. Mimarisine zorunlu olmadıkça müdahale etmemiÅŸ, tezyinatını korumaya büyük bir özen göstermiÅŸ, onarımı için devlet hazinesinden yardımlar yapmıştır.
Mesela camiye dönüÅŸtürülen mabetlerin kıbleye tahvili gibi mühim mevzuda bile zaruret miktarınca mimari müdahalede bulunulmuÅŸtur. Sa’d b. Ebi Vakkas, Hicret’in ilk yıllarında Medain’i fethettiÄŸinde Kisra’nın Sarayını camiye çevirmiÅŸ, fakat içindeki alçıdan yapılma figürlere dokunmamıştır. Hatta bunlar iki asır sonra bile sapasaÄŸlam durabilmiÅŸtir.
Ä°ran’da Ä°stahr’da bir ateÅŸ tapınağı camiye çevrilmiÅŸ, fakat sütunlardaki figürlere müdahale edilmemiÅŸtir. Tıpkı Ayasofya’nın kıble cihetindeki bir iki figür hariç hiçbirine bugüne kadar dokunulmadığı gibi.
Kisra'nın Sarayı
Müslümanların kurduÄŸu Fustat, Basra, BaÄŸdat gibi ÅŸehirlerde gayrimüslim tebaa için ibadethaneler yapılmıştır. Urfa Kilisesi Hıristiyanların talebi üzerine Emevi yönetimi tarafından onarılmıştır. Abbasi halifeleri Harun ReÅŸit ve Emin zamanında birçok kilisenin inÅŸası desteklenmiÅŸ ve birçoÄŸu da tamir edilmiÅŸtir.
Aziz KardeÅŸlerim, Ayasofya’ya gelince…
Kadim tarihine raÄŸmen ilk günkü gibi ayakta duran Ayasofya, Hz. Peygamber’den Ä°stanbul’un fethine kadar Ä°slam medeniyetinin, Ä°slam fıkhının mabet hukukuna dair inÅŸa ettiÄŸi ilke ve prensiplerinin en iyi tatbik edildiÄŸi benzersiz örneÄŸidir. Bir medeniyetin baÅŸka bir medeniyetten miras aldığı bir mabedin nasıl korunacağının en güzel misalidir.
Eldeki tarihî bilgiler, bu kadim mabedin, ilk banileri tarafından, içinde kâinatı yoktan var eden ve tek olan Allah’a ibadet gayesiyle bir tevhit mabedi olarak inÅŸa edildiÄŸini ittifakla kaydetmektedir. Esasen bu ulvi gaye, Feth-i Mübîni, Peygamber müjdesine nail olma ÅŸerefiyle gerçekleÅŸtirme bahtiyarlığına eriÅŸen Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te Ä°stanbul’u fethiyle birlikte hiçbir aksamaya meydan vermeksizin geçtiÄŸimiz yüz yılın baÅŸlarına kadar kesintisiz bir ÅŸekilde devam etmiÅŸtir.
Nur Suresi 35. Ayet. Hat, Sultan Abdülmecid döneminde Hattat Kadıasker Mustafa Ä°zzet Efendi tarafından hazırlanmış olan Ayasofya’nın kubbesindeki hat: ''Allah göklerin ve yerin nurudur'' ayet-i kerimesi.
Fatih Sultan Mehmet, Ä°stanbul’un Fethinden hemen sonra yayınladığı Emanname/Ahitname ile Ä°stanbul’da yaÅŸayan bütün gayrimüslimleri inançlarında, ibadetlerinde ve yaÅŸantılarında hür bırakmış; “kendimizi korur gibi sizleri de koruyacağız” diyerek ibadethaneleri baÅŸta olmak üzere her türlü̈ can ve mal emniyetlerini koruma altına almıştır. Ancak bir istisna olarak yukarıda zikredilen ulvi gayeye istinaden Ayasofya’yı camiye çevirerek onun kıyamete kadar bir Ä°slam mabedi sıfatıyla varlığını sürdürmesi kayd u ÅŸartıyla vakfedip Ä°slam ümmetine emanet etmiÅŸtir.
Vakıf hukuku evrenseldir; eskisi yenisi, Osmanlı’sı Cumhuriyet’i yoktur. Fetih öncesi zamanlarda yer yer bizzat kendi inananları tarafından ağır tahrip ve yıkımlara maruz bırakılmasının aksine bu eÅŸsiz mabet daima milletimiz tarafından yüksek bir itina ile korumaya alınmış; isminin bile deÄŸiÅŸtirilmesine ihtiyaç duyulmamıştır. Mimar Sinan tarafından tevhidin simgesi olarak ilave edilen minareleri ve yüz yıllar boyunca müminlerin Rahmân ve Rahim olan Allah’a yaptıkları secdelerle ilk banilerinin ulvi gayelerini berhayat kılan mabet özelliÄŸinin devamlılığı saÄŸlanmıştır.
EÅŸsiz mimarisine yüksek ihtimam gösterilmiÅŸ; kıble cihetindeki bir iki figür hariç içindeki fresklere, kabartmalara, mozaiklere, portrelere modern zamanlara kadar hiçbir müdahalede bulunulmamıştır. Kadızadeliler Hareketine kadar tartışma konusu dahi olmamıştır. Evliya Çelebi, asırlar sonra Seyahatnâme’sinde Ayasofya’daki her figürü ve resmi bizzat müÅŸahede ederek detaylı bir ÅŸekilde tasvir etmiÅŸtir. Tamiratında sanat ve tarihî özelliklerine uygun nitelikte malzemeler kullanılmış, bu tamiratları devrin en önemli mimarları yönetmiÅŸtir.
Ayasofya, içinde ibadet edilen bir mabet olmanın ötesinde, fıkıhtan kelama, matematikten astronomiye kadar pek çok alanda etrafında ilim müesseseleri inÅŸa edilmiÅŸtir. Öyle ki devrinin en önemli kütüphanesiyle isminin (Hagia Sophia) hakkını verircesine ilahî bilgeliÄŸin tahsil edildiÄŸi bir ilim ve hikmet külliyesi olarak 1934’e kadar beÅŸ asır boyunca varlığını devam ettirmiÅŸtir. Çevresindeki imarethane, aÅŸhane, han, hamam, sebil gibi kendi çağının gerektirdiÄŸi önemli müÅŸtemilatıyla da asırlarca insanlığa hizmet vermiÅŸtir.
Cumhuriyet döneminde ise Ayasofya, 1934’te, önce tamirat gerekçesiyle ibadete kapatılmış, daha sonra ise alınan bir kararla müzeye dönüştürülmüştür. O günden bugüne hem mabet masuniyetine hem tarihsel müktesebata hem de vakıf geleneÄŸimize aykırı bir ÅŸekilde iÅŸleyen bu durum Ä°slam ümmeti nezdinde büyük bir burukluÄŸa yol açmış, yaÅŸanılan hayal kırıklığı ümmette giderek geniÅŸleyen bir huzursuzluÄŸun kaynağı olmuÅŸtur.
Ayasofya’nın ibadete açılıp açılmaması hususunun, çeÅŸitli mahfillerde zaman zaman Ülkemiz adına bir bağımsızlık ve özgürlük, hatta bir vesayet konusu olarak takdim edilmesi ise daima bir ukdeye dönüÅŸmüÅŸ ve baÅŸta milletimiz olmak üzere ümmetin her ferdini derinden yaralamıştır. Nihayet; Ayasofya, açılma kararı alındığı andan itibaren batı muhitlerinde yazılıp çizildiÄŸi gibi, kiliseden camiye deÄŸil, beÅŸ asırlık bir cami iken çevrildiÄŸi müzeden asli hüviyeti olan camiye yeniden dönüÅŸtürülmüÅŸtür. Özellikle bu hususa dikkat etmek gerekir. Zira Ayasofya, oluÅŸturulmak istenen algının aksine, içinde ibadet edilen bir kiliseden camiye dönüÅŸtürülmemiÅŸtir. Binaenaleyh Ayasofya’nın bir Ä°slam mabedi sıfatıyla yeniden ibadete açılmasını küresel ölçekte sınır tanımaz bir gerilim edebiyatının parçası olarak ele almak ve bu masum ve haklı talepleri muhtemel bir dinler ve medeniyetler arası çatışmanın iÅŸareti olarak kodlamak son derece yanlıştır. Bu husus tarih boyunca tüm dinlere her zaman özgürleÅŸtirici alanlar açmakta zorlanmamış bir medeniyetin müntesipleri tarafından ibretle karşılanmaktadır.
Seksen altı yıl milletten mahrum edilmiÅŸ bir mabedin kesintiye uÄŸramış tatsız bir süreçten sonra bugün kapılarını tekrar müminlere açması karşısında bütün ümmetin duyduÄŸu sevinç ve coÅŸku, baÅŸlı başına heyecan vericidir. Farklı siyasi eÄŸilim, meÅŸrep ve ekollerin Ayasofya söz konusu olduÄŸunda ortaya koydukları bütünlük bu tarihsel gecikmenin giderilmesi konusunda atılan adımların ne kadar isabetli olduÄŸunu bir kez daha ortaya koymuÅŸtur. Tarih boyunca diÄŸer mabetlerimizde olduÄŸu gibi Ayasofya’nın da sadece engin gönüllü müminler için deÄŸil, Ayasofya’dan Allah’a bir yol bulmayı murat eden herkesin ziyareti için kapılarını sonuna kadar açık tutacağı muhakkaktır.
Ayasofya’ya yüksek bir maneviyata geçit bulmak için ziyaret edenlere ev sahipliÄŸi yapanlar, uzun ve kadim bir medeniyetin evlatları olarak buna her daim hazır olduklarını her fırsatta ispat etmiÅŸlerdir. Bütün bu sebeplerle nihayet Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmış olması her türlü takdirin üzerindedir. Bu vesileyle ifade etmek gerekir ki hem milletimizin hem tüm Ä°slam dünyasının birikmiÅŸ duygularına tercümanlık eden bu adım her ÅŸeyden önce derin bir saygıyı hak etmektedir.
Ayasofya’nın müminler üzerindeki hukuku
Sözlerimi bitirirken ÅŸunu ifade etmek isterim ki; Ayasofya’nın müminler üzerindeki hukuku yeni baÅŸlıyor. Ayasofya’nın asıl büyük hukuku, açılışla baÅŸlayan hukuktur. Bugün Ayasofya özelinde mabet hukuku sadece resmî bir açılış yapmakla yerine gelmiÅŸ olmaz. Bununla yetinmek, camilerimize bir yenisini eklemekten öte bir ÅŸey deÄŸildir.
Bu hukukun gereÄŸi, sabah akÅŸam, gece gündüz ihlas ve samimiyet içinde genciyle yaÅŸlısıyla, kadınıyla erkeÄŸiyle içinde Yüce Divana durmak ve bizi her türlü kötülükten uzaklaÅŸtıracak namazlar kılmaktır. Ayasofya’yı sadece bir ibadet mekânı olmanın ötesinde bir bilgi mekânına, bir birlik mekânına, parçalanmış gönülleri inÅŸa mekânına dönüÅŸtürebildiÄŸimiz zaman bu hukukun asıl gereÄŸini yerine getirmiÅŸ oluruz.
Bu hukuku ancak mihrabından ihlas ve samimiyet, minberinden ilim ve hikmet, kürsüsünden ahlak ve adalet yaymakla, minarelerinden hakka, hakikate ve merhamete çaÄŸrıda bulunmakla yerine getirebiliriz. Ä°ÅŸte o zaman Ayasofya bizlere kavuÅŸtuÄŸuna daha çok sevinecektir. Aslolan sadece açmak deÄŸil, ebediyete kadar ihya ve imar etmektir. Biz onu ihya ve imar ettikçe onun da bize diriliÅŸ ruhu kazandıracağı muhakkaktır.Bütün Ä°slam âlemine hayırlı olsun.Mabetlerimiz gibi gönüllerimizde mamur olsun.Rabbim, Ayasofya gibi bizleri de asli hüviyetimize kavuÅŸtursun.Hepinizi saygıyla selamlıyorum.Allah’a emanet olunuz.
Kaynak: Haksöz Haber
Henüz yorum yapılmamış.