Mustafa Kutlu: Haddini bilmek “kendini bilmek”tir.
“Had” kavramının insan için, insanın dünyadaki varlığı ve hemcinsleri ile ilişkisi için ve nihayet tabiatla münesebeti bakımından fevkalade önemli olduğuna inanıyorum.
Bu önemin dinî, ahlakî, felsefî boyutlarını yazmak benim haddim değil. Keşke biri çıkıp etik ile ahlak arasındaki münasebeti dile getirse.
Lügatte had için şu karşılıklar veriliyor: 1. Sınır, kenar, uç, son. 2. Miktar, derece. 3. Emir ve yasak; şer’î ceza vb.
Dilimizde hayli deyim ve atasözü içinde yer alıyor. Msl: Haddi aşmak (aşırı gitmek), haddi olmamak (hakkı veya yetkisi dışında veya üstünde bulunmak), haddini bildirmek (cezalandırarak gerçek yerini hatırlatmak), haddini bilmek (kendi değerini ve derecesini tayin ederek buna göre davranmak) vb.
Din ve ahlak insanoğlunun haddini tayin ettiği gibi; fıtrat da maddi çerçevesini çizmiştir. Lakin nefis daima bu sınırları zorlayarak aşmak istiyor. Aklı da işin içine katarak gidilebilecek son noktayı tayin etme hususunda rivayetin muhtelif olduğu söylenebilir. Meseleyi dağıtmadan ve sınırlı bir alana hasrederek bazı misaller üzerinde duralım.
İnsan azami yüz kilo kaldırır. Hadi halter çalışsın, rekor kırsın ikiyüz kilo kaldırsın. Ama ondan sonra bugünkü yapısı ile üç ton, beş ton kaldırmasını istemek bir nevi Süpermen olmasını dilemek demektir. Bu ve benzeri çizgi romanlar insanların kendilerini sınırlayan hadleri aşmak için nasıl bir ihtiras içinde olduğunu gösteriyor.
İlk ve orta öğretimde biz çocuklara insanın tabiatla mücadelesi öğretilmişti. Ve tabiatı yenen insan göklere çıkarılıyordu. Ancak mücadele yolundan sapmış ve istenmeyen neticeler doğurmuş (çevre meseleleri) olmalı ki, şimdilerde tabiata düşman değil dost olmanın “akıl işi” olduğu söyleniyor.
Bu öğütleri tutan çıkar mı? Zor. İnsan tabiatı (bu arada kendini) tüketerek bir konfor kazanmış. Bu tüketim yolunda bir küresel düzen kurmuş. Bu düzenin milyonla unsuru, dişlisi, çarkı, siyaseti, iktisatı, modası, müziği, mektebi, laboratuvarı var.
Uzunca bir süre bir tarladan, bir sebze kökünden, bir ağaçtan alınan verimi artırmak için didindi durdu. Türlü ilaçlar, kimyevî, hormonal maddeler buldu.
Ve bir kök domatesten beş kilo yerine yirmi beş kilo verim almanın keyfini yaşadı.
Şimdi deniliyor ki, meğerse bu tutum yanlış bir iş imiş. Bu ürünler kansere yol açıyormuş.
Keşke bataklıkları kurutmasak, yağmur ormanlarını tüketmesek-mişiz.
Yediğinden, içtiğinden korkar hale gelen insanlar yeniden doğaya dönmek için çırpınıyor. Doğal ürünler temiz süt için inek, doğal yumurta için tavuk beslemek istemeyen canı tatlı kentlilerin imdadına yetişecekmiş. Bu ürünlerin pazarı da oluşuyor; doğal ürün denilince artık akla sadece köy yumurtası gelmiyor; doğal ürün mağazaları, doğal restoranlar açılıyor. Bu elbette zenginler için bir moda ve bir imkândır. Onlar belki bir süre temiz topraklara, temiz havaya ve temiz suya el koyacaklar. Tabii bu gidişle dünyada bir temiz yer kalırsa. Altta kalanın canı çıksın diyecekler ve diyorlar da. Nükleer atıklarını para karşılığı fukara ülkelere postalıyorlar. Beyhude bir çırpınış.
Haddini bilmek “kendini bilmek”tir.
İşte bütün mesele.
Yenişafak / 30 Mayıs 2018
Henüz yorum yapılmamış.