Selahattin Çakırgil: Biz hep seninleydik, sen bizle değilken bile...
Ayasofya için Müslüman coğrafyalarının her bir tarafındaki çeşitli dillerde hazırlanmış müzik parçalarından birinde, ‘Sen bizde olmasan da biz ezelden beri sendeydik..’ gibi bir cümle de vardı.. İlk planda abartılı gibiydi. Ama, tam da bizim Ayasofya konusundaki yazılarımızda anlatmaya çalıştığımız mânâyı yansıtıyordu.
Yahyâ Kemâl, doÄŸduÄŸu ÅŸehir olan Üsküb için yazdığı ‘Kaybolan Åžehir’ isimli ÅŸiirinde, kalbinin bütün acılarını, hicranlı duygularını mısralara yüklemiÅŸtir:
‘(…)
Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan ÅŸehir!
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene..’
***
Ayasofya için Müslüman coÄŸrafyalarının her bir tarafındaki çeÅŸitli dillerde hazırlanmış müzik parçalarından birinde, ‘Sen bizde olmasan da biz ezelden beri sendeydik..’ gibi bir cümle de vardı.. Ä°lk planda abartılı gibiydi. Ama, tam da bizim Ayasofya konusundaki yazılarımızda anlatmaya çalıştığımız mânâyı yansıtıyordu.
Çünkü, biz, bütün ‘Enbiyaullah’ın/ Ä°lâhî peygamberlerin elinden sunulan ‘vahy-i ilahî’lerin gereÄŸince tesis edilmiÅŸ olan mâbedlerin herbirisini, Tevhîd dininin, ‘Lâilâheillallah’ dâvasının mâbedi olarak biliyoruz. Ama, onların pekçoÄŸu, zamanla ve çeÅŸitli saiklerle aslî tesis gayelerinden de, ibadet muhteva ve ÅŸekillerinden de uzaklaÅŸtırılmıştır.
Nitekim, bunun en çarpıcı örneÄŸi Kâbe idi. Ä°lk tesisi hakkında farklı rivayetler olsa bile, Hz. Ä°brahîm’in mâbedi olduÄŸu bilinen Kâbe, daha sonraki asırlarda putlarla doldurulmuÅŸ iken, Müslümanların Mekke’yi fethetmesinden sonra, Hz. Peygamber (S), bu mâbedi putlardan temizleyip aslî gayesinin hizmetine iade etmiÅŸti.
***
Tarihte bazı mâbedler ve hattâ bazı mekânlar vardır ki, bunlar, sadece yapıldıkları yer veya yapımında kullanılan taÅŸ- tuÄŸla, tahta ve aÄŸaçtan ibaret olmayıp; bunların çok ötesinde özel mânâlar taşırlar. Bu gibi mekânlar toplumların ‘bam teli’ mesâbesindedirler. Kudüs’de, Mescid-i Aqsâ’nın hemen yanı başındaki Hz. Süleyman Mâbedi’nden kalan ve ‘AÄŸlama Duvarı’ olarak bilinen kalıntı, yahudîler için kutsaldır ve iki bin yıl öncelerde Kral Nabukudnazar tarafından Babilonya’dan tehcir ediliÅŸlerinin, kaçışlarının asırlar boyu süren bütün acılarını da o duvarda müÅŸahhastırırlar.
Kezâ, Hristiyanlar da, Hz. Îsâ’dan kalan her ne varsa, onlara, ayrı bir manevî deÄŸer verirler. Kudüs (Jerusalem)’deki Milâd (DoÄŸuÅŸ) Kilisesi, (Hz. Îsâ’nın o mâbedde doÄŸduÄŸu inancıyla) Hristiyanlar için o kadar kutsaldır ki, o mâbedin kapısının anahtarlarının kimde olması gerektiÄŸi üzerine, Katolik ve Ortodoks Hristiyanlar anlaÅŸamadıklarından, bu iÅŸ asırlardır Müslümanlara bırakılmıştır.
***
Aynı ÅŸekilde, Müslümanlar için de, Mekke’deki Kâbe-i Muazzama, Medine’deki Mescid-i Nebevî ve Kudüs’deki Mescid-i Aqsâ kutsaldır.
***
Bu kutsal bilme durumunu diÄŸer dinlerde ve hattâ ideolojilerde ve siyasî cereyanlarda da görürüz. Söz gelimi Hindular ve Budistler de korunması uÄŸrunda savaÅŸlar verdikleri mâbedlere sahibdirler.
Aynı ÅŸekilde, Almanya- Köln’de, yapımına 1200 yıllarında baÅŸlanıp, ancak 600 yılı aÅŸkın bir sürede tamamlanabilen büyük katedral’in 1840’da ibadete açılması, özellikle Fransa’ya karşı nasyonalist duyguların ‘gövde gösterisi’ne dönüÅŸtüÄŸü büyük bir sosyal hadiseydi.
Bu örnekler çoÄŸaltılabilir.
***
Nitekim, ‘Her türlü kutsal fikrine karşı çıkmak’ iddiasıyla yola çıkan ve mezar- türbe ziyaretlerini ilkellik olarak görüp aÅŸağılayan ‘laikler’in, sonunda, nereleri, nasıl kutsadığı ve en yüksek makamlardaki kiÅŸilerin gidip bir ölüye hesap ve tekmil verircesine yazdıkları- söyledikleri de bir diÄŸer traji-komik örnektir.
Bütün bunlar, insanoÄŸlu’nun bir kutsala olan ihtiyacının vazgeçilemezliÄŸini gösterir. Hiçbir kutsala inanmayan kiÅŸi de kendi nefsini kutsallaÅŸtırır ve putlaÅŸtırır. Hattâ, kendilerine üstünlük atfedilen bazı kimselerin mezarları veya evleri bile ayrı bir önemi haiz olup, bazı kitlelerce kutsanır.
***
Asırlar boyunca, kendisine hâkim olan her dünya görüÅŸünün sembolü olan Ayasofya, üzerindeki 86 yıllık laik-materyalist tasallutun soylu bir mu’min sahiblenmesi sonunda kırılmasıyla, bugün Tevhîd dininin mâbedliÄŸi statüsüne iade ve Ä°slâm Milleti’nin uyanık bekçiliÄŸine emanet edilmektedir.
Biz ki, zâten ondaydık; ama, o bizde deÄŸildi.
Onun bize kavuÅŸması ve bizim bundan sonraki daha da ağır sorumluluk ÅŸuûrumuz kutlu olsun.
***
ÂSIM GÜLTEKÄ°N’Ä° EBEDÎ YOLCULUÄžUNA UÄžURLARKEN..
Bir yazar ve bir fikir ve eylem adamı ve yeni nesilleri, bir kuyumcu hassasiyetiyle iÅŸlemeye çalışan bir muallim..
Amasya’nın TaÅŸova ilçesinden çıkıp, nice yoksulluklar içinde kendisini yetiÅŸtirmiÅŸ ve imanının heyecanını da bilgisinden geride tutmamış bir dâvâ adamı ; dünyada olan her ÅŸeyi kendi inancının ölçülerine göre deÄŸerlendirmek titizliÄŸine sahip ‘münevver bir müslüman’ ve bir gönül eri idi.
45 yaşında dünyamızdan ayrıldı. Ölüm her yaÅŸta ve tam zamanında gelir. Onun sevdiÄŸi deyiÅŸle, ‘Göçtü kervan, kalmak yok..’
Âsım Gültekin kardeÅŸime, ebediyet âlemine doÄŸru çıktığı bu yolculukta Allah’u Teâlâ’dan hayırlar, rahmetler diliyorum; geride bıraktıklarına da sabırlar..
Henüz yorum yapılmamış.