Sosyal Medya

İhsan Fazlıoğlu: Kurban kavramı: Sınıra yakın durmak

'Hac'da ev sahibi Tanrı olduğu için, O'na takdim edilecek en değerli şey bizatihi in-sanın kendisi, yani nefsidir; insan da bu takdimi nefsini temsil eden bir kurbanla gerçekleştirir; bu nedenle kurban, mecazi anlamıyla nefsin ilahi terbiyesi yani sınırını bilmesinin bir itirafıdır.'



'Hac'da ev sahibi Tanrı olduÄŸu için, O'na takdim edilecek en deÄŸerli ÅŸey bizatihi in-sanın kendisi, yani nefsidir; insan da bu takdimi nefsini temsil eden bir kurbanla gerçekleÅŸtirir; bu nedenle kurban, mecazi anlamıyla nefsin ilahi terbiyesi yani sınırını bilmesinin bir itirafıdır.'

"Emniyet" sözcüÄŸü ile "iman" sözcüÄŸünün aynı kökten gelmesinin iÅŸaret ettiÄŸi üzere, din, her ÅŸeyden önce, insan aklının metafizik güvenliÄŸini saklar. Bu nedenle, Tanrı inancı, aklın en üst sınırı; bir manzume olarak din de aklın terbiyesidir. Güvenlik sözcüÄŸü, ilk elde, ya dışarıdan gelen ya da içeriden kaynaklanan tehlikelere karşı tedbiri çaÄŸrıştırır. Tersine, din, öncelikle aklı terbiye ederek insanı kendisinden, nefsinden korumayı amaçlar; çünkü bir birey olarak kendisiyle barışık olmayan bir kiÅŸinin dışarıdan ya da içeriden korunmasının mantıki bir anlamı yoktur. Bu nedenledir ki iman kiÅŸiseldir; bireyseldir; herkes tek ve yalnız başına iman eder; baÅŸka bir deyiÅŸle iman ederken kiÅŸi, yapayalnızdır (amentu). Bir birey olarak insan aklının terbiyesi, bir tür olarak insanın; hatta canlı-cansız tüm evrenin insandan korunmasını saÄŸlar; çünkü iman eden emindir; emin olan temin eder, etmelidir.

Terbiye, Türkçe karşılığı olan eÄŸitim sözcüÄŸünün de imlediÄŸi üzere, aklın belirli sınırlar dâhilinde iÅŸ görmesini, davranmasını saÄŸlamaktır. Haram sözcüÄŸünün sınırlamak, sınır koymak; helal sözcüÄŸünün de (sınırdan) içeri girmek anlamı olduÄŸu dikkate alındığında denilenler daha iyi anlaşılacaktır.

Yeri gelmiÅŸken, ayraç içinde, belirtilmelidir ki dinde bazı özel sınırlamalar bu genel sınırlama için hazırlık mahiyetindedir. En küçük ve en büyük maddi yapıların, dolayısıyla tüm evrenin bir din üzere olduÄŸunun söylenmesi, bu anlamda her ÅŸeyin kendi sınırında durması ve o sınır içerisinde iÅŸ görmesi demektir. Nitekim kulluk en temelde, her ÅŸeyin sınırını bilmesi, yaratılışı üzere iÅŸ görmesi ve davranmasıdır. Ä°nsan hariç evrende, ÅŸimdiye deÄŸin bildiÄŸimize göre, her ÅŸey doÄŸal yeri ve iÅŸleyiÅŸindedir; insan ise aklı ile doÄŸal yer ve iÅŸleyiÅŸini aÅŸar; baÅŸka bir deyiÅŸle yalnızca insan, doÄŸal yer ve iÅŸleyiÅŸinin sınırlarını aklıyla çiÄŸneyebilir. Ä°nsan aklını sınırında, yaratılışı üzere tutmak; hayr, ihtiyar eylemesini saÄŸlamak, insandan, bizatihi kendisinden, öncelikle yine kendisini, sonra öteki insanları ve tüm evreni korumak için elzemdir. Dinde biçimsel özellik gösteren ibadetler (kulluklar), insan aklının terbiyesi, büyük kulluÄŸun, insan olmaklığın, doÄŸru yol (sırat-i müstakim) üzere yani sınırında seyretmesi için son derece önemlidir. Bir örnek vermek gerekirse urefa, namazı, genel anlamıyla insan nefsinin terbiye edilmesi olarak görür: Kıyam, insanın en önemli özelliÄŸi, ufka bakmasını mümkün kılan dik durma (kebed)'yı, dolayısıyla, tüm evrenin bir hülasası olarak, maddi, bitkisel, hayvani ve akli özellikleri birlikte içeren bir yapıyı temsil eder. Rükû, yani eÄŸilmek, Tanrı karşısında, hayvani olanı, hayvani nefsin özelliklerini, secde yani topraÄŸa düÅŸmek, sürünmek ise bitkisel olanı, bitkisel nefsin özelliklerini -yok etmek deÄŸil- terbiye etmek, sınırında tutmak, anlamına gelir; iki secdeden sonra kazanılan hâl terbiye edilmiÅŸ nefistir, yani kelime-i ÅŸehâdet getirerek teslim olmuÅŸ (barışa, emniyete ermiÅŸ), dolayısıyla sükûnet bulmuÅŸ, ihtiyar yeteneÄŸi kazanmış akli selimdir.

Bu nedenledir ki insana (dik durana), en zor gelen ÅŸey baÅŸkasının karşısında eÄŸilmek, önüne düÅŸmek, hatta yerde sürünmektir. Tüm biçimsel kullukların, hem bireysel hem de türsel anlamda insan nefsini terbiye etmeye yönelik olduÄŸunun en güzel örneklerinden birisi hac ve kurbandır. Haccın hayat ve ahireti/kıyameti birlikte içeren ilahi bir senaryo olduÄŸu söylenebilir. Bu senaryoda baÅŸrolleri, bir erkek (Hz. Ä°brahim), bir kadın (Hz. Hacer) ve bir çocuk (Hz. Ä°smail), kısaca bir çekirdek aile üstlenir. Kadının, kendisi ama daha çok ÇocuÄŸuna iliÅŸkin, daha genel anlamıyla yaÅŸamaya iliÅŸkin telaşı, kaygısı ve korkusu, Sefa ve Merve arasındaki koÅŸuÅŸturması, yardım edecek ötekini araması, hayata tutunma arayışını temsil eder. Ä°nsan türünün çoÄŸalma ve sürekliliÄŸini çocuÄŸun, suyu bulması, yaÅŸamın kaynağı olarak suyun merkezi yerine yalnızca bir iÅŸarettir.

Kısaca denirse çöl, hayat, bir telaÅŸ, bir kaygı, bir korku, bir koÅŸuÅŸturmadır; yaÅŸamak için bir arayıştır; türü -çocuÄŸu- devam ettirmek için verilen bir uÄŸraşıdır ve ancak ötekisiyle mümkündür. ErkeÄŸin, babanın bu sahnedeki rolünün kısıtlı olması, hayatın, yaÅŸamanın içyapısının kadın tarafından yürütüldüÄŸünün bir göstergesi olarak okunabilir. Kıran haccında hayatı temsil eden bu sahnenin ihram ile yapıldığı, ihramın da, haram sözcüÄŸüyle aynı kökten geldiÄŸi dikkate alınırsa, sınır koymanın, sınırlı olmanın hayatın her anında geçerli olduÄŸu rahatlıkla anlaşılır; o kadar ki Zilhicce'nin dokuzuncu günü Kıyamet sahnesine giderken bile tekrar ihram giyilmesi, sınır kavramının ne kadar belirleyici olduÄŸunu gösterir; insan kıyamette bile sınırını, insanlığını bilmelidir; zaten insana kıyamette sınırı, insanlığı hatırlatılacak, sahip olduÄŸu iradeyi -ihtiyarı deÄŸil- kullanarak sınırından, insanlığından ne kadar uzaklaÅŸtığı önüne konulacaktır.

Hacda ÅŸeytan taÅŸlama olarak bilinen ritüel, nefis terbiyesinde zirve noktayı temsil eder. Küçük, orta ve büyük cemrenin anlamlarına dikkat edildiÄŸinde ilk göze çarpan, cemrenin "kor(köz) halindeki ateÅŸ" olmasıdır ki nefse ateÅŸin temsili bir hatırlatılmasıdır. Küçük cemre, nefsin bitkisel, orta cemre hayvani, büyük cemre ise insani tarafım temsil eder. Bu nedenle, aslında herkes kendi ÅŸeytanının/ÅŸeytanlarını taÅŸlar. Öte yandan Kurban’ın birinci gününde yalnızca Büyük'ün taÅŸlanması; ikinci, üçüncü ve dördüncü günler her üçünün taÅŸlanması; insani nefisteki iradenin, akli ihtiyara dönüÅŸtürülmesi sürecinin öteki nefsi güçlerin terbiyesinden daha zor olduÄŸunu gösterir. Daha da ilginç olanı, ulemanın taÅŸlama esnasındaki uyarısıdır; insan taÅŸları/közleri "öfke" ile atmamalıdır; çünkü öfke iradenin bir dışavurumudur; ihtiyarın deÄŸil. Tüm bu süreci, kurban keserek yakınlaÅŸarak bitirmek, hayata iliÅŸkin hareketin ilahi olana teslim olması ve sükûnete kavuÅŸmasıdır. Bir çocuk olarak türün bekasını, süreklilik arzusunu, hâkimiyet duygusunu, kısaca çokluÄŸun kendisini temsil eden Hz. Ä°smail’in yerini alan kurban, aslında insanın nefsi'dir ve mecazi anlamda, kesilerek yaÅŸamasına son verilerek, akli olanın maddi-bitkisel ve hayvani olana galebe çalmasını imler. Ulema'ya göre, Hac'da ev sahibi Tanrı olduÄŸu için, O'na takdim edilecek en deÄŸerli ÅŸey bizatihi insanın kendisi, yani nefsidir; insan da bu takdimi nefsini temsil eden bir kurbanla gerçekleÅŸtirir; bu nedenle kurban, mecazi anlamıyla nefsin ilahi terbiyesi yani sınırını bilmesinin bir itirafıdır.

Nasıl ki bilinenin tersine, asıl oruç iftar saatiyle; asıl Ramazan da bayramdan sonra baÅŸlarsa -ki Ramazan, oruç, nefsin terbiyesine iliÅŸkin bir eÄŸitimdir- asıl Hac da bizatihi Hac'dan sonra baÅŸlar. KiÅŸi, nefsini/ÅŸeytanını hafife almamalı; sınırında durmalıdır; çünkü maddi ihram eÄŸitimi, insanın nefsine manevi bir ihram giydirmek, yani sınır koymak; insanlığı içinde tutmak içindir. Heidegger'in dediÄŸi gibi: "Sınır/insanlık bir kere çiÄŸnendi mi, çiÄŸnenecek baÅŸka bir sınır kalmaz."

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.