Akif Emre'nin arşivinden: Bugünün müslümanı nerede durur?
"Bugün Türkiye'de Müslümanım diyenlerin karşı karşıya olduğu en büyük meydan okuma nedir” sorusuna vereceğimiz cevap bu ülkede işgal ettiğimiz yerin de tanımını verir.
Bir Müslüman olarak yeryüzünde işgal ettiğimiz yerin bilincinde olmaklığımız Müslümanlığımızı nüfus kâğıdıyla sınırlı olmaktan çıkarır.
Bu soruya verilecek cevap, nasıl bir dünyada, düzende, toplumda yaşamak, ne tür bir insan olarak burada yer edinmek istediğimizle birebir alakalıdır.
Görünüşte memleketi saran tehditlerle beraber sunduğu imkânların aynı şiddette olması, eksik olan şeylerin başka alanlarda aranması gerektiğini ihtar eder bize. Başka bir memleket durumunu hayal etmemizi, farklı bir insan tipi önermemizi ihtar ediyor her şey. Bunca zıtlıkların aynı anda tezahür etmesi normal olmasa gerek.
Muhafazakârlığın siyasal, ekonomik, iktidar tezahürleriyle iyice albenili hale geldiği ama muhafazakârların kendilerini tanıyamaz halde olduğu bir memleket manzarası hakim.
Müslümanca düşünmek, yaşamak, yarınlara Müslümanca bir ufuk sunabilmek bugün tercih ettiğimiz hayat tarzından ayrı düşünülemez. Bugünkü Müslümanlığımız yarının nasılını belirleyecek büyük ölçüde.
Bu soru şu şekilde anlamlı olabilir; “yarının inşası için bugünün dünyasından neleri kaybetmeyi göze alabiliyoruz?”
Yarınların daha umut verici olabilmesi için bugün neleri terk etmek gerektiğini düşünüyoruz?
İnsanların şahsi eksiklik ve noksanlarını ferdin kendi iç hesaplaşmasına bırakıp, toplumsal olarak yanlış gidenler üzerinde düşünmeden yapılan büyük projelerin süreç içinde tökezlemesi, gelecek tasavvurunun kararma ihtimali hayli fazla... Bugünden bakıp elde ettiklerini muhafaza ederken bunları mutlaklaştıran muhafazakar refleks ile Müslümanca duyuş ve hissediş yani Müslüman bilincinin ayrıştığı çizgiye yeniden dönmeli.
Müslüman olmanın idraki ve bilinciyle bu topraklarda varlığını anlamlandıran, yeryüzünde işgal ettiği yerin farkında olanların pörsümeye yüz tutan değerleri zaman zaman hatırlatılmalı...
Kokuşan sistemlerin, çürüyen değer yargılarının toplumu pespayeleştirdiği bir ortamda daima bir umut olma ayrıcalığını elinde tutanların kendilerine olan umutlarını yeniden hatırlamaları gerekiyor.
Müslümanlığın bu çağa vaat ettikleri ile bu ülkenin beklentileri aslında temelde aynı: Ahlaki önceliği yeniden kazanmak.
Müslümanlık adına bir şeyler yapanlar için ne ticaret, ne siyaset, ne toplumsal etkinlik, ne güç ilişkisi vazgeçilmez değil. Vadettiklerinin hiçbiri bu vektörel değerlerin bileşkesi de değil. Bazı yanlışları engellemek adına elde edilmesi zorunlu görünen pek çok mekanizma amaç haline gelirken yeryüzüne ikame etmeye çalıştığımız değerlerin araçsallaştırılması gibi paradoksal bir durum ortaya çıkıyor. Gündelik hayatın pratikleri, heyecanları, didişmeleri ve de çok sesli propaganda altında fark etmediğimiz yalın bir gerçeklik olarak karşımızda.
Siyasal, ekonomik ve toplumsal anlamda konumlar ne olursa olsun korunması gereken ahlaki önceliği, “Müslüman şahsiyetin ahlaki üstünlüğü” örselenmemeli.
Türkiye'de muhafazakâr kitlelerin dini ve onun toplumsal, siyasal açılımlarını araçsallaştırdıkları oranda içeriğin boşaldığını, hiç bir siyasal doktriner kaygısı olmayan hatta ortak hayat tarzını bile paylaşmayan insanlar nezdindeki tek vasfı tırnak içinde ahlakilik özelliğidir.
“Güç -statüko “ilişkilerinin, güç edinme mücadelesinin ve sonuçta tüm edinilenlerin muhafazası adına sergilenen muhafazakâr tutum tam da bu noktada ahlaki anlamda çürümeyi getirmektedir.
Siyasal sıkışmışlık, bölgesel kuşatmalar, ekonomik sarsıntı gibi tehlike algıları ahlaki öncelikleri, toplum nazarında Müslümanlar ve Müslümanlığa atfedilen değerleri örselemeye başlamışsa nelerin terk edilmesi gerektiğinin cevabı da kendiliğinden ortaya çıkıyor demektir. Tıpkı başarının, toplumsal desteğin, manevi hazzını maddi tezahürlerinin popüler destekle beraber çürümenin koro halinde fark edilmesinin ne anlama geliyor oluşunun sorgulanmaması gibi.
Sonuçta muhafazakâr kitlelerin, kadroların, sivil toplumsal yapıların, cemaatlerin, organizasyonların çürüttüğü değer yargıları ele geçirmeye çalıştıkları ya da korumakla görevli sandıkları konumlardan daha öncelikli olan şey onların temsil etmeleri gereken vasıflarıdır.
Müthiş cemaat organizasyonları yokken, siyasal konumlar elde edilememişken, ekonomik konumlar hayal bile edilmezken bu toprakların güvencesi olan insanların sahip oldukları değerlerin korunmasıdır esas olan... Var olan yapılar, konumlar, elde ettikleri değerleri çürütüyor, değerlere rağmen yapıları tercih ediyor hale gelmişse öncelikleri gözden geçirilmeli.
“Her şey olup bittikten sonra elde kalan ne olacak“ şeklinde bir soru sormuştum. Elde ne kalırsa kalsın ya da ne elde edilirse edilsin korunması gerekenleri her dem bilinç halinde diri tutmaktan öte yol yok.
8 Mart 2016 / Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.