Sosyal Medya

İhsan Fazlıoğlu'nun kaleminden: Avrupa vicdanı Türkleri istemiyor

Bir medeniyetin tarih ve medeniyet perspektifinde yok iseniz vicdanında da karşılık bulamazsınız.



"Modern bilim'in oluÅŸumunu anlamak isteyen herkes, hepsi de antik dönemden baÅŸlayan ve Isaac Newton'un eserlerinde biraraya gelen üç geliÅŸme çizgisini izlemek zorundadır: 1. Antik matematik › Descartes › Newton; 2. Antik Astronomi › Copernicus › Newton; 3. Antik mekanik › Huygens › Newton." Bu satırlar hem bir matematikçi hem de bir antik dönem bilim tarihçisi olarak tanınan B. L. Van der Warden'e ait olmakla beraber hemen hemen tüm Batı-Avrupa ile Anglo-Amerikan dünyada kaleme alınan, medeniyet, düÅŸünce ve bilim tarihi eserlerinde mevcuttur; ve 'Batı'nın resmî tarih ve medeniyet perspektifini gösterirler. Bu durum, ilk bakışta hissedildiÄŸi gibi bir cehalet durumundan kaynaklanmaz; tersine bilinçli ve bir o kadar da derin bir siyasî tavırdan kaynaklanır. Çünkü bizzat B. L. Van der Warden'in cebir tarihi hakkında son derece teknik bir eseri vardır; ve bu eserde cebir tarihini kaleme alırken Harizmî'ye merkezi bir yer vermektedir.

Kavram-örgülerinin insanın hayata bakışını nasıl belirlediÄŸi üzerine, daha önceki yazılarımızda uzun uzadıya durmuÅŸ; ve bu idrakin vakıaya deÄŸil bizatihi insanların tarih ve medeniyet perspektiflerine baÄŸlı olduÄŸunu belirtmiÅŸtik. Öyle olmasaydı, Ä°slam felsefe-bilim tarihi disiplinini akademik-ilmî bir araÅŸtırma alanı olarak bizzat kendileri kurmalarına; Batı'ya etkisini yine bizzat kendileri ortaya koymalarına karşın, tarih ve medeniyet perspektiflerini inÅŸa ederlerken Ä°slam medeniyetine yer vermemeleri nasıl izah edilebilir? Bu sorunun tek bir cevabı var: Batı hayal ettiÄŸi geleceÄŸi, yazdığı geçmiÅŸe göre kuracaktır. BaÅŸka bir deyiÅŸle, geçmiÅŸinde yer verilmeyen bir Ä°slam/medeniyeti, Batı'nın geleceÄŸinde de -bir geçmiÅŸ olarak bile- yer almayacaktır, yer bulamayacaktır.

"Batıyı kaşı altından Ä°slam çıkar". Bu deyiÅŸ yalnızca olumlu etkileri deÄŸil olumsuz etkileri de içerecek geniÅŸliktedir. Çünkü Batı kendisini hem aldıkları hem de reddettikleri bakımından Ä°slam medeniyetine karşı konumlandırarak inÅŸa etmiÅŸtir. Bu tespit insanî tüm üretim alanlarını kapsayacak ÅŸekilde düÅŸünülmeli; ayrıca tarihî olarak da dar bir zaman dilimiyle sınırlandırılmamalıdır. Genellikle, Ä°spanya, Sicilya, Ä°stanbul ve Trabzon'da yapılan ve XIII. yüzyılda büyük oranda tamamlandığı düÅŸünülen nazarî eserlerin çevirileriyle sınırlandırılmış bir etki yalnızca Osmanlı-Türk dönemini ihmal etmekle kalmaz; aynı zamanda etkinin sürekliliÄŸini de gözden kaçırır. Avrupa'da XV. yüzyılın sonunda baÅŸlayan XVI. yüzyılın sonuna kadar devam eden nazarî/ilmî icadların hemen hemen hepsinin Ä°slam medeniyeti kaynaklarından isim verilmeksizin devÅŸirildiÄŸi bugün için tespit edilmiÅŸtir. Yoksa, sekizyüz yılda Ä°slam medeniyeti'nde felsefe-bilimde katedilen ilerlemenin Avrupa'da kırk-elli yıl içerisinde, hiç bir tarihî baÄŸlam ve ortam olmaksızın vuku bulduÄŸu söylenecektir ki, bu iddianın günümüz bilimsel yöntemleri açısından hiç bir tutar tarafı yoktur.

Muhtasar ve müfid bir deyiÅŸle XV. yüzyıl, ama özellikle ikinci yarısı Avrupa'nın her bakımdan, bahusus zihniyet açısından Ä°slamlaÅŸma dönemidir. Ve bu dönem sanıldığı gibi hemen bitmemiÅŸ, çok uzun bir süre devam etmiÅŸtir. XV. Yüzyılın sonunda baÅŸlayan coÄŸrafî keÅŸif hareketlerinde Ä°spanyol ve Portekizler'in Afrika sahilleri ile Hint okyanus hakkındaki bilgilerini, Ä°bn Macid ile Süleyman el-Mehrî'nin eserlerinden tercüme ettikleri; aynı zamanda gemilerini bu iki ismin rehberliÄŸinde Hint okyanusuna sürdükleri bilinmektedir. Öte yandan Ä°bn Tufeyl'in romanı, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda baÅŸta Latince olmak üzere pek çok Avrupa diline çevrildi ve özellikle içerdiÄŸi felsefî tezler, F. Bacon (ö. 1626) ile T. Hobbes'un (ö. 1679) empirik ve nominalist felsefelerine karşı kullanıldı. Hem Ä°bn Tufeyl hem de Farabî'nin fikirleri Aydınlanma dönemi düÅŸünürleri tarafından doÄŸal din, doÄŸal hukuk gibi kavramların temellendirilmesinde gözönünde bulunduruldu. Hemen her konuda hem nazarî hem de amelî pek çok örnek vermek mümkün: MeraÄŸa okulunun ilmî zihniyeti, Ä°bn Heysem'in ilmî anlayışı gibi... Açıktır ki etki farklı sahalarda farklı zamanlara kadar sürdü.

Ancak, matematik-astronomi-fizik/optik üçlüsünde Ä°slam medeniyeti'nden köktenci kopuÅŸ -tüm mistik-simyevî-dinî tarafına raÄŸmen- Newton'un DoÄŸa Felsefesinin Matematik Ä°lkeleri'ni 1686'da yayımlamasıyla gerçekleÅŸti. Gerçekte bu eserin, bugün için, doÄŸruluÄŸu tartışılsa bile, modern bilim'in kadim bilim'den de köktenci bir kopuÅŸu temsil ettiÄŸi söylenir. Ancak, örnek olarak tarımbilimi sahasında Ä°slam medeniyeti ürünleri kullanılmaya devam etmiÅŸtir: Ä°bn el-Avvam'ın tarımla ilgili eserinin, hem Ä°spanyolca hem de Fransızca çevirisi XIX. yüzyılın ortalarına, yani modern kimya tekniklerinin tarıma uygulanmaya baÅŸlanmasına kadar Avrupa'da kullanıldığı bilinmektedir. Felsefî düÅŸüncede de pek çok örnek vermek mümkündür: Franz Brantano'nun XIX. yüzyılın ikinci yarısında Ä°bn Sina felsefesinden hareketle yaptığı çalışmalar gibi...

Yukarıda verilen örnekler, yine vakıa ile perpspektif'in sanıldığı gibi her zaman mutabık olmadığını, tersine perspektife göre vakıanın tahrif, hatta tahrip edildiÄŸini göstermektedir. Kısaca, Avrupa'nın tarih ve medeniyet perspektifinde, bir geçmiÅŸ olarak Ä°slam'a yer verilmek istenmediÄŸi gibi, ve bizatihi bundan dolayı, geleceÄŸinde de yer verilmeyecektir. Ä°stenilen bir uzlaÅŸma, hatta bir erime deÄŸil -çünkü eriyen ÅŸeker suya bir tat katar- bir yok-olma'dır. Bunun ilk ve somut göstergesi, yukarıda dile getirilen, tarih ve medeniyet perspektifi ÅŸemasındaki yersizliÄŸimizdir. Bu duruma, Türkiye ile Avrupa Birlik'i konusunda yaÅŸanmış bir olayı örnek olarak verebiliriz:

12-15 Ocak 2005 tarihinde Berlin'de XV. yüzyılı konu alan uluslararası sempozyumda Papa II. Pius üzerine bir bildiri sunan Berlin Hür Üniversitesine mensup bir öÄŸretim üyesi, bildirisi esnasında XV. ve XVI. yüzyılların "Türk Korkusu" yüzünden Avrupa'nın felaket çaÄŸları olduÄŸunu; günümüzde de bu korkunun farklı bir renkte/içerikte tekrar nüksettiÄŸini dile getirdi. Çay molası'nda özür dileyerek, Türklerle ÅŸahsî bir derdi olmadığını, yalnızca vakıayı tasvir ettiÄŸini bildirdi ve "Ne olacak bu memleketin hali" kabilinden bir soru sordu. Kendisine Anlayış dergisinin Ocak sayısındaki Michael Mann'ın cümlesini söyledim: "Avrupa eliti Türkiye'yi istiyor". Yanıt zarifti: "Avrupa'nın aklı Türkleri isteyebilir; ama vicdanı henüz buna hazır deÄŸil". Peki Avrupa'nın vicdanı ne? Bunu da Avusturya'daki Salzburg Katolik Üniversitesi'nin -ve daha bir çok yerde ve muhtevada- müfredat programındaki ders adında görmek mümkün: Terörizmin Ä°slamî kökenleri.

Bir medeniyetin tarih ve medeniyet perspektifinde yok iseniz vicdanında da karşılık bulamazsınız.

Kaynak: Anlayış Dergisi (Sayı 21) Mart 2005

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.