Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Dijital kültürün egemenliği: Post Cehalet Çağı

İnternet öncesi kültürde cahilliğimizin farkındaydık. En azından bunun pişmanlığını yaşıyorduk. Ama dijital kültürde bu özelliğimiz dumura uğradı



Yeni iletiÅŸim araçlarının yaygınlaÅŸması, bilgiye kolay ulaÅŸma imkânı, her ÅŸeyi anında öÄŸrenme ihtimalinin artması, bilginin parmaklarımızın ucunda olması… Tüm bunlar, insanların cehaletini kökten bitirecek hamleler olarak gösteriliyordu. BilgisayarlaÅŸma ve sonrasındaki teknolojik geliÅŸmeler, cahilliÄŸi sıfırlayacak ve insanlar her ÅŸeyi bilen, her ÅŸeyden anlayan, eÅŸyanın hakikatine vâkıf bir hale dönüÅŸeceklerdi. Ama böyle olmadı. Özellikle son yüzyılda teknoloji baÅŸ döndürücü bir hızda geliÅŸti, bilgiye ulaÅŸmak hiç olmadığı kadar kolay hale geldi, her ÅŸey hakkında bilgi sahibi olmak zahmetsiz bir çabaya dönüÅŸtü ama insanlar tüm bunlara karşın cahilliklerinden neredeyse hiçbir ÅŸey kaybetmedi. Aksine, cehalet form deÄŸiÅŸtirdi; övünülecek bir kıvama, gösteriÅŸ nesnesine, insanlar arasında pozitif anlamda fark unsuruna dönüÅŸtü.

Prof. Dr. Tayfun Atay’ın “Görünüyorum O Halde Varım” adlı kitabında vurguladığı gibi; insanlık, tarih boyunca gündelik yaÅŸamını sürdürürken kültürel anlamda sırasıyla üç evreden geçti. Bu evreleri; sözlü kültür, yazılı kültür ve görsel kültür olarak sıralıyoruz... Tarihteki ilk insandan itibaren binlerce yıl boyunca insanlar duygu ve düÅŸüncesini, coÅŸkusunu, öfkesini, sevincini, hüznünü sözlü olarak paylaÅŸtı. Birbirleriyle sözlü kültür yoluyla anlaÅŸtı. Söze kıymet verdi. Sözü deÄŸerli bildi. Masallar, hikâyeler, ÅŸarkılar, ağıtlar, tekerlemeler, destanlar, efsaneler ve benzeri sözlü anlatım biçimleri, dünya üzerindeki tüm halkların vazgeçilmez parçası oldu. Sözlü kültür, tüm insanlığın ortak malı oldu. Ayrım gözetmeksizin milyarlarca insan, bin yıllar boyunca bu kültürden eÅŸit oranda istifade etti. Afrika’daki halklar da, Asya’daki halklar da Avrupa’daki halklar da sözlü kültürün çocukları olarak var oldular ve yaÅŸadılar. Her birinin sözlü kültürü, kendilerini idare etmek için yeterliydi. Hatta halklar arasında sözlü kültür anlamında bir ayrım, uçurum ve farklılık yok denecek kadar azdı. KonuÅŸmaya, dinlemeye ve ezbere dayanan bu kültür, insanoÄŸlunu tarih boyunca sesli bir eÄŸitimden geçirdi. Onu yoÄŸurdu. Sözlü kültürün mottosunu “konuÅŸmadan duramamak” olarak isimlendirebiliriz.

***
Sonrasında alfabenin keÅŸfi ve yazının ortaya çıkmasıyla insanoÄŸlunun düÅŸünce sistematiÄŸinde köklü bir deÄŸiÅŸim gerçekleÅŸti.

Ancak, yazının kitlelere mâl olması ve özellikle kitabın etkisinin daha derinden hissedilmesi, matbaanın 1450’li yıllarda, Avrupa’da bugünkü anlamıyla kullanıma baÅŸlanmasıyla gerçekleÅŸti. Aslında matbaa yüzyıllar öncesinden Çin’de ortaya çıkmıştı ama efektif olarak kullanımı, Avrupalılara nasip oldu. Ä°ncil baÅŸta olmak üzere, daha öncesinde elle yazılan ne kadar eser varsa, matbaa yardımıyla hem daha çok basıldı hem daha ucuza imal edildi. Protestanlık mezhebinin yayılmasının, 1789 Fransız Ä°htilali’ne giden yolun açılmasının, kilisenin gücünün kırılmasının, velhasıl Avrupa’nın, daha genel bir ifadeyle Batı’nın dünyaya tahakküm kurmasının bir numaralı motivasyon kaynağı matbaa oldu. Böylece, sözlü kültürden yazılı kültüre geçiÅŸ Avrupa tarafından resmen ilan edilip hayata geçirilmiÅŸ oldu. Ancak, yazılı kültürü kendisinden önceki kültürden ayıran çok temel bir özelliÄŸi vardı: sözlü kültür, herkesin ortak malı olurken, yazılı kültür sadece, ona kıymet veren, deÄŸer atfeden, onun önemini benimseyen ve o istikamette adım atanların malı oldu.

Sanayi devriminin gerçekleÅŸmesi, teknoloji alanında büyük atılımların yaÅŸanması, bilimde, sanatta, kültürde, eÄŸitimde, sporda yeni yaklaşımların öne çıkması ve bunların tüm dünyaya pazarlanması, Batı’nın matbaaya gereken önemi vermesinin bir sonucu olarak gerçekleÅŸti. Gutenberg’in ticari zekâsı, dünyanın kaderini Batı lehine deÄŸiÅŸtirdi. Kitaba o zamana kadar gereken önemi veren, kitabı hayatının merkezine yerleÅŸtiren DoÄŸu ise matbaanın önemini yeterince kavrayamadı. Matbaayla birlikte ortaya çıkan yeni durumun farkına varamadı. El yazması kitap, baskı makinesine boyun eÄŸmek zorunda kaldı. Günün sonunda, Batı’da aydınlık ortaya çıkarken, DoÄŸu’da ise gecenin karanlığı çökmeye baÅŸladı. Bu yeni kültürün sembolünü okuryazarlık olarak alamayız. Yazılı kültür, okuryazarlığı da aÅŸan bir hâlin adıdır. Yazılı kültürün mottosunu “okumadan duramamak” olarak isimlendirebiliriz. 

***

1950’lere geldiÄŸimizde ise özellikle televizyonun tüm dünyada hâkimiyetini hissettirmesi sonucu görsel kültür baÅŸlamış oldu. Sonrasında bilgisayar teknolojilerinde yaÅŸanan baÅŸ döndürücü geliÅŸmelerin de katkısıyla, internet ve sosyal medya çağına giriÅŸ yaptık. Ancak bu kültürü kendinden önceki iki kültürden ayıran çok önemli bir nüans vardı. O da, bu kültürün bir sahibinin olmasıydı. Görsel kültürün sahipliÄŸini yapanlar, yazılı kültürü içselleÅŸtirenler oldu. Sözlü kültürden yazılı kültüre geçiÅŸ yapamayanlar, görsel kültüre, ışığa üÅŸüÅŸen kelebekler gibi tav olmaktan kurtulamadılar. Matbaa sayesinde yazılı kültürü içselleÅŸtiren, ona gereken deÄŸeri veren Batı, bilimdeki ve teknolojideki geliÅŸmeler sayesinde görsel kültürün hamisi, yönlendiricisi hatta tek hâkimi oldu. Bizim gibi, matbaaya, yazıya, kitaba, okumaya gereken deÄŸeri vermeyen halklarsa, görsel kültüre resmen âşık oldular. Görsel kültürün mottosu da tahmin edebileceÄŸiniz gibi “seyretmeden duramamak” oldu.

Görsel kültür, tüm dünya halklarını derinden sarstı. Çünkü seyretmenin cazibesi ve kolaylığı hepimizi esir aldı. Cep telefonlarının yaygınlaÅŸmasıyla bu esaret, gönüllü birlikteliÄŸin ötesine geçti. Yazılı kültürü içselleÅŸtirenler açısından bu görsel hengâmeye direnmek biraz daha gerçekçi olurken, yazılı kültürü tam anlamıyla içselleÅŸtiremeyenler ise sözlü kültürden görsel kültüre terfi edip rahat ettiklerini sandılar. Ama edilgen bir davranış sergilediklerinin ve sadece kullanıcı/ tüketici pozisyonunda olduklarının farkına varamadılar. Batı, ÅŸu anda görsel kültürün hem üreticisi hem de sahibi olarak, tüm dünyada bu kültür üzerinde tek söz sahibi.

***
Ä°ÅŸin ilginci, görsel kültürün bu dominant varlığı neticesinde, yazılı kültürün önemi de sözlü kültürün deÄŸeri de tüm dünyada hızla eriyor. Barry Sanders, Neil Postman, Nabi Avcı gibi düÅŸünürler, bu gerçeÄŸi erken fark eden ve bunun olası sonuçlarını daha 90’lardan itibaren anlatmaya çalışan isimler olarak dikkati çekiyorlar. “Bir ÅŸeylerden haberdar olmakla, bir ÅŸeyleri bilmenin aynı ÅŸey olmadığını kolaylıkla anlayabiliriz” diyen Nabi Avcı’nın “Enformatik Cehalet” olarak kavramsallaÅŸtırdığı durumun ÅŸimdilerde içinde yüzüyoruz. BoÄŸazımıza kadar enformasyona batmış vaziyetteyiz ama cehalet de yakamızı bırakmıyor.

Amerikalı düÅŸünür Barry Sanders ise “Öküzün A’sı” isimli kitabında, hem sözlü hem de yazılı dili (kültürü) elinden alınmış kuÅŸaklar olarak bizlerden bahsederken “post-cehalet” gibi yeni bir kavrama ihtiyacımız var diyor. Zira yaÅŸananlar, klasik anlamdaki cehalet kavramıyla geçiÅŸtirilecek bir hâli aÅŸmış durumda. Bir baÅŸka Amerikalı düÅŸünür Neil Postman ise “Televizyon Öldüren EÄŸlence” adlı eserinde “cehalet daima düzeltilebilir bir durumdur. Ancak cehaleti bilgi olarak kabul ettiÄŸimiz zaman ne yapabiliriz?” sorununun cevabını arıyor. Bir anlamda cehaletin günümüzde artık övünülecek bir deÄŸer taşıdığına vurgu yapıyor. Tayfun Atay’ın durum tespiti de can sıkacak cinsten. Atay’a göre; “artık düÅŸünmekten çok seyretmek, bilmekten çok görünmek, kafaya deÄŸil göze hitap etmek, meslek sahibi olmaktan çok ÅŸöhret sahibi olmak, çalışmaktan çok, kolay para kazanmak, emekten çok eÄŸlenmek, toplumsal tercih olarak raÄŸbet görüyor…”

***
Ä°nternet öncesi analog kültürde cahilliÄŸimizin farkındaydık. Okumadığımızı ve bu yüzden de eksik olduÄŸumuzu biliyorduk. En azından bunun ezikliÄŸini, utancını”, piÅŸmanlığını yaşıyorduk. Ama Dijital kültürde bu özelliÄŸimiz dumura uÄŸradı. Evet, yine okumuyoruz. Ama “okumamızı gerektirecek bir durum da yok zaten” bahanesine sığınıyoruz. Post cehalet döneminin sloganları:

Kitaplar demode, dergiler nostaljik, uzun yazılar sıkıcı... Bak geç, seyret yeter, tıkla öÄŸren…

Matbaanın bu topraklara 300 yıl geç gelmesinin vebalini sözlü kültürün evlatları olan dedelerimizin omuzlarına yükledik ama bizler de sözlü kültürü tam anlamıyla beceremeden, yazılı kültürde derinleÅŸemeden, görsel kültüre tüm benliÄŸimizle teslim olduk.

Yapılan araÅŸtırmalara göre; günde ortalama 7 saat 29 dakikamız internette geçiyor. Bunun 2 saat 55 dakikasını sosyal medya tüketiyor. Sosyal medya platformlarının aktif kullanıcı sayısında tüm dünya ülkeleri arasında ilk 10’dayız. Görsel kültürün iÅŸtahlı kullanıcıları olarak daima üst sıralardayız. Seyretmeye bayılıyoruz, izlemekten çok büyük keyif alıyoruz. Tüm dünyayı küçücük bir ekrana sığdırmış vaziyetteyiz. Kafa yormaktan ölümüne kaçınıyor, kafa dağıtmak için her fırsatı deÄŸerlendiriyoruz. Bu kitlesel anlamdaki öldüren eÄŸlence anlayışı, cehaletimizi derinleÅŸtirmekten baÅŸka bir iÅŸe yaramıyor.

Ä°letiÅŸim profesörü Edibe Sözen’in “Medyalar, insanların bilinçli davranmalarını istemez. Medyalar içinde bilinçli davranmayı isteyen araç sadece kitap ve sinemadır” tespiti, görsel kültüre koÅŸulsuz teslimiyetten çıkış yolunu gösteriyor. “Kitapla” yeniden tanışmalı, bakışımızı görsel kültür nesnelerinden çekip, yazılı kültür eserlerine yoÄŸunlaÅŸtırmalıyız. Post cehalet batağından kurtulmak için, “okumadan duramayan” kiÅŸiler olmak dışında bir çözüm göremiyorum.

 

GörüÅŸ: Kadir Metin AkbaÅŸ / Karar
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.