Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

George Floydun soluksuz bırakılan dedeleri

ABD'li Polis memuru Chauvin'in tavrı, net olarak diyebiliriz ki Kolomb ve ardından gelenlerin tavrıdır. Siyahî Floyd'un nefes alamıyorum çığlığı da geçmişin kanlı koridorlarında isimsiz bir hayalet gibi dolaşan, Batı tarafından köleleştirilmiş ve her türlü insanlık dışı muameleye tabi tutulmuş yüzbinlerce siyahî insanın çığlığıdır.



Bir gün biri çıkıp da günlük hayatta yaÅŸanan bir hadisenin aslında büyük tarihi geliÅŸmelerin yaÅŸayan özetlerinden biri olduÄŸunu söylese pek çoÄŸumuz buna anlam veremez. Fakat 2020 yılında ABD’nin Minneapolis kentinde yaÅŸananların 15. yüzyılın sonlarında baÅŸlayan bir süreci çok net bir biçimde özetlediÄŸine tüm dünya tanık olunca bu iddianın da altı doldurulmuÅŸ oldu.
 
Olay basit bir polisiye vakası olarak baÅŸladı. Olayın aktörleri Marketten alışveriÅŸ yapan bir siyahî, kuÅŸkucu bir market çalışanı ve beyaz bir polisti. Market çalışanının ihbarı üzerine gelen polis ekibi siyahî Floyd’u göz altına almaya çalıştı. Floyd direndi. Bunun üzerine beyaz polis memuru Chauvin zor kullanarak ÅŸüpheliyi yere yıktı ve dizini Floyd’un kafası ve boynu arasına sıkıştırıp uzun bir süre o pozisyonda kaldı. Savcıların raporuna göre Chauvin, tam 8 dakika 46 saniye boyunca dizini Floyd’un boynuna bastırdı. Bu sırada siyahi Floyd defalarca “Nefes alamıyorum” , “Anne” ve “Lütfen, lütfen, lütfen” diye bağırıyordu.
 
Ä°ÅŸte tan burda basit bir polisiye vakanın aktörleri tarihi modellere dönüÅŸtüler. Sanki polis memuru Chauvin Kristof Kolomb ve Batı âlemini, siyahî Floyd ise koca bir Afrika kıtasını temsil eder oldu.
 
BaÅŸlayan gösterilerdeki tutum bunun kanıtı gibiydi. Polis memuru Chauvin’e öfkelenen kalabalığın Virginia eyaletine baÄŸlı Richmond kentinde Kolomb’un bir heykelini kaidesinden indirildikten sonra yakarak göle atmasının izahının kökleri iÅŸte tam da bu tarihte yatmaktaydı.
 
Polis Chauvin ve Kolomb
 
1492 yılında deniz yolu ile Hindistan’ı keÅŸfetme iddiasıyla Ä°spanya’dan ayrılan Pinta, Nina ve Santa Maria adlı üç geminin baÅŸ kaptanı olan Ä°talyan denizci Kristof Kolomb yüzyıllar boyunca kendisinden bahsedileceÄŸini tahmin etmiÅŸ midir bilemeyiz. Ama bildiÄŸimiz bir ÅŸey varsa bu açık göz bir tüccarlık macerasının insanlığı toptan dönüÅŸtürecek bir hamle olduÄŸudur.
 
Gerçi Kolomb bu hamlenin sonuçlarını görmeden dünyadan çekip gitmiÅŸti ama Avrupa alemine öyle bir kapı açtı ki etkileri günümüzü bile sarsmakta.
 
Kolomb’un Avrupa kıtasından sonradan Amerika adı verilecek bu topraklara açtığı kanlı ve kinli koridor Batılılar için bir türlü doymak bilmeyen nefislerini kamçılamıştı. Gelgelelim bu kamçının tadını yaÄŸmaya koyulan Batılılar çıkarırken, acısını da en derinden hissedenler Amerika kıtasının yerlileri ve Afrika’nın siyahileri oldu.
 
Bu süreçte elbette ilk ağır darbeyi Kızılderili adını verdiÄŸimiz topluluklar yedi.
 
Yerlilere bakış
 
 
1492’de Amerika kıtasına ayak basan ama bunun farkında olmayan Kristof Kolomb, buradaki yerli halkla karşılaşınca o güne kadar kafasını dolduran Batılı ÅŸartlanmaları onu hayrete sürükledi. Çünkü kendisi ve içinden çıktığı sosyal zeminin kafa yapısı ne kadar tahakküm etmeyi buyuruyorsa karşısına çıkan bu insanlar da bir o kadar yumuÅŸak baÅŸlı ve insancıldılar. Ama Kolomb duruma bu kadar romantik bakmadı. Yerli halkı ÅŸöyle betimlemiÅŸti: “Son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduÄŸu herhangi bir ÅŸey istendiÄŸinde hemen veriyorlar. BaÅŸkalarına olan sevgileri kendilerine olandan daha fazla.”
 
Tabii Kolomb’un bu sözleri elbette antropolojik bir gözlem deÄŸildi. Daha sonra yaptığı deÄŸerlendirmede baÅŸka bir ırkın insanları üstten bakan buram buram Avrupalı bakışın kokusu yükselecekti. Dahası Kolomb’un sözleri kendisinden sonrakilerin baÅŸlatacağı kanlı bir sürecin yol haritası niteliÄŸindeydi. Åžöyle diyordu Kolomb: “Bunlardan çok iyi hizmetkar olur. Sadece elli adamla bütün bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eÄŸdirebiliriz ve her istediÄŸimizi yaptırabiliriz.”
 
Böylece Kolomb’un açtığı yolda yürüyen Ä°spanyolların tarihçilerinden Fernandez Oviedo da bu yerlileri soykırıma uÄŸratan kendi evlatlarının vicdanının rahatlatmak için ÅŸöyle diyecekti: “Putperestlere karşı kullanılan barut, Tanrı için yakılan tütsü sayılır.”
 
Kolomb zihninin inşası
 
Süreç Kolomb’un zorba kurnazlığıyla kalmadı. Batılı düÅŸünürler açılan bu kanlı koridora bilimsel (!) bir kılıf uydurmak için iÅŸe koyuldular. Gobineau’dan Locke’a Nietzsche’den Montesquieu ve Schopenhaur’a kadar hemen hemen Batılı düÅŸünürlerin tümü ırkı esas alan çözümlemelerde bulunmuÅŸlardır. Zira temel paradigma John Locke’un “insan beyazdır” önermesi çizgisinde olduÄŸundan, zaman ve zemin farklılaÅŸsa da Batılı düÅŸünürlerin ana yaklaşımı deÄŸiÅŸmeden kalmıştır.
 
Gobineau’ya göre ırkların kalıtımla getirdiÄŸi sosyal özellikler vardı. ÖrneÄŸin Batılı-beyaz ırk bir çekim gücüne sahipken sarı ve siyah ırklar itme gücünü bünyelerinde barındırıyordu. Bu nedenle tarih boyunca uygarlığın kurucuları ve taşıyıcıları beyaz-Batılı ırkın olmuÅŸtu. Biz Türklerin de içine kattığı sarı ırkın ve insan deÄŸil de insansı saydığı siyah ırkın tıpkı hayvanlar gibi uygarlaÅŸmaya yönelik doÄŸal bir isteksizliÄŸe sahip olduÄŸunu iddia etti.
 
Gobineau’nun sözde bilimsellik diye piyasaya sürdüÄŸü bu çarpık ve sığ görüÅŸ, dünyayı yaÄŸmalayacak olan Avrupalı sömürgecilere tam da aradıkları gerekçeyi verdi. Bu fikirden cesaret alan Avrupalı kolonizatörler, uygarlaÅŸmış beyazlar olarak geliÅŸmemiÅŸ sarı ve siyah ırklara ne pahasına olursa olsun “uygarlık” götürme misyonunu üstlendiler. Böylece dünya ülkelerini gasp ve yaÄŸma hareketlerini yaldızlı bir kılıfa büründürmeyi baÅŸardılar.
 
Utanç vesikası
 
Bugün siyahî Floyd’un boÄŸazına basılarak öldürüldüÄŸü coÄŸrafyada yüzyıllar öncesi kan dondurucu soykırımlar yaÅŸanmıştı. Ä°spanyol ve Portekiz sömürgecileri milyonlarca Aztek ve Ä°nka halklarını korkunç katliamlarla yok etmiÅŸlerdi. Bu iki devletin açtığı kapıdan giren diÄŸer Batılı devletler de Ä°spanyol ve Portekizlilerden geri kalmamışlardı. Bilhassa Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin kurulmasından sonra dilimizde “Kızılderili” olarak bildiÄŸimiz konar-göçer Kuzey Amerika kabileleri kelimenin tam anlamıyla yok edilmiÅŸlerdi.
 
 
Kızılderilileri parmakla sayılacak kadar bitiren Batılı efendiler bu kez de ucuz iÅŸ gücü için Afrika’ya yöneldiler. Böylece ikinci sıradaki kurbanlar bugünkü ABD’de Afro-Amerikalılar diye bilinen kitlenin büyükanneleri ve büyükbabaları olan Afrika’nın siyahî insanları oldu.
 
Uzun ama sistemli bir süreçti bu. Avrupa, bu sürecin alt yapısını hazırlamak için çok kurnazca adımlar attı. Yani organize bir aklın eseriydi tüm yapılanlar.
 
ÖrneÄŸin Ä°ngiltere’nin liman kentleri Afrika’dan Amerika’ya köle taşıyan gemilerinin çıkış noktası haline getirildi. 17. Yüzyıla gelindiÄŸinde Ä°ngiltere’nin ünlü liman kenti Liverpool’dan yola çıkan her dört gemiden biri köle ticareti yapıyordu. Batılı düÅŸünürlerin ırkçı fikirleriyle beslenen köle tüccarları için köle ticareti yapmak tahıl ticareti kadar doÄŸal bir iÅŸ olmuÅŸtu. Zira bunu bilimsel(!) ve doÄŸal (!) bir hak olarak görüyorlardı.
 
Afrika’dan tıpkı bir hayvan gibi avlanan ve gemilere doldurulan siyahî insanların pek çoÄŸu kötü yolculuk ÅŸartlarında hayatlarını kaybediyorlardı. ÇoÄŸu zaman köle olarak gemilere doldurulan bu mazlumların yolculuk sonunda yarısının öldüÄŸü bile oluyordu.
 
 
Öyleki 16. yüzyıldan 19. yüzyıla dek Afrika’dan yaklaşık on beÅŸ milyon siyahî insanın köleleÅŸtirilerek Amerika Kıtası’na götürüldüÄŸü tahmin edilir. Daha sonra ihtida edecek olan ve Batı dünyasının düÅŸünce haysiyeti taşıyan fikir adamlarından olan Garaudy bu konuda ÅŸöyle der: “Batılılar yüz milyonu aÅŸkın Amerika yerlisini öldürerek dünyada daha önce benzeri görülmemiÅŸ bir soykırım yaptılar. Bunun ardından üç yüz yıl süren köle ticareti sırasında en az yüz milyon Afrikalıyı öldürerek bir baÅŸka akıl almaz soykırımı gerçekleÅŸtirdiler.”
 
Garaudy’nin açtığı bu kapıdan tespiti somutlaÅŸtırırsak, dünya tarihinin utanç vesikası olan soykırımların en önemli besleyici unsurunun Batı bünyesinin ürettiÄŸi ırkçılık düÅŸüncesinin olduÄŸunu söyleyebiliriz.
 
Tüm bu anlatılanlardan sonra çok sorulan bir sorunun yanıtı da göz kırpar gibi durmakta. Bu soru “Tarih tekerrür eder mi?” diye dile dolanmış bir bilmece gibidir. Fazla uzatmadan denilebilir ki birey birey insanlar, devletler, isimler geçicidir. Durmaksızın akan bir nehir gibi her daim yenilenir. Fakat her bireyi biçimlendiren, devletlere tarihsel vazifesini yükleyen sosyal ruh sabittir. Bu nedenle ABD’li Polis memuru Chauvin’in tavrı net olarak diyebiliriz ki Kolomb ve ardından gelenlerin tavrıdır. Siyahî Floyd’un nefes alamıyorum çığlığı da geçmiÅŸin kanlı koridorlarında isimsiz bir hayalet gibi dolaÅŸan, Batı tarafında köleleÅŸtirilmiÅŸ ve her türlü insanlık dışı muameleye tabi tutulmuÅŸ yüzbinlerce siyahî insanın çığlığından baÅŸka nedir ki?
 
 
Koray Åžerbetçi /  Açık GörüÅŸ

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.