Özel / Analiz Haber
Osmanlı’da cariyelik ve siyahi köleler
Follow @dusuncemektebi2
Osmanlı’da ABD benzeri üretimde işgücü esasına dayanan bir kölelik müessesi hiç olmadı. Savaş sırasında ele geçirilen esirler fidye karşılığında alıkonulmuş ve gemilerde çeşitli görevlerde kullanılmışsa da bu uygulama bir devlet politikasına dönüşmedi
ABD’de yaÅŸayan siyahi bir vatandaÅŸ olan George Floyd’un polis tarafından büyük bir kin ile öldürülmesi sonrası baÅŸlayan olaylar henüz dinmiÅŸ deÄŸil.
Beyazların son dönemlerde artan ırkçı davranışları Batı'nın, özellikle ABD’nin kölelik geçmiÅŸini yeniden gün yüzüne çıkarttı.
ABD’de köleliÄŸin tarihi
Yeni dünyanın keÅŸfiyle beraber Amerikalı siyahlar kıtaya zincirlere vurulmuÅŸ bir halde getirildi.
17'nci yüzyıla gelindiÄŸinde bugün Güney olarak bilinen ABD’nin tarım tarlaları bölgesinde iÅŸçi gücü çoÄŸunlukla siyahi Afrikalı kölelere dayanıyordu.
1700’li yıllarda Güneyli beyazların köleleri üzerindeki hakları kanunlar çerçevesinde koruma altına alınmıştı.
Bu kanunlara göre beyazlar kölelerini cezalandırma, satma ve hatta dilerse öldürme hakkına sahipti.
1705 yılındaki meÅŸhur Virginia kanununa göre hiçbir beyaz kölesi konumundaki bir siyahiye karşı iÅŸlediÄŸi suçtan sorumlu tutulamazdı.
1808 yılına gelindiÄŸinde köle ticareti yasaklanmışsa da köle bulundurmak hala kanunla koruma altında tutuluyordu.
Oysa bugün her ABD’linin iftihar ettiÄŸini söylediÄŸi Bağımsızlık bildirgesi 1776 yılında Thomas Jefferson tarafından yazılmıştı ve bildiride açık bir biçimde tüm insanların eÅŸit olduÄŸu yazılıydı:
Tüm insanlar eÅŸit yaratılmışlardır, kendilerini yaratan Tanrının bahÅŸettiÄŸi bazı vazgeçilemez haklara sahiplerdir; yaÅŸam, özgürlük ve mutluluk arayışı da bu haklar arasındadır.
(Savaşı beyaz adam baÅŸlattı: siyahlar Malcolm X’in mi; yoksa Martin Luther King‘in izinden mi gidecek? – Independent Türkçe)
ABD’de köleliÄŸin kaldırılması iç savaÅŸta yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesiyle ancak mümkün oldu; fakat kölelik kaldırılsa da siyah ve beyaz Amerikalı arasındaki ayrımcılık hiçbir zaman tam anlamıyla bitmedi.
KöleliÄŸin kaldırılmasından hemen sonra baÅŸlayan “segragtion” dönemi bugün dahi tam anlamıyla bitmiÅŸ deÄŸil.
Buna göre herkes eÅŸitti; ama ayrıydı. Kanun önünde özgürlüÄŸünü kazanan siyahi Amerikalıların yasal eÅŸitliÄŸini kazanabilmesi de bir asır sürecekti.
Bugün kanuni bir ayrım olmasa da hala birçok beyazın kendisini siyahilerden üstün görmesi ve ayrımcılık içeren bazı davranışlarda bulunması ABD’nin bir numaralı gündemini meÅŸgul ediyor.
Bu süreçte ABD’nin geçmiÅŸi kınanırken akıllara gelen en önemli sorulardan birisi de Osmanlı tarihinde kölelik olup olmadığıydı.
Osmanlı’da ABD’dekinin benzeri üretimde iÅŸgücü esasına dayanan bir kölelik müessesi hiç olmadı. SavaÅŸ sırasında ele geçirilen esirler fidye karşılığında alıkonulmuÅŸ ve gemilerde çeÅŸitli görevlerde kullanılmışsa da bu uygulama bir devlet politikasına dönüÅŸmemiÅŸti.
Köle esir etmek ve ticareti çoÄŸunlukla korsanlıkla geçinen leventlere tanınan bir hakla sınırlı kalmıştı.
Öte yandan, Osmanlılar kölelerden sarayda ve ev iÅŸlerinde faydalanmıştı. Genel olarak devlet adamlarının sahip olduÄŸu köleler çoÄŸunlukla kadınlardan cariye olarak seçilirdi; fakat zamanla saray dışında da kölelik yaygınlaÅŸtı.
Sultan Ä°kinci Abdülhamid kendi haremini dağıtarak cariyelik müessesesini ortadan resmen kaldırmışsa da Cumhuriyet’in ilk yıllarında dahi Ä°stanbul’un bazı semtlerinde el altında cariyelik ticaretinin sürdürüldüÄŸü bilinen bir tarihi gerçek.
Özellikle cariyelik müessesesi Batılıların Osmanlı’ya dair iÅŸtahını kabartan bir konuydu.
Osmanlı’yı ziyaret eden seyyahların çoÄŸunun bire bin katarak anlattıkları bu müessese uzun yıllar Avrupalıların hayal dünyasını süsledi.
Ä°slam’a göre kölelik müessesi
Ä°slam tarihinde kölelik yoktur, demek tarihi gerçeklerle baÄŸdaÅŸmaz; fakat bu müessesenin kurulması Hz. Muhammed döneminde olmamıştı.
Toplum tarafından yerleÅŸmiÅŸ kölelik müessesini biranda kaldıramayacağını bilen Hz. Muhammed, iÅŸe bu kurumu ıslah etmeye ve insanları bu kurumdan uzak tutmaya çabalayarak baÅŸlamıştı.
Hz. Muhammed’in Peygamber olarak gönderildiÄŸi Arap toplumunda kölelik hayatın tâbi bir unsuruydu.
Bir baba öldüÄŸünde haremindeki cariyeler oÄŸluna miras olarak geçebiliyordu.
Ä°slam, bir çırpıda yasaklayamayacağı bu müessesiyi toplumda minimize etmek ve kölelerin haklarını koruma altına almak için bir dizi tedbir almıştı.
Bu tedbirlerin başında insanların kölelik alışkanlığından kendi iradeleriyle vazgeçmeye teÅŸvik etmekti:
Fakat o, (ucunda cennet olan) sarp yokuÅŸu tırmanmak için hiçbir bedel ödemedi.
Bilir misin nedir o sarp yokuÅŸ?
Bir kişiyi daha zincirlerinden kurtarmaktır!
(Beled Suresi -11,12,13 / Mustafa Ä°slamoÄŸlu Meali)
Kölelerin azat edilmesi en üst perdeden tavsiye edilmesine raÄŸmen bu kangrenin toplumdan tamamen sökülüp atılamayacağı ortadaydı.
Ä°slam, bu sebeple kölelerin hukukunu da düzenleyerek efendilerine çok ciddi sorumluluklar bindirdi ve köle sahibi olmayı zor bir ayrıcalığa dönüÅŸtürmeyi amaçladı:
Allah size kendinizden ÅŸöyle bir örnek getirdi: Kölelerinizden, verdiÄŸimiz rızıklarda sizinle eÅŸit haklara sahip olan ve birbirinizden çekindiÄŸiniz gibi kendilerinden çekindiÄŸiniz ortaklarınız var mı? DüÅŸünen bir topluluk için âyetleri böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.
(Rum 28 – DÄ°B Meali)
Kölelerin azat edilmesini tavsiye eden onların hakkını düzenleyen Ä°slam, bu müessesenin toplumda gözden iyice düÅŸmesi için kadın köle (cariye) sahibi efendilere, cariyeleri ile evlenmelerini öÄŸütleyerek bu kadınlarının istismarını engellemeye çalışıyordu.
Aksi halde bir meta olarak görülebilen cariyeler efendilerinin ekonomik durumu bozulduÄŸunda fuhuÅŸ yapmaya zorlanabiliyordu:
Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. EÄŸer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleÅŸtirir. Allah lütfu geniÅŸ olandır, hakkıyla bilendir.
(Nur 32 – DÄ°B Meali)
Alınan tüm tedbirlere raÄŸmen kölelik, Ä°slam bünyesinde sökülüp atılamamış bir cerahat olarak sonraki yüzyıllara aktarılmıştı.
Emeviler ve Abbasiler gibi güçlü Arap Devletleri; Selçuklular ve Osmanlılar gibi büyük Türk Ä°mparatorlukları da kölelikten yararlanmışlardı.
Türkler, köleleri askerlik hizmeti ve saray iÅŸlerinde kullanmayı tercih etmiÅŸti.
Özellikle Osmanlı Devleti’nde uzun bir süre ordu ve devlet yönetiminde köleler çok kritik görevlere gelmiÅŸlerdi.
Saray içerisinde Enderun denilen okulda ÅŸehzadelerle beraber eÄŸitim alabilen köleler kısa süre içerisinde padiÅŸahtan sonra en güçlü devlet adamları durumuna gelmiÅŸlerdi.
Ayrıca Sultanların çoÄŸu da eÅŸlerini haremde yetiÅŸen köle kadınlardan seçerek onlara özgürlüklerini verdiÄŸi gibi sonradan özgür olan köle kadınların oÄŸulları Devlet-i Ali Osmaniye’nin başına geçerek padiÅŸah olmuÅŸlardı.
Batılı seyyahların yakın ilgisini cezbeden harem ve cariyelik kurumu bu sebeple çok önemli bir müesseseydi.
Bu bilgiler ışığında Osmanlı’yı ziyaret eden seyyahların eserleri harem ve cariyelik notlarıyla dolup taÅŸmaktadır.
Osmanlı topraklarında esir pazarları
Batılı seyyahların İstanbul topraklarına adımını attıkları ilk anda, soluğu aldıkları ilk yerler genellikle esir pazarları olmaktaydı.
Ä°stanbul’da Esirhan’ı ve Haseki gibi bölgelerde esir pazarları kurulduÄŸu bilirdi; bunların dışında Kahire, Åžam ve Diyarbakır da büyük esir pazarlarının kurulduÄŸu bölgelerdi.
William James Müller, Kahire’de gördüÄŸü esir pazarında kölelerin nasıl satışa sunulduÄŸunu ÅŸöyle kaleme almıştı:
Esir pazarı, en çok ilgimi çeken yerlerden biriydi. Kahire’nin en karanlık pis ve loÅŸ mahallerinden birindeki bir yapıya, dapdaracık bir sokaktan geçilerek giriliyordu. Bu avlunun orta yerinde satılık köleler sergileniyordu ve genellikle sayıları otuzla kırk arasında deÄŸiÅŸiyordu; büyük çoÄŸunluÄŸu çocuk denecek kadar küçüktü.
Görünüm insanı isyan ettirecek türdendi; yine de sandığım gibi, efendisi kızlardan birinin üstündeki yün elbiseyi kaldırıp, kendisini çırılçıplak bırakarak bir müÅŸterinin nazarlarına sunduÄŸunda, kızın yüzünde bir sessizlik ya da utanç görmedim.
Ä°stanbul’u karış karış dolaÅŸan meÅŸhur seyyah Gerard de Nerval, “DoÄŸu’ya Yolculuk” eserinde payitahtta gördüÄŸü bir esir pazarını not etmiÅŸti.
Burada üzgün görmeyi umduÄŸu esir kızların gülüÅŸlerine pek ÅŸaşırdığını kaydediyordu:
En çekici yanlarından biri de saçlarıydı; büyük örgüler halinde düzenlenip yaÄŸlanan saçlar, omuzlarından ve göÄŸüslerinden aÅŸağı pırıl pırıl sarkıyordu. Yağın parlaklığı onları daha canlı, yüzlerini daha çarpıcı hale getiriyordu.
Tüccarlar onları soymaya hemen hazırdı. DiÅŸlerini kontrol edebilmen için ağızlarını olabildiÄŸince açıyorlardı, sonra aÅŸağı yukarı yürütülüyorlar, hepsinden çok göÄŸüslerinin esnekliÄŸine dikkat çekiyorlardı.
Zavallı kızlar istenenleri karşı koymadan yerine getiriyorlardı ve görüntü doÄŸrusu pek öyle üzücü deÄŸildi; çünkü çoÄŸu kendilerini kontrol edemedikleri bir gülme nöbetine kaptırıyordu.
Çerkes cariyelerin dramı
Osmanlı köle pazarında beyaz tenli ve güzel yüzlü olmasıyla ünlü Çerkes cariyeler ise, bir hayli pahalıydı. Bu da Çerkeslerin büyük dramlar yaÅŸamasına neden olmuÅŸtu.
Çerkeslerin barış vakitleri dahi köyleri basılıp kızları kaçırılmakta Ä°slam’a göre hür kadınların satışının haram kılınmasına raÄŸmen bu kızlar Diyarbakır, Åžam, Kahire veya Ä°stanbul köle pazarlarında satılmaktaydı.
ÖrneÄŸin 1790 yılındaki bir gümrük raporunda Çerkes bir köle kızın 16 altına satıldığına buna karşı koyu tenli bir kölenin ise 1 altın dahi edemediÄŸine yine Nerval’ın notlarından ulaÅŸabiliyoruz.
Daha acısı geçim derdi içine giren Çerkes ana-babalar kızlarını kendi elleriyle esir tüccarlarına satabiliyordu.
Bunun en önemli gerekçesi Çerkes kızlarının çoÄŸunlukla Saray ya da konak sahibi zenginler tarafından satın alınabiliyor olmasıydı.
Bu durum, çocukları için iyi bir istikbal kendileri için de ekonomik bir rahatlık anlamına gelebiliyordu.
EÄŸer satılan kız yaÅŸça büyükse evlenip özgürlüÄŸünü aldığında ailesi ile de yeniden münasebet kurabilirdi.
Bir baÅŸka seyyah Lucie Duff Gordon, Çerkeslerin dramını ÅŸöyle kaleme almıştı:
Çerkesler, sırtlarından gelir saÄŸlayabilmek için öz çocuklarını esir pazarlarına bizzat satmaya götürüyorlardı. Ama zenciler ve HabeÅŸler özgürlükleri için savaÅŸ veriyorlardı.
Elbette bu Çerkes cariyelerin yaÅŸadıkları psikolojik çöküntü, evlendikten sonra da yakalarını bırakmaz.
Hayatlarının sonuna kadar köleliÄŸin ağırlığını ruhlarında taşıyan bu kadınlar Tanzimat romanlarının ana temaları olmuÅŸtu:
Odalık sıfatında bulunan cariyelerin bir de baÅŸka türlüsü vardır. Bunlar bilemem hangi nokta-i istinada müsteniden bir baÅŸka hâl ve tavırda bulunurlar. Fakat âlemde her sınıf nev’ deÄŸil mi?
Ä°ÅŸte cariye kısmı dahi birkaç nev’ olup en büyük kısmı, yani esaret ne demek olduÄŸunu bilenleri bizim odalık tavır ve efkârında olduÄŸundan mezbure dahi onlar idadındadır.
(Letaif-i Rivayat, Esaret)
Elbette bu romanlar tesadüfen ya da hürriyet fikrinin heyecanıyla söylenmiyordu.
ÇoÄŸu Çerkes bir cariyenin oÄŸlu olan aydınlar annelerinin çektikleri acıları unutmamıştı ve sistemle yüzleÅŸerek adaleti saÄŸlamaya çalışıyordu.
Bu isimlerin başında hiç ÅŸüphesiz Ahmet Mithat Efendi gelirdi.
Ahmet Mithat Efendi​​​​​​​ / Fotoğraf: Wikipedia
Annesi Çerkes bir cariye olan Mithat Efendi, hayatının sonuna kadar roman ve hikayelerinde cariyelik sistemini eleÅŸtirmiÅŸti:
Frenk ukalâsı, bizdeki esareti muaheze ederler ha? 'Esaret' kelimesindeki hüküm, bizim maiÅŸet-i Ä°slâmiyemiz âleminin neresinde görülmüÅŸtür? Hangi cariye esaretten dolayı dûçâr-ı sefalet olmuÅŸtur? Ä°çlerinde kaç tanesi kocasız kalmaÄŸa mahkûmdur?
Bilâkis bizdeki cariyelerin ev bark, çoluk çocuk sahibi olmak yüzünden nail olageldikleri bahtiyarlık, BeyoÄŸlu’nda deÄŸme nîk-baht familya kızlarında bile görülemiyor.
Hele cariye istihdamını tervîc-i esarettir diye redd ederek, beslemeler istihdamını, muvâfık-ı medeniyyettir diye kabul eyleyen alafrangalık âleminin, besleme bîçareleri meyânında kendisini o sefaletten kurtarabilip de ev bark sahibi olabilenleri güç tahattur edilebilecek, parmakla sayılacak kadar nevadirdendir.
(Ahmet Mithat Efendi - MüÅŸahedat)
Harem
Elbette seyyahların, cariyelerle ilgili yazdığı birçok husus hayal dünyalarından uydurdukları safsataydı.
ÖrneÄŸin; Batı'da pek müspet görülmeyen Sultan Ä°kinci Abdülhamid imajına saldırılarının merkezinde harem ve cariyeler bulunuyordu.
Seyyahlar da bu konuda Abdülhamid’e doÄŸrudan saldırmayı tabir-i caiz ise adet edinmiÅŸlerdi.
Ünlü romancı ve Osmanlı seyyahı Knut Hamsun da bunlardan birisiydi.
Ona göre Sultan Abdülhamid canı sıkıldıkça cariye kurban eden bir katildi:
Geçenlerde bir ajans haberinde Sultan’ın pek sinirli ve öldürülme ÅŸüpheleri içinde olduÄŸunu, bu sebeple yatağının önünde hançerler bulundurulduÄŸunu okumuÅŸtum. Zevcesinin uykusunda kıpırdanması üzerine Sultan’ın korkuyla fırlayıp kadını hançerlediÄŸini yazıyorlardı. Sanki Türk Sultanı, “Kesim zamanı et bolluÄŸunda bir sosisin lafımı olur” diyen Norveç atasözünü düstur edinmiÅŸ gibi; nasılsa 299 tane daha karısı var; gelsin bir diÄŸeri!
(Knut Hamsun - Ä°stanbul'da Ä°ki Ä°skandinav Seyyah)
Batılı seyyahların gözünde yalnızca ÅŸehvet ve Binbir Gece Masalları'nı anımsatan Osmanlı haremi, aslında bir mektepti.
Burada bulunan cariyeler, çok iyi eÄŸitimlerden geçirilirlerdi. Elbette bu noktayı yakalayan gerçekçi seyyahlar da mevcuttu.
Ä°ngiliz elçiliÄŸi sekreteri olan Paul Rycaut da bunlardan birisiydi ve Haremdeki eÄŸitimi ÅŸöyle tasvir ediyordu:
Bunların içinde valide sultan maiyetini seçer ve en güzel ve akıllı ya da kendi mizacına en uygun gördüÄŸünü okullardan usulüne göre alır ve onları kendi hizmetine ya da maiyetindeki diÄŸer görevlilere verir.
Bunlar hep padiÅŸahın ilgi ve sevgisine nail olmaya uygun ÅŸekilde zengin giyimli ve her türlü deÄŸerli taÅŸla süslü olurlar. Bunların üstünde, her yakışıksız veya hafif davranışlarını düzeltmeye dikkat eden ve onları sarayın tüm düzen ve kuralı konusunda eÄŸiten kadın kâhya (kethüda) yer alır.
François Petis de la Croix de yabancı seyyahların harem ve cariyelik üzerine yanlış tespitlerini eleÅŸtirerek gözlemlerini ÅŸöyle aktarır:
Sevgili kardeÅŸim, Osmanlı hükümdarının sarayı ile ilgili merakını herkesten çok ben dindirebilirim. Yirmi yıldan fazla bir süre burada kalmış biri olarak burasının güzelliklerini, hayat tarzını, disiplinini gözlemlemek için yeterince vaktim oldu.
Birçok yabancı gezginin burasıyla ilgili naklettiÄŸi hayal ürünü ÅŸeylere inanılacak olursa ki bunların çoÄŸu bizim dilimize de tercüme edilmiÅŸtir, bu sarayın büyülere, tılsımlara bulanmış bir yer olduÄŸunu düÅŸünmek hiç de zor olmaz.
Hâlbuki burasının en büyük güzelliÄŸi içine girilince görülen düzeni, burada yaÅŸayan kudret sahiplerinin hizmetine adanmış eÄŸitimidir.
Osmanlı sarayında zenci köleler
Bugün ABD, siyahi kölelerin mirası ile ateÅŸ yerine dönmüÅŸ durumda. Osmanlı hiçbir siyahiyi ten rengine göre kategorize ederek ağır iÅŸlerde kullanmadı.
Siyahileri bizzat haremde sultanın eÅŸi ve cariyelerine en yakın saray görevlisi olarak seçmiÅŸti.
Devlet içerisinde zaman zaman sadrazamdan dahi daha güçlü konuma gelecek politik güçler elde eden zenci harem aÄŸalarının yaÅŸadığı en büyük acı ise hadım edilmekti.
Harem Ağası
ÇoÄŸu ya hadım sırasında ölüyordu ya da hadım edildikten sonra fazla yaÅŸamıyorlardı.
Ä°nsani görülemeyecek bu uygulama bir kenara bırakıldığında siyahi harem aÄŸaları renklerinden ötürü herhangi bir ayrımcılığa uÄŸramamışlardı.
Avrupalı seyyahlar eserlerinde siyahi harem aÄŸalarına da geniÅŸçe yer vermiÅŸlerdi.
Ünlü Fransız seyyah Jean-Baptiste, Tavernier eserinde siyah harem aÄŸalarının köle oluÅŸ sürecini ÅŸöyle naklediyordu:
Haremde bolca zenci hadım aÄŸa vardır. Bu nedenle, Asya’nın ve Afrika’nın birçok yerinde büyük bir hadım ticareti yapılmaktadır. ÖrneÄŸin, 1659’da bulunduÄŸum Kolkondo Krallığı’nda aynı yıl yirmi iki bin hadım satılmış.
Eyaletlerinde yapılan bu barbarca uygulamadan hiç rahatsız olmayan, hatta hizmetinde çalıştırmak için hadımlar getiren Büyük MoÄŸol Ä°mparatorluÄŸu’nun büyükelçisi, bir gün beni köÅŸeye çekerek, böylesine acımasız duygular yüzünden Kolkonda Krallığı’nın bir gün yıkılacağından korktuÄŸu için ülkesine gitmekte çekimser kaldığını söyledi.
Çocuklarını hiç sevmeyen, boÄŸazlarını doyuramayacaklarından korkan yoksul anne babaların çoÄŸu, en küçük hayat pahalılığında yavrularını tüccarlara satıyorlar, tüccarlar da onların organlarını kısmen ya da kökünden kesiyorlar.
…
Bu kadar tehlikeli bir cerrahi müdahaleden geçip de kurtulan pek fazla olmadığı için, organları bir miktar kesilenlere göre çok daha pahalı oluyorlar.
Bunlar Ä°ran’da ve Türkiye’de altı yüz eküye kadar alıcı buluyor. Ä°ran, bütün Hindistan ve bütün Afrika eyaletlerinin ihtiyacını karşılamak için, çeÅŸitli yerlerden binlerce hadım getirtmek gerektiÄŸi açıkça ortada.
Ganj’ın ötesinde yarımadada bulunan Kolkondo Krallığı’ndan, Assam’dan, Butan’dan, Arakan ve ilerisindeki Pegu’dan inanılmaz sayıda hadım getirtiliyor. Sayıları daha az olan siyah hadımlar çok daha pahalı.
Onların türünde çirkinlik güzellikten daha makbul sayıldığından, en ÅŸekilsizleri daha çok deÄŸerli oluyor.
Basık bir burun, ürkütücü bakışlar, koca bir ağız, kalın dudaklar, simsiyah ve seyrek diÅŸler bunları satan tüccarların çıkarlarına oluyor. Ä°ÅŸte Topkapı Sarayı haremi bu tip hadım aÄŸalarla doludur.
Bunlar haremin korunmasında ve haremde kadınların yapamayacağı ağır iÅŸleri yapmakla yükümlüdürler ve saraya büyük Kahire paÅŸası tarafından gönderilirler.
Osmanlı Devleti, Tanzimat Fermanı ile baÅŸlayan süreçle kanunen Abdülmecid döneminde köle ticaretini yasakladı.
Sultan Abdülhamid ise kendi haremini dağıtarak cariye sahibi olmanın önüne geçmeye çalıştı.
PadiÅŸahların tüm bu çabalarına raÄŸmen kölelik müessesi 20'nci yüzyılın başına kadar el altından varlığını sürdürmeyi devam ettirdi.
Kölelik tartışmaları yaklaşık bir asırdır gündemimizden çıkmış olmasına raÄŸmen özellikle Tanzimat Dönemi Osmanlı aydınlarının büyük mücadelesiyle önüne geçilebilmiÅŸti.
Müellif: Mehmet Mazlum Çelik / The Independent Türkçe
*Daha ayrıntılı bir okuma için Deniz Maden’in “Avrupalı Seyyahların Gözünde Ä°stanbul Haremi” ve Rüveyda Salam Ä°nce’nin “Kuran-ı Kerim’de Kölelik Konusu” çalışmaları incelenebilir.
Henüz yorum yapılmamış.