Mustafa Kutlu: AdemoÄŸlunun ruh burkuntusu
Follow @dusuncemektebi2
Hz. Peygamber Kur’an-ı Kerim’e dayanarak ruh hakkında fazla tartışılmamasını istemiştir. İnsan ruhu bedenden önce yaratıldı. O zamanlar ruh âlemi (âlem-i ervah) denen bir yerde bulunuyordu. Oradan ayrılıp bu dünyaya geldikten sonra sürekli aslî vatanının hasretini çekmektedir. Bu çerçevede insanoğlunun ruh burkuntusu, sıkıntısı hiçbir vakit son bulmaz. Tâ ki, Yaradan’a kavuşuncaya kadar.
Konuya “ruh” meselesi hakkında birkaç söz ile girmek istiyorum. Ä°nancımıza göre ruh insanın benliÄŸini meydana getirir. Kur’an-ı Kerim’de “Sana ruhtan soruyorlar, de ki: Ruh Rabbim’in iÅŸlerindendir. Size ilimden çok az ÅŸey verildi.” (Ä°sra/85); “Âdem’e kendi ruhumdan üfledim” (Hicr/29) buyrulmaktadır.
Bir kimse “ben” dediÄŸi zaman bedenine deÄŸil ruhuna iÅŸaret etmiÅŸ olur. Onun için insanı insan yapan ve ona ÅŸahsiyet kazandıran ruhtur. Ölümden sonra, yani ruh bedenden ayrılınca geride kalan sadece cesettir.
Ruh bir ÅŸeyin canlı veya var oluÅŸunun sebebidir. Hayvanların, bitkilerin hatta maddenin kendine has ruhu vardır. Buna mukabil Hz. Peygamber Kur’an-ı Kerim’e dayanarak ruh hakkında fazla tartışılmamasını istemiÅŸtir. Ä°nsan ruhu bedenden önce yaratıldı. O zamanlar ruh âlemi (âlem-i ervah) denen bir yerde bulunuyordu. Oradan ayrılıp bu dünyaya geldikten sonra sürekli aslî vatanının hasretini çekmektedir.
BilindiÄŸi üzere Hz. Âdem ile Hz. Havva da cennetten sürülerek dünyaya geldiler. Onlar da aslî vatanlarının özlemleriyle yanıp tutuÅŸtu. Yıllarca gözyaşı döktü. Böylece insanoÄŸlunun dünya hayatı da bir nevi “gurbet” olarak nitelendi. “Topraktan geldik, topraÄŸa döneceÄŸiz” sözü bu yolculuÄŸa iÅŸaret eder.
Bu çerçevede insanoÄŸlunun ruh burkuntusu, sıkıntısı hiçbir vakit son bulmaz. Tâ ki, Yaradan’a kavuÅŸuncaya kadar.
O bu yalan dünyada hep hüzünlü, hep boynu bükük durmaktadır. Ancak bir hadiste “Allah kalbi hüzün dolu tüm kullarını sever” müjdesi verilmiÅŸtir. Bu da sabra, ÅŸükre iÅŸaret etmektedir. Tasavvuf ehli “derdini sever”. Divan ÅŸiirimiz hatta bugüne kadar gelen ÅŸiirimizin omurgasında bu sebeple “hüzün” bulunmaktadır. Musikimiz de aynı ÅŸekildedir.
DüÅŸünün; ayrılığa üzülüp hüzünlenerek gözyaşı dökeriz; ancak kavuÅŸma hâlinde de aÄŸlarız; bunlara sevinç gözyaÅŸları diyoruz. AÄŸlayarak sevinmek nasıl bir göstergedir?
Ä°ÅŸte mesele burada.
Süfyan b. Uyevne “Ümmet içinde mahzun biri aÄŸlarsa bu aÄŸlama sebebi ile Cenab-ı Hak o ümmete merhamet eder” demiÅŸtir. Gözyaşı güzeldir. Ne mutlu aÄŸlayabilenlere. Gözyaşı merhamettir. Merhamet adaletin anahtarıdır. Adalet varılacak son nokta, açılacak son kapıdır. Bundan ötesi Allah’a kalmış.
Bir ÅŸeyh yola çıkan müridine “Bir mahzun görürsen selamımı söyle” diye tenbih etmiÅŸtir.
Türkülerimizin de yüzde 90’ı hüzünle örülmüÅŸtür. Gam aÄŸlatır, dert söyletir. Ancak bu kadar yoÄŸun bir hüzün her insanın takat getiremeyeceÄŸi bir yük olduÄŸundan türkülerimizin icrasında bir “orta yol” bulunmuÅŸtur.
Mesela: “Erzurum daÄŸları kar ile boran” diye yürek yakan bir uzun hava söyledikten sonra meydana gelen derin hüznü biraz olsun hafifletmek için “Bu dere kumlu dere” diye neÅŸeli bir parça baÄŸlanır. Bu tutum insanımızın hayata bakışını da açıklamaktadır. Evet, her ne kadar hüzünlere gark olmuÅŸ bir süreçten geçiyorsak da; dayanmak, üretmek, çalışmak, baÅŸkalarına faydalı olmak için madalyonun öte tarafında kalan neÅŸ’eye de hayatımızda yer vermeliyiz.
Bizler hüzün ehli ümmet olarak boynu bükük olanlara, kalbi kırık olanlara, gözyaşı dökenlere, mazlumlara, muhtaçlara daha bir yakınlık göstermekle mükellefiz. Güçlüye karşı zayıfın yanında, haksıza karşı haklının yanında, yalana karşı doÄŸrunun yanında, zalimlere karşı mazlumun yanında durmalıyız.
Mahzun gönüller ancak vuslat vuku bulduÄŸu zaman ÅŸâd olacaktır. O kavuÅŸma anının iÅŸtiyakı bizi bu yalan dünyanın kıylukâlinden uzak tutuyor.
Ne mutlu hüzün ehli olanlara.
Ne mutlu gözyaşı dökenlere.
Ne mutlu insana ve âleme merhametle bakanlara.
Ne mutlu daima dua hâlinde bulunanlara.
YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.