İsmail Kılıçarslan: Fıtrata uygun çevrecilik
Follow @dusuncemektebi2
Bugün “egemen söylemin yancısı” olmaktan öteye geçemeyen çevrecilik “kontrollü bir sivilce sıkma operasyonu”ndan başka bir şey değildir. Gücünün yettiği, dişini gösterebileceği ülkelerde “eylemci”, gücünün yetmediği ülkelerde “duyarcı” bir konseptle laylaylom bir çizgide gidip gelmektedir.
Bir yerlerde okumuştum. Rahmetli Roger Garaudy’e “yeşillerle aranız nasıl?” diye soruyorlar, o da duraksamadan “çiçeklere ve böceklere dair bilgilerimi güncellemek istediğimde konuşulabilecek arkadaşlar” cevabını veriyordu.
Müslüman olduktan sonra bile Sosyalizmin “siyasal insan” fikrinin yaman bir savunucusu olan Garaudy de tıpkı benim gibi “çevrecilik” meselesinin egemen söyleme bitişmesinden rahatsızlık duyuyordu.
Bu bakımdan Türkiye’de ufukta bir “çevrecilik fikri” dahi yokken “fıtrata uygun çevrecilik” diyebileceğim bir yaklaşımla yazılar yazan Erol Göka Hocamızın tespitine katılmamak mümkün mü? Yirminci yüzyılın Kapitalizmin meydana getirdiği “ekonomik insan” modeli ile Sosyalizmin meydana getirdiği “siyasal insan” modeli arasında bir kavgadan ibaret olduğunu söyleyen Göka, altın vuruşu şu satırlarla yapıyor: “Zaten çekiştirmeleri öngören bir sistemin bir yanını çekiştirmek, bütününü pekiştiriyordu. Gelişme, dağınıklık, iş bölümü, farklı telden çalmalar kronikleşti… Tabiatı talan eden narsistik egoizmin kırılmasının yolu, egoyu gerçekten tatmin eden, insanın tabiatla uyumunu bozmayan yeni biçimler bulmaktır. Kanaatimce bu yeni biçimler, geleneksel yaşam biçimlerinden başkası değildir.”
Bu, burada bir dursun.
“Şurada petrol aranmasın”, “burada maden kazılmasın”, “şurada ağaç kesilmesin” indirgemeciliğine mahkûm olarak araçsallaşan, bir bakıma “sistemin devamlılığını garanti altına alan”, bu yanıyla da “egemen söyleme ilişen” çevrecilik; insana, o biricik canlıya “fıtri bir öneride bulunmak” ile ilgilenmiyor ne yazık ki.
Yukarıdaki cümleyi yanlış anlamaya meyyal olanlar için açıklamam gerekir. Orada petrol aranmaması gerekiyorsa aranmamalıdır, şurada maden kazılması gerekmiyorsa kazılmamalıdır. Söylediğim bu değildir, bambaşka bir meseledir.
Benim derdim kabaca şudur. Egemen söylemin “sistemik devamlılığını” sağlamak, yani çevre duyarlılığı sekmesi ya da daha doğrusu rafı ihdas edip “küçük olanla uğraşırken asıl olanı kaçırmak” günümüz çevreci söyleminin iflas ettiği asıl yerdir.
Dünya bizi “tüketim canavarları” haline dönüştürürken egemen söyleme bitişik çevrecilik bize şunu önermektedir: “Tüketmeye devam et ama benim sana önerdiğim duyarlılıkları da satın al. Böylece vicdan azabın hafiflesin.”
Oysa “fıtrata uygun çevrecilik” diyebileceğimiz yaklaşımda asıl mesele “üzerinde yaşadığımız gezegenin bize emanet edildiği şuurunu kuşanmakla” ilgilidir.
“İnsanın dünyanın sahibi olduğu” fikri, hem ekonomik insan fikrinin hem de siyasal insan fikrinin iflas ettiği yerdir. İnsan gezegenin sahibi değildir. İnsanın gezegenle kurabileceği tek ve hakiki ilişki biçimi de “mademki bu gezegenin en güçlüsü ve akıllısı benim, bu gezegende benden daha güçsüz ve akılsız olanların emanetçisi de benim” fikrine ilerlemektir.
Böyle olunca asıl mesele “burada altın madeni olmasın” meselesi olmaktan çıkar ve “altının belirleyiciliği” fikriyle mücadele etmeye dönüşür.
Zira bugün “egemen söylemin yancısı” olmaktan öteye geçemeyen çevrecilik “kontrollü bir sivilce sıkma operasyonu”ndan başka bir şey değildir. Gücünün yettiği, dişini gösterebileceği ülkelerde “eylemci”, gücünün yetmediği ülkelerde “duyarcı” bir konseptle laylaylom bir çizgide gidip gelmektedir. Araçsallaştığı yer de tam burasıdır.
“Vicdan rahatlatma paketleri”, devasa ve insanı yok eden sistemin devamlılığını sağlamak için kurduğu muazzam bir aldatmacadır günümüzde.
Çözüm, fıtrata uygunluktur. “Tüketebileceğinden daha fazlasını üretmeyi reddetmek”le başlar, “geleneksel yaşam formlarını yeniden kurgulamaya” kadar uzanır.
“Pandaların da nesli tükeniyormuş çok yazık” duyarcılığı ile kurtarılamaz şu köhnemiş gezegenimiz. “İnsan niçin bu gezegenin bütün kaynaklarını kendi lehine sömürmekle meşgul oluyor; insan niçin yaratılışına uyum sağlayamıyor; insanı kim, niçin kandırıyor?” sorularını sormak ve bu soruların sahih cevaplarını bulmakla başlayabilir bir şey başlayabilecekse.
Dünya Çevre Günü’nü “sistemin devamlılığını sağlama günü” haline getiren şey insanın şaşkınlığıdır. Başka bir şey değil.
Henüz yorum yapılmamış.