Özel / Analiz Haber
Abdurrahman Arslan: Dünyanın her yerinde kolonize edilmiş aynı devleti bulmak
Follow @dusuncemektebi2
Siyasal alan bugün yaşadığımız hadisede de bilimle beraber bütün hayatı, hatta dine ait bir şey kalmışsa eğer onu da, sağlık üzerinden kolonize etti. Küresel karantina şartları altında gözden kaçan bilimsel bilginin toplum yararına kullanılması değil, toplum yararının bir ideolojiye göre düzenlenmesiydi.
Salgın hastalıkla mı ilgili -ki öyledir- yoksa onun yanında ama onunda ötesinde “insanla ilgili” bir meseleyle mi karşı karşıyayız? Tarihte geniÅŸ toplulukları içine alan hastalık/hadiseleri insanlar daima bir iÅŸaret bir ikaz, ama bunların da ötesinde kendini sorgulama ihtiyacı hissederek anlamaya çalışmıştı. Ä°smi ne olursa olsun kurtuluÅŸta Tanrı da aranmıştı. ÇaÄŸdaÅŸ insanda “virüs” le beraber bugün mahiyeti farklı bir sebebe dayanarak kendini sorgulayan bir arayışın içine girmiÅŸ görünüyor. Bu arayışla beraber zihinler iki ÅŸeye çevrilmiÅŸ oldu: “Tabiat” ve “Devlet”. Yani insanın tabiat ve devletle olan bugünde fazlasıyla ihtiyacını duyduÄŸumuz “iliÅŸki” meselesi yeniden gündeme geldi. Modern insanın ama bilhassa batı yakasındaki insan için esasında bu dün olduÄŸu gibi bugünde devam eden iki kadim meselenin geri dönüÅŸünü iÅŸaretlemekte. Tarih boyunca bir türlü karara baÄŸlanamayan ezeli, neredeyse ebedi diyeceÄŸimiz bir mesele olarak tabiat ve devlet. Günümüzdeki bu arayışlardan birine göre insan harici dünyayla kurduÄŸu yanlış iliÅŸkinin bugün karşılığını almaktadır; diÄŸeri de ölüm korkusuyla iyileÅŸme arasında kalan insanın devlete sığınmasıdır.
Tabiatla ilgili tarafında; hastalığın tabiatı tahrip ederek yaÅŸam alanlarını kolonize eden insanın kendi haricindeki canlılarla ortaya çıkan yeni iliÅŸki biçiminin neticesi ÅŸeklinde görülmesi var. Bu bakışı ilgi çekici kılan tarafı hadisenin sahibini tabiatta deÄŸil, yani suçluyu tabiatta deÄŸil, insanın tabiatla olan iliÅŸkisinde aranmasıdır. Çevreci bakış hariç tutulduÄŸunda hastalık meselesiyle ilgili olarak bunun modern tarihte ilk defa insanın haricindekileri deÄŸil kendini suçlu bularak yargılaması sayabiliriz. Davranışlarımıza sorumluluk yüklemeden bizi hasta edenler, kötülük getirenler daima hariçten gelenler/mikroplar/uzaylılardır. Kaynağı insan olan ve egemenlik içeren bu iliÅŸkinin baÅŸlangıçtan beri mahiyet itibariyle esasında “teolojik” iliÅŸki olduÄŸunu unutarak hakkında düÅŸünmeyi tercih ettik. Zira nesnellik ya da sergili bilim öyle istiyordu. Kapitalizmden bağımsız ÅŸekilde bu iliÅŸkiyi ele almak elbette ki mümkün deÄŸil, ama kapitalizm dediÄŸimizde acaba bu yeteri kadar açıklayıcı olabilmekte midir? Elbette ki kapitalizm teknolojiyle el ele verip üretime dayalı yeni bir iliÅŸki biçimi “icat” etti, fakat tabiatla alakalı yeni bir iliÅŸki biçimi getirmedi. Kendisi de daha evvel kurulan, teolojik dediÄŸimiz iliÅŸki biçiminin içinde neÅŸvünema buldu. Ancak yapısal olarak müsait olması sebebiyle de bu iliÅŸkiyi haddinden fazla sömürdü dersek, doÄŸrudur.
Devletle de ilgili olanına gelince, bu yalın ama muhteva olarak karmaşık bir süreç takip ediyor. Post-modern kültür dine alan açarak içini boÅŸaltırken susturdu, bunu yaparken de elbette devletinde iÅŸini kolaylaÅŸtırdı. Din deÄŸiÅŸtirilir ya da ihmal edilir hale getirildiÄŸinde toplum üzerinde en büyük tehlike olarak düÅŸünülen ölüm de bir kenara artık bırakılabilir, bu da siyasal iktidarı rahatlatır. Dayanışma ve baÄŸlılık biçimlerini kaybetmiÅŸ modern toplumda medyayla beraber ölümü sayılara indirgeyerek kenara atan bir devlet aygıtı; buna karşı diÄŸer yandan da iyileÅŸme vadeden bir medikal aygıt; pozitivist ideolojinin iki temsilcisi bugün insanları kanatları altına toplamakla meÅŸgul. Hariçten gelen bu düÅŸman siyaseti yeniden üretirken dahili olanın tahkimini de kolaylaÅŸtırmaktadır. “Kökü hariçtedir” ama hainlikte yapsa araçsallaÅŸtırmak mümkün. Ulus devlet çoktandır içten içe ihtiyacını duyduÄŸu birlik ve beraberliÄŸi dini telaffuz etmeden konsolide edebilmektedir. Dinin bir kenara bırakılmasıyla yaÅŸamaya koÅŸturulan nefisler bilgilendirme, bilinçlendirme bombardımanı altında medikal olduÄŸu kadar siyasal sınıfında egemenlik alanını geniÅŸletmekte.
II
Salgınlarla karşılaÅŸma yeni deÄŸil; insanlık ne bu tür hastalıklar ne de depremlerle ilk defa karşılaÅŸmıyor. Sistematik hale getirilmemiÅŸ olsa da salgınlar hakkındaki tecrübenin tarih boyunca “disk” lerde deÄŸil ama toplumların kültürel muhayyilelerinde her ÅŸeye raÄŸmen kaydı var. Salgın elbette ki ilk deÄŸil, ama geçmiÅŸle mukayese edildiÄŸinde devletin oynamaya çalıştığı rol yenidir.
Uzmanların egemen olduÄŸu bir toplumda/dünya da yaÅŸadığımızı biliyoruz; fakat ÅŸunu da biliyoruz ki uzmanlar bu kültürel muhayyilelerin yerine ikame edilmiÅŸ aktörlerdir. Uzmanlık, ışığı kendinden menkul bilgilendirici/bilinçlendirici bir tanrı olarak ortaya çıkar, bütün istediÄŸi “cahil” olarak gördüÄŸü insanın kendisine mutlak ÅŸekilde teslimiyet içinde olmasıdır; bu bedeni deÄŸil, ruhu da kapsar. Modern devletin çaÄŸdaÅŸ toplumdaki ideolojik aygıtlarının uzantısıdır. Kendisine karşı hoÅŸgörü ve teslimiyet saÄŸlayan, hatta esas önemlisi meÅŸruiyet saÄŸlayan “karanlık” karşısında aydınlığın, ölüm karşısında da yaÅŸamın temsilcisi olmasıdır. Bilgilendirme bir yerden sonra – aslında modern devlet ve toplumda her zaman- beyin yıkama süreçlerine dönüÅŸür, böyle zamanlarda beklenmemiÅŸ olsa da insan hatırlamadıklarını da hatırlamaya baÅŸlar. Bugün hatırlananlardan biri de dindir.
Salgın neyi hatırlatıyor; ya da sahiden bize bir ÅŸey söylemiyor mu? Bir yandan bizde derin bir “yaÅŸatılma” arzusu doÄŸurmakta, diÄŸer yandan da zamanımızın ruhuna baktığımızda sanki söylemek istediÄŸi her ÅŸeyi sadece bilime söylemektedir. EÄŸer bugün çaÄŸdaÅŸ insan kurtuluÅŸu bilimde arıyorsa bunun kabahati ne bilimde ne de dindedir, Ä°nsan kendine bakarak kimin yerini kiminle deÄŸiÅŸtirdiÄŸini görmelidir. EÄŸer bu durumda bir ÅŸey söylemek için ortaya çıkmadıysa, peki niçin aramızda dolaşıyor. Salgın gibi felaketle uzmanlara mevzu olsun, maÄŸdur ettikleri hakkında bolca konuÅŸma imkanı bulsunlar diye mi ortaya çıkarlar? EÅŸyaya bağımsız bir bilinç yüklediÄŸimizde, bunu tabii bir hal olarak kabul etmek mümkün, fakat o zamanda insan olarak bu dünyada yaÅŸamanın anlamı nedir veya bu anlamı nerede aramalıyız sorusuyla karşılaşırız.
Salgın mekânsal baÄŸlantısı olan “beden” üzerinden ele almak reformasyon sayesinde bedeni mülkiyetlerine geçirmiÅŸ olan evvela siyasete onunla beraber de tıbba konuÅŸma hakkı vermektedir. Ne var ki tarih boyunca bedenle alakalı olan her ÅŸey, devlet ya da saÄŸlıkla ilgili meseleler olmaktan evvel daima dinle ilgili olduÄŸu kabul edilmiÅŸti. Ancak ilk ve esas sahibinin din olduÄŸu unutulduÄŸunda, hatırlamak lazım ki beden dediÄŸimiz bu “mekana” siyasetle, tıpla, psikoloji, sosyoloji , coÄŸrafya, tarih ya da bayrakla anlam vermek imkansızdır. Yalnız ruh ve beden olarak deÄŸil kökeninin toprakla ilgisi bakımından da, “Humus/hümanizmde” olduÄŸu gibi, dinin terminolojisi olmadan neredeyse hiçbir dilde beden/insan hakkında konuÅŸmak mümkün olmaz. Varsayılanın aksine beden hudutları deri olan, et ve kemik yığını bir mekan deÄŸildir; onun anlamı ve taşıdığı sorumluluk daima kendi hudutlarını aÅŸar.
Ä°çinde yaÅŸadığımız zamanın hakikati kendisiyle savaÅŸ halinde olduÄŸumuz söylenen “virüs” müdür, yoksa “insan” mı? Ä°kisi de belli ki uzun zamandır dünya dediÄŸimiz bu yerde yaşıyor. Böyle bir ÅŸansımız varsa acaba önceliÄŸi kime vereceÄŸiz; eÄŸer insana diyorsak bu durumda dinin de bilim kadar konuÅŸmaya hakkı doÄŸmuÅŸ demektir. Peki çaÄŸdaÅŸ dünya niçin dini susturarak konuÅŸmak istemektedir?
III
Dünya sadece bedenin, siyasetin, devletin, iktisadın ya da kar ve zararın gezegeni midir; olaÄŸan üstü ÅŸartlardan geçerken sahibinin insan nefsini kışkırtarak ele geçiren kapitalizm olduÄŸunu kabul edip, esas sahibinin din olduÄŸunu ise unutmamız mı gerekiyor? Ä°lerlemenin serap olduÄŸunu, her ÅŸey için konuÅŸma özgürlüÄŸü talep ederken, yığın haline gelmiÅŸ toplumdan geriye bir ÅŸey kalmadığını bildiÄŸi halde bu çaÄŸ neden dinin “kitlelerin afyonu” olmasına tahammül gösteremiyor? Unutmak, susmanın/susturulmanın ebedi halidir, bunu biliyoruz. Ä°nsandan bahsetmenin dinsel biçiminden bu çağın ve çaÄŸdaÅŸ insanın hazzetmediÄŸini de öÄŸrenmiÅŸ durumdayız. Ancak hoÅŸlanmasak bile eÄŸer bunu kabullenirsek bu durumda kendimiz hakkındaki konuÅŸma da eksik kalacaktır. KonuÅŸmak dünyadaki varoluÅŸunun sebebi olduÄŸundan insan unuttuÄŸunda acaba din susacak mıdır; baÅŸta da saÄŸlık ya da ekolojiyle ilgili meselelerin bu vaziyette hallolacağına mı inanıyoruz, inanmıyorsak dünyayı hangi insanın bu hale getirdiÄŸini konuÅŸmak zorundayız.
Din sussun diye mi bugün yaÅŸam ve ölümü; her an kaybolmakta olan hayatların nereye gittiÄŸini anlamlandırmamak ya da hakkında düÅŸünmemek için mi aramızdan ayrılan yakınlarımızı bile istatiki sayılara dökmekteyiz. Bir düÅŸünürün dediÄŸi gibi, hesaplama sayılabilenden baÅŸka bir ÅŸeyin ortaya çıkmasına müsaade etmez; her ÅŸey sadece onun saydığıdır. ÇaÄŸdaÅŸ insana konuÅŸma hakkı veren uzmanlıksa, bu durumda bir de sayılarla konuÅŸma “diline” sahip olmayan dinlerin “uzmanlarının” da konuÅŸmaya hakları var demektir. EndiÅŸeye mahal yok dinin konuÅŸması elbette ki toplumsal yaÅŸamın dinileÅŸmesi demek olmayacaktır; tersine dinin toplumsal yaÅŸam hakkında saÄŸlık ideolojisi, siyaset ideolojisi, iktisat ideolojisi gibi konuÅŸması deÄŸildir. Bununla toplumun veya siyaset ideolojisinin diÄŸer bir ifadeyle çökmüÅŸ bir paradigmanın sahiden çöktüÄŸünün görünür hale gelmesinden mi endiÅŸe edilmektedir?
ÇaÄŸdaÅŸ dünya dinle karşı karşıya gelmek istemiyor; ya da eÄŸer bu karşılaÅŸmayı anlamlı bulmuyorsa o zaman insanların neden Tao’dan bahsettiÄŸini; Buda’nın heykelleri önünde tazimde bulunduklarını, havrada, kilisede ve camide niçin ibadet ettiklerini sorabiliriz. Uzmanların dünyasında yaşıyoruz, bunları uzmanlar yapmıyor diyorsak, o zaman yapmayanların konuÅŸma hakkı olduÄŸu kadar, beden söz konusu olduÄŸu için yapanlara da konuÅŸma hakkı doÄŸmuÅŸ demektir. Öyle görünmese de hakkın, bir karşıtlıktan kalkarak bu ÅŸekilde dile getiriliÅŸi esasında bir susturuluÅŸun kendini harice vurmasından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil. Kendine baÅŸka bir rol biçmiÅŸ olsa da uzmanlık tanımlamak üzere ruh ve beden derken yine de insan hakkında din üzerinden konuÅŸtuÄŸunu unutmaktadır.
IV
Dünyanın büyüsü bugün büyük hadiselerle deÄŸil, büyük hadiseler yaratmakta olan bir “virüs” le artık bozulmuÅŸtur. Ä°stisna taşıyan böyle zamanlarda yine istisna sayılacak büyük sorulardan biri sorulur: Dünya bundan sonra neye benzeyecek? Kehanet yüklü bu soru öyle görünmese de hakikatte insan ve dünyanın varoluÅŸ anlamıyla ilgili deÄŸildir. Kendine dönüktür. Dünyayı yeniden bir tasarımın nesnesi yaparak içinden kendisi için bir gelecek çıkarma peÅŸindeki bir zihin halinin harice yansımasıdır.
Taşıdığı belirsizlikle dünyanın büyüsünü bozan günümüzün hadisesi bu soruyu soran; “öngörüde bulunma ve kontrol etme” odaklı düÅŸünme biçimine sahip bir aklında esasında büyüsünü bozmuÅŸtur. Ortaya çıkan belirsizliÄŸi belirgin yada bilinebilir hale getirmek için yerine ikame edilebilecek henüz ortada bir ÅŸeyler görünmüyor. Batı için yeni bir “Aydınlanma”, Ä°slam dünyası içinde “Rönesans” bekleyenler hayal kırıklığına hazır olmalıdır. Virüs, bilinen kadarıyla merkez bir karaktere sahip; ne canlı ne de ölü sayılmakta. Zamanımızın ruhuna da uygun düÅŸen bu vasfıyla, beraberinde bir “belirsizlik” bir de “tecrit” getirmekte; toplum olmaktan çıkmış topluma da kendine göre ÅŸekil veriyor. ÇaÄŸdaÅŸ toplumsal teorinin bir zamandan beri hakkında konuÅŸtuÄŸu gibi ayrımlar yaratarak toplumda bir “kolaj” durumu meydana getiriyor.
Bunu evvela bir halk saÄŸlığı meselesi olarak görebiliriz ve bir vesileyle de çaresi bulunacaktır; ya da virüs hayatımızı terk edip bir kenara çekildiÄŸinde biz de hastalığı alınan tedbirlerle giderdiÄŸimizi varsayıp her ÅŸeye bıraktığımız yerden devam edebiliriz. Acaba devam edebilir miyiz? Görünen o ki niteliksel düzeyde bir deÄŸiÅŸimle karşı karşıya bulunacağız ve bu yüzden de devam etmek mümkün olmayacak. Bıraktığımız “yer” yerinde kalmayacağı gibi bu da sadece bir halk saÄŸlığı olarak da kalmayacaktır. Daha ÅŸimdiden siyasi ve iktisadi sarsıntıların kopardığı bir fırtına var. Fakat bütün bunların yine de gidip dayandığı beÅŸeri zeminin nihai anlamda toplum olduÄŸunu hatırlatmamız lazım.
Ä°nsani beraberlik modeli olarak düÅŸünülen toplum klasik haliyle bir “iktisadiyat dünyası” ÅŸeklinde tasarlanmıştı. Onsuz düÅŸünülemeyeceÄŸi için kapitalizmi de buna katmalıyız. Ancak bunu bir üretim iliÅŸkisi olarak deÄŸil, ayrıca kendine has bir yaÅŸam ve tüketim biçimiyle beraber, üstelik bunların da birbirinden ayrıştırılamayacağını peÅŸinen kabul ederek katmalıyız. Kim bu yaÅŸam biçimine talipse bilsin ki kapitalizmin üretim ve tüketim biçimine de taliptir. YaÅŸam ve tüketim biçiminden üretim iliÅŸkilerini ayıklayarak ya da “Ä°slâmileÅŸtirerek” kapitalizme ve onun içinde hayat bulduÄŸu topluma cevap verilemeyeceÄŸi kabul etmelidir.
Toplum kendine has dediÄŸimiz yaÅŸamın bu biçimini yaÅŸatarak devamlılığını teminat altına almak üzere içinden geçtiÄŸi dönüÅŸümlerle uzun bir zaman kat etti. Ä°nsanları birleÅŸtiren baÅŸta ahlak sonra da bütün deÄŸer ve baÄŸlılık tarzları olmak üzere bu yaÅŸam biçimini yaÅŸatmak için, feda edebileceÄŸi bir ÅŸey bırakmadan, her ÅŸeyi tüketerek geldi. Ve her ÅŸeyini tükettiÄŸi “yerde” de hayli zaman oldu ki bekliyordu. “Ä°ktisadi alan”ın deÄŸil, bugün artık iktisadi olanı sürdürdüÄŸü yaÅŸam biçimiyle ayakta tutarak gelen, ama çöküÅŸü çok daha evvel baÅŸlamış bu beÅŸeri tasarımın ortaya çıkacak yeni halini tecrübeye hazırlanmaktayız.
Toplumun yeniliÄŸi eskiliÄŸi yahut bu çaÄŸa uygun olup olmadığı meselesi deÄŸildir, bu sadece toplum biçiminde teorileÅŸtirilerek tarif edilen “nüfusun” artık o olmadığıdır. Bireycilik ideolojisinin sonunun gelmesi toplum için çok evvelden baÅŸlamış bir epistemolojik kopuÅŸu, ama bunun daha evvel gündeme gelmemiÅŸ olması tüketimle ilgili bir gecikmeydi; toplum çoktan kaybolmuÅŸ bütünlüÄŸünü tüketimde buluyordu. Bu beÅŸeri birlikteliÄŸin esasında “ortadan kalktığının” anlaşılması için tüketimi kırılgan hale getirmesi muhtemel bu kriz gibi bir ortama ihtiyaç vardı. Bu umumi kapatılma dönemi çöken toplumun yeni halini zihinlerin onunla ilgili dogmalardan sıyrılmasına ve kabule hazır hale gelmesine trajik bir tecrübe olarak yardımı muhtemelen olacaktır. Salgının baÅŸlattığı saÄŸlık arayışı zihinleri ortaya çıkacak yeni toplumsal çöküÅŸlere hazırlayıcı bir iÅŸlev görmeye namzettir.
Rönesans sonrası belirlenen beÅŸeri her ÅŸey siyasetin oluÅŸturduÄŸu yeni evrende ÅŸekil ve anlam bularak gerçeklik kazandı. Uzun zamandır bunun neticesi olarak artık aÅŸiretleri, cemaatleri deÄŸil, dünyanın her yerinde hazır ve nazır vaziyette aynı devleti buluyoruz. Siyasal alan bugün yaÅŸadığımız hadisede de bilimle beraber bütün hayatı, hatta dine ait bir ÅŸey kalmışsa eÄŸer onu da, saÄŸlık üzerinden kolonize etti. Küresel karantina ÅŸartları altında gözden kaçan bilimsel bilginin toplum yararına kullanılması deÄŸil, toplum yararının bir ideolojiye göre düzenlenmesiydi; üstelik bu dininde düzenlenmesini öngören bir süreci de içeriyor. Devletin umut ettiÄŸi ÅŸekilde acaba -bugün olduÄŸu gibi saÄŸlık üzerinden- bilimle toplumun birliÄŸi saÄŸlanabilir mi?
BaÅŸka türlü sorarsak bilime olan güven çöken toplumu kurtarmaya yetecek midir? Ä°ki sebepten ötürü bunun mümkün olamayacağı söylenebilir: Biri bilim tahtının çok evvelden sarsılmış olmasıdır; yani bilimsellik dönemi bilimsel olanı bilimsel olmaktan çıkarmış durumdadır. DiÄŸer ikincisi de bunun gibi toplumsal olanın da artık toplumsal olmaktan çıkmış olmasıdır. Toplum dediÄŸimiz tasarımı meÅŸru ve istenir hale getirmiÅŸ olan ÅŸartlar bugün ortadan kalkmıştır. Kitle hareketlerine -sarı yelekliler gibi- yol açsa da bu toplumun yerinde durduÄŸunu deÄŸil, çöküÅŸüne iÅŸarettir.
Önümüzdeki dönemin muhtemelen can alıcı meselelerinden biri “Ä°nsani birlikteliÄŸin” nasıl veya hangi temelde tesisinin saÄŸlanabileceÄŸiyle ilgili görünüyor. Ä°nsanlar yeni toplum tahayyülleri, devlet felsefelerini ve eÄŸer bulunabilecekse yeni deÄŸerler üzerinde konuÅŸmayı gündeme getirecektir. Eski “sözleÅŸmeci” teoride olduÄŸu gibi toplumu, her türlü militarist ve totaliter uygulamalarını da kendisinin ürünü saydığımız “siyasal alan” kuracaksa, buna dair acaba elinde ne imkanlar var; yada bugün hala kaldığını söyleyebilir miyiz?
Toplumu kılcal damarlarına kadar uzanan denetleyici yapısıyla bir iktidar aygıtını; diÄŸer tarafıyla da demokrasiye umut veren ama arkasındaki karanlıkta saklandığı küresel çaptaki o büyük zulmü insanlıkla tanıştıran bu sözleÅŸmeci teori olmadı mı?
EÄŸer bugün “siyasal alan” entelektüel imkanlarını tüketmiÅŸ ya da yetersiz kalmışsa, yerlerine koyulacak yeni ÅŸeyler yoksa, acaba doÄŸan boÅŸluk nasıl doldurulabilecektir? Bugün umut kırıcı bir neticeye girdiÄŸi için hümanist olanların haricinde kalan deÄŸerlerin esas alındığı, bu yüzden de siyasal harici dediÄŸimiz bir düÅŸünceye kapı açar mı? Hümanizm insan egemenliÄŸi diyerek, insan faaliyetleriyle deÄŸiÅŸtirilecek bir dünya ve toplumdan bahsetti; bu da bugün elimizde ne bir dünya ne de toplum kavramı bıraktı.
Günümüz insanının elinde yeterli “malzemenin” kalmadığını söylemek bir ümitsizlik deÄŸil, ama bir gerçektir. Bu imkansızlığın “yerele” , bildiÄŸimiz ve uzun müddettir tecrübe ettiÄŸimiz anlamda “ulusal” alana dönüÅŸte ulaÅŸabileceÄŸini düÅŸünmek, baÅŸta ulusal olanın doÄŸru bir tasarım olduÄŸu anlamına gelir ki, bu da bizi buraya onun getirdiÄŸini unutmamızı istemek demektir. “Toplum”u da “dünya”yı da dünün siyasal dünyasında var eden ÅŸartlar, bugünün dünyasında en azından mahiyet olarak mevcut gibi görünmüyor. Ulusal olan zaten “toplum” olarak mevcut gibi görünmüyor. Ulusal olan zaten “toplum” dediÄŸimiz beÅŸeri yapının üzerinden vücut ve anlam bulmuÅŸtu; bugün ise toprak elbetteki yerinde duruyor ama o bildiÄŸimiz toplum ortada yok ki; “ulusal”da olsun.
Kaynak: Ä°slami Analiz
Henüz yorum yapılmamış.