Erol Göka ile söyleşi: Bugünkü dünyayı güç talebi belirliyor
Follow @dusuncemektebi2
Herkesin her şeyden haberdar olduğu ama hiçbir fikri olmadığı bir dünyada yaşıyoruz
Konumuz iliÅŸki, baÅŸlıklar oldukça çeÅŸitli. KonuÅŸacağız ama baÅŸlamadan ÅŸunu anlamak istiyorum; neden ‘iliÅŸki’ deyince önce ‘kadın-erkek’ sonra giderek cinsellik uyanıyor zihnimizde. Bize sözlüÄŸün bir oyunu mu bu?
Ortada bir oyun olduÄŸu kesin ama sanki oyunu sözlük deÄŸil de psikolojimizin en derin ve güçlü katmanı “bilinçdışı” kuruyor Yusuf kardeÅŸ. Özellikle gençlik zamanlarımızda bilinçdışımızdaki akışta cinsellik ve kadın-erkek iliÅŸkisi mevzuları çok enerjimizi alıyor ve en küçük bir çatlak bulduÄŸunda hemen dışarı sızmak istiyor. Åžakalar, anlam kaymaları bu sızma için verimli alanlar… Eee bir de Türkçede her baÄŸlantıyı, rabıtayı “iliÅŸki” diye adlandırmışsanız, ne yapsın zavallı zihniniz bu durumda…
DoÄŸrudan sözlük anlamını sormuyorum tabi ama güncel dilde kullanım yerine göre menfi ya da müspet anlamları var ‘iliÅŸki’nin. Bu algının kaynaklarını açabilir miyiz? ‘Onun iliÅŸkileri kuvvetlidir’ diyoruz mesela.
Hani “insan, sosyal bir varlık” diyorlar ya, oradan giderek bir cevap bulabiliriz soruna. Bizim en mühim özelliÄŸimiz, ontolojik olmazsa olmazımız topluluk halinde yaÅŸamamız. Bu o kadar güçlü bir yanımız ki, Freud’un cinselliÄŸi ön-plana alan yaklaşımına sonradan itiraz edenler, insan “tatmin” deÄŸil, “iliÅŸki” arar diye karşı çıktılar. Ä°liÅŸkiselliÄŸimiz, hayatımızdaki baÅŸkaları, kendimizi, nefsimizi, kimliÄŸimizi oluÅŸturmamızda en önemli nokta. O yüzden kiÅŸilik özelliklerimizde de bu yöndeki hevesimiz, çabamız dikkat çekiyor, karşımızdaki insanın “içine-kapanık” -“cana yakın” spektrumundaki yerini tayin etmeye çalışıyoruz hemen. Cana yakınlık, kolay iliÅŸki kapasitesi, sınır ihlallerine yol açacak kadar yapış yapışlık içermediÄŸi sürece genellikle olumlu olarak karşılanıyor.
EÄŸer doÄŸru anlıyorsam iliÅŸki için öncelikle bir ‘ben’ gerekiyor. Ä°liÅŸki nasıl söz konusu oluyor peki? Ben’in merkezde olduÄŸu, ben’den hareketle mi yoksa karşıdakini merkeze alarak mı? Yoksa ortak bir saha mı?
Ohoooo, buna cevap verebilmem için bütün bir psikanaliz tarihini, tüm teorileri teker teker anlatmam gerekiyor. Åžaka bir yana, çok zor bir soru; bakın size üç ana psikanaliz ekolünün adlarını söyleyeyim. “Ego psikolojisi”, “kendilik (self) psikolojisi”, “nesne iliÅŸkileri teorisi”… Adlarından da anlaşılacağı gibi ekoller, ben-sen-o iliÅŸkisine yaklaşım farklılıklarına göre ortaya çıkıyorlar ya da bu konuda çok önemli yaklaşım farklılıkları var. Kütüphaneler doldurur bu konulardaki literatür… Durumun ne kadar karışık olduÄŸunu anlatabilmek için izin verirsen ben sana ve dergi okuyucularına bir soru sorayım: “Bebek, annenin gözlerine baktığında ne görür?” Bilim, daha bu bakışmayı çözmeye çalışıyor… Ama iÅŸ dönüp dolaşıp senin dediÄŸin yere geliyor bir “ben” var, “bir “öteki” var, bir de “ara-alan” var. Biz kendimizi hep “merkez”de sanıyoruz ama bizi nelerin oluÅŸturduÄŸuna baktığımızda “merkez”in neresi olduÄŸu karışıyor. Velhasıl zor iÅŸ, insan iliÅŸkisi… Bence en iyi “dans” metaforu anlatabilir insan iliÅŸkisini. Ben-sen-birbirimizle baÄŸlantımız, ritim, sahne ve izleyiciler…
MODERNLÄ°K OTOMOBÄ°LDÄ°, BUGÜNÜN DÜNYASINI BÄ°LGÄ°SAYAR SÄ°MGELÄ°YOR
Yaptığınız iÅŸlerle deÄŸil, kurduÄŸunuz iliÅŸkilerle var olabildiÄŸiniz bir dünyada yaşıyoruz. Ä°yi olmanız bir ÅŸey ifade etmiyor, iyi görünmeniz gerekiyor. ‘Var olmanın’ tek başına artık yetmediÄŸi bir eÅŸikteyiz. Bir ‘ben’ gerekiyor dedik ama artık o da yetmiyor gibi.
Hımmm, psikanalizden varoluÅŸ alanına geçtik ÅŸimdi. Evet, insan hep bir dünyanın, bir zamanın içinde yaşıyor. Åžimdi de tüketim kültürü de denilen modern zamanlarda kendimizi var etmeye çalışıyoruz. Nasıl bize satın alalım, tüketelim diye metalar sunuluyorsa biz de kendimizi iliÅŸki alanına bizi nasıl görmelerini istiyorsak öyle sunmak, çok özür dileyerek, bir nevi pazarlamak durumundayız. Birazdan oraya da geleceÄŸini tahmin ediyorum, yaÅŸadığımız zamanlar için artık sadece “modernlik” demek de yetmiyor, biliÅŸim teknolojileri son 20-30 yıldır modernlikle ilgili bilgilerimizi dahi tepe taklak etti. Åžimdi bir de “sanallık” ile boÄŸuÅŸuyoruz. Kendimizi sanal dünyada da pazarlamak, gerçek halimizle sanal halimiz arasındaki gerilimi de göz etmek durumundayız. O yüzden ben ÅŸimdiki zamanları “modernlik”ten ziyade “teknomedyatik dünya” diye adlandırıyorum.
ModernliÄŸi otomobil simgeliyordu, bugünün dünyasını ise bilgisayar. Bu simgeleri anlarsak günümüz toplumunu ve iliÅŸkilere bakışımız da anlamak kolaylaşır. Otomobil, zenginliÄŸi, hızı, baÅŸarıyı, özgürlüÄŸü, kendine saygıyı simgeler; modernliÄŸin temel amacı olan bireysellik ve özerklik için paha biçilmez bir deÄŸer taşır. Fakat otomobilin temsil ettiÄŸi mekanik teknolojiler kusurludur, bu sayede modernlik idealleri ancak daha ziyade erkeklere, üst-sınıflara ve zengin ülkelere kadar ulaÅŸtırılabilinir. Oysa bugünün teknomedyatik dünyasını simgeleyen bilgisayar ve biliÅŸim teknolojileri ise, kadın-erkek, zengin-yoksul herkese, birçok kanaldan “Ne olabilirsen onu ol” mesajını iletebilir.
BUGÜNKÜ DÜNYAYI ‘GÜÇ TALEBÄ°’ BELÄ°RLÄ°YOR
Ä°nsanın nesnelerle iliÅŸkisi de modern zamanlarda baÅŸka bir ÅŸeye dönüÅŸmüÅŸ durumda. Bu yüzyılın bir sloganı; anı yaÅŸa idi. Geçince unut gibi sanki. Hep denir ya, ‘on yıldır kullandığınız tek bir ÅŸey var mı’ diye. Bizi kapitalizm dayatmasına çıkaracak ama ‘kullan at’a nasıl uyum saÄŸlayabildik?
Teknomedyatik dünyayı asıl olarak “güç istemi” belirliyor. Kimisi iktidarda, kimisi parada ve servette, kimisi fiziksel ve cinsel kuvvette, kimisi kılıçta ve silahta, kimisi etrafında sadakat bildirenlerin sayısında somutlaÅŸan ve öne çıkan bir biçimde güç talep ediyor; “Güç bendeeee!” diye bağırmak, en güçlü tahtına geçip kurulmak istiyor.
Artık bireysel olan ile kamusal olan, zihinsel olan ile çevresel olan iç içe kaynaÅŸmış bir vaziyette. Her bir insan, kendisi ve diÄŸerleri için farklı programlanmış bir bilgisayar ekranı gibi; diÄŸer ekranların iÅŸletim ağına mesaj aktarmaya uÄŸraşıyor. Aralarında gerçek iliÅŸki bulunmayan günümüz insanı, hiç durmaksızın yeniden yeniden, kablolu ve kablosuz, bir akışkanlık içinde baÄŸlar kurup bir süre sonra baÄŸsız kalıyor. Özgürlük ihtiyacını ve aidiyet açlığını eÅŸ zamanlı olarak gidermeye çalışıyor; gündelik hayatında baÅŸvurduÄŸu yollar bu iki özlemin yenilgilerini gizlemeye yarıyor. Deneyimini ve insan iliÅŸkisinden beklentisini “iliÅŸkiye girme”, “iliÅŸki yaÅŸama” terimlerinden ziyade, “baÄŸlantıda olma”, “hatta kalma” sözleri açıklıyor. “EÅŸ”ten ziyade “aÄŸ”dan söz ediyor. “Kendine bir aÄŸ oluÅŸturma”ya, “aÄŸ üzerinde sörf yapma”ya çalışıyor. “BaÄŸlantı” dediÄŸi ise, sanal iliÅŸki; kolayca girilip çıkılıveren, ayrıca bakım, özen ve ciddiyet gerektirmeyen, şık ve kullanıcı dostu, “delete” tuÅŸuna basınca kurtulması mümkün iliÅŸki. Ä°nternet üzerinden, cep telefonuyla ve mesajlarla durmaksızın sürdürdüÄŸümüz çılgın etkileÅŸim bizi her an yepyeni bir insanın, topluÄŸun önüne bırakabilir herkesin her ÅŸeyden haberdar olduÄŸu ama hiçbir ÅŸey hakkında fikri olmadığı bu dünyada… Pardon, sen buraya nasıl geldik diye sorumuÅŸtun deÄŸil mi? Ä°nan, bilmiyorum.
Ä°LÄ°ÅžKÄ°LERE DE YATIRIM ARACI GÖZÜYLE BAKIYORUZ
Yine modern dünyada yaÅŸayan modernler olduÄŸumuzun en net göstergesidir bu. Hepimiz bir yerlerde çalışıyoruz ve hepimiz farklı pozisyonlarda da olsa üst-ast iliÅŸkilerinin içindeyiz. Ve her yerde hepimiz kendimizden daha az zeki insanların altında çalıştığımızı düÅŸünüyoruz. Niye böyle?
Haa haa haa, içinde yaÅŸadığın toplumun, narsisizmin kültürünün nemenem bir ÅŸey olduÄŸunu göremezsen elbette bu toplumun senin ÅŸahsında somutlaÅŸmasından, kendinden de bihabersindir. En iyisi sensin, her ÅŸeyin en iyisini sen hak ediyorsun ama bu insanlar seni hak etmiyor diye düÅŸünmek kadar ÅŸu karmakarışık dünyada insanı rahatlatan ne var? Uçsuz bucaksız, hiç anlamadığın belli bir rota belirleyemediÄŸin bir okyanustaysan kendi gemine, yani kendine sıkı sıkı yapışırsın.
Üst-ast iliÅŸkisinin dışında ‘plaza çalışanı’ denilen bir tür var biliyorsunuz. Batı’da bunun dizileri falan da çekildi, bizde henüz yapılmadı bildiÄŸim kadarıyla ama berbat bir iki yüzlülük vardır o dünyanın içinde. Herkes birbirinin kuyusunu kazar falan…
Tam ben söyleyecektim, sen sordun. “Plaza” ve bir de “alış veriÅŸ merkezi” yapıları, teknomedyatik dünyayı anlamak için çok önemli. Gerek çalışanın gerek iÅŸ, alış veriÅŸ için orada bulunan kimsenin ruh halini anlayabilmek için orada olup bitene ÅŸöyle bir bakmanız, birazcık kafa yormanız yeter. Plazalarda, bir an önce alış veriÅŸ merkezlerine dalmak, orada hayatımızı yaÅŸamak (!) için bulunuruz. AlışveriÅŸ merkezleri, nasıl dileklerin kısa süreli uyanma ve sönme hızlarını dikkate alarak tasarlanmışlarsa iliÅŸkilerimiz de artık bu tasarıma ayak uydurmak zorundadırlar. Kısa süreli istek ve arzularımıza göre ÅŸekillenir her ÅŸey. Aramızdaki bütün hikâye, bize en yüksek keyfi vermeli ve mümkünse keyif biter bitmez sona ermelidir. Bu durumu tıpkı günümüzün borsasındaki iÅŸleyiÅŸe benzetiyor, benim de çok ÅŸey öÄŸrendiÄŸim ve sıkça alıntıladığım büyük düÅŸünür Bauman. “Hisseler satın alıyorsunuz ve onları bir deÄŸer artışı görülene dek elinizde tutuyorsunuz, sonra karlar düÅŸer düÅŸmez ya da baÅŸka hisseler yüksek bir gelir habercisi olduÄŸunda alelacele satıyorsunuz (bütün numara, uygun anı kaçırmamakta)”. Bugün iliÅŸkilere de tıpkı yatırım aracı gibi bakıyoruz. Evet, biz bir iÅŸletmeyiz, iliÅŸkilerimizde iÅŸletmemizin verimini arttırmaya yarayan bir pazar… Hal böyle olunca, gariban plaza insanına, “kasıntı” rolünü oynamaktan baÅŸka bir alan kalmıyor…
KENDÄ°MÄ°Z DÂHÄ°L HER TÜRLÜ GÖRÜNTÜYÜ CANIMIZIN Ä°STEDİĞİ GÄ°BÄ° BÜYÜTÜP KÜÇÜLTEBÄ°LÄ°YORUZ
Sanal dünya diye bir ÅŸey var malum, deÄŸindiniz. Sanki gerçek dünya çok gerçekmiÅŸ gibi böyle adlandırıyoruz. Orada da iliÅŸkiler kuruyoruz. Ve eleÅŸtiriliyor bu. Oradan iÅŸ bulan, oradan evlenen, oradan dünya görüÅŸünü kuran insanlar var hâlbuki.
Bak iÅŸte geldin sanallığa, gelmesen olmaz ki, çünkü son yirmi yıldır iliÅŸkilerimiz giderek sanallığın rengine boyanıyor. Yepyeni bir insan tipiyle, yepyeni bir insanlıkla, yepyeni bir zihinle karşı karşıyayız. “Yeni denizin balıklarıyız” diye adlandırıyorum ben bu durumu. Elimizden düÅŸürmediÄŸimiz cep telefonunun her yeni versiyonu çıktığında, biz biraz daha sanallığın içine batıyoruz. Bir yandan dünyanın öbür ucuna kadar binlerce insanla aynı anda temasta olmanın imkânı, öte yandan derinlemesine bir iliÅŸkinin artık imkânsızlığı. Nereye gideceÄŸimizi, nasıl düÅŸüneceÄŸimizi, hatta neler hissedeceÄŸimizi teknomedyatik dünyanın yöneticileri belirliyor, piyasaya hangi kapasitede bir biliÅŸim aygıtı sürerlerse bizim zavallı sistemimiz kendisini o aygıta göre ayarlamaya çalışıyor. Ardından iliÅŸkilerimiz ona göre formatlanıyor. “Sanal” gibi görünen bu dünya, artık bizim gerçek dünyamız. “Bu dünya yalan dünya” diyordu ya eskiler, onlarınki hakikat idi; yalan olan, bizimkisi ve hatta yalanın boyutları bile bizim elimizde, kendimiz dâhil her türlü görüntüyü canımızın istediÄŸi gibi büyütüp küçültebiliyor, kılıktan kılığa sokabiliyoruz. Çocuklarımız, böyle bir dünyanın içine doÄŸuyor ve hakikat algısını ona göre biçimlendiriyor. Ahh ahh konuÅŸturma beni…
Babalar ve oÄŸullar var bir de. Edebiyatımızın sevdiÄŸi bir ÅŸey ve gerçek; ÅŸairler babalarıyla konuÅŸamayan insanlardır. Ben bunu sorayım ama siz aile etrafında mümkün bütün baÅŸlıklarına deÄŸinerek cevaplayın.
Baba, yaÅŸadığımız dünyanın kıymeti en az bilinen insanı. “Erkek egemen” denilen kültürde söyleyeceklerim tuhaf karşılanabilir ama maalesef öyle. Baba, her zaman kendisini ispatla yükümlü gibi gören bir varlık, hep tamamlanacak bir yeri kalıyor bu problemin, babalık sorumluluÄŸu hiç bitmiyor. Batılı psikanaliz, baba ile oÄŸulun hallerini hep “aynı kadın” (babanın eÅŸi, bizim annemiz) etrafında sorgulamaya, anlamaya çalıştı. Baba, oÄŸul arasında bitmek bilmeyen bir rekabet gördü. Ama bakın biz, konuÅŸmayan, yarım kalmış, birbirlerine dertlerini anlatamayan iki kiÅŸi görüyoruz baba ile oÄŸul iliÅŸkisinde… O yüzden beni en çok üzen konulardan birisi, babasıyla yaÅŸarken konuÅŸamamış ama vefatından sonra “keÅŸke” diyen oÄŸulların iç sızısıdır.
“Aile etrafında” diyerek, sen beni sabaha kadar konuÅŸturacaksın galiba. EÅŸlerin ve kardeÅŸlerin birbiriyle, annenin ve babanın teker teker kız ve erkek evlatlarıyla, akrabalarla iliÅŸkileri diye ele aldığımızda konuÅŸulması gereken yığınla konu çıkar karşımıza. Bakın öyle yapmak yerine ben size, bunca yıllık mesleki tecrübemden sonra ne yapıp edip aileyi koruyup yüceltmemiz gerektiÄŸini söylemekle yetineyim. Ve bir de ilave edeyim, bence toplumumuzda en büyük sorunumuz, kaliteli ve kiÅŸilikli erkek evlat yetiÅŸtirme ve kardeÅŸler arası rekabeti halletme noktasında… Bunları bir vesileyle ayrıca uzun uzun konuÅŸmak isterim.
KonuÅŸalım Hocam. Ama ‘çocuk’ demiÅŸken onu da sorayım. Mesela bugünün taze ebeveynlerinde ‘çocuk’, çocuktan daha baÅŸka bir ÅŸey. Çok steril alanlarda, ‘aman aman’ diyerek büyütülüyor, yeryüzündeki son çocuk oymuÅŸ gibi. Acayip bir ÅŸey. Buna ne yol açıyor?
Evet, maalesef çocuklar evlerimizin yeni kralları… Ä°lk bakışta bu narsisizm kültürüyle çeliÅŸiyor gibi ama deÄŸil… Çocuklarımız, en büyük narsistik yatırım araçlarımız… Çocuklarımız sayesinde dünyaya yaptığımız narsistik yatırımları nesillere aktarabiliyoruz. Tabii ki her halükarda çocuklarına sahip çıkan, onlar için çabalayan bir ebeveyn, ilgisiz ya da çocuklarını suiistimal eden ebeveynden daha iyidir. Ä°yi ebeveynliÄŸin kıymetinin farkındayım ama buna raÄŸmen narsisizm eleÅŸtirisini yapmaktan geri kalmıyorum zira “Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir” (8/28) ve “Mal ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak olan iyi ameller ise, Rabbinin katında, sevapça da daha hayırlıdır, ümit yönünden daha hayırlıdır” (18/46) bilincimiz hep ayakta kalsın istiyorum.
ARZU TÜKETMEK Ä°STERKEN AÅžK SAHÄ°P ÇIKMAK Ä°STER
Biçimi biraz deÄŸiÅŸse de içeriÄŸi pek deÄŸiÅŸmeyen bir mesele aÅŸk. Tarih boyunca var ve hep merkezde. Ä°nsanoÄŸlu olarak yaptığımız en istikrarlı ÅŸey bu sanırım; seviyoruz. Fakat o da farklılaÅŸtı. Çok âşıklar, çok seviyorlar ve fakat iki ay sonra boÅŸanıyorlar. Ya da ufak bir mesele uçurum açıyor aralarında.
Aynen dediÄŸiniz gibi oluyor. Tüm dünyada ve bizde boÅŸanmalar artıyor. Böyle bir olguyla karşı karşıya olmamız aÅŸkın ya da sevginin suçlu olmasından ya da gençlerin sevgilerinin gerçek olmamasından kaynaklı deÄŸil. Suçlu, daha ziyade yaÅŸadığımız ve sabahtan beri anlatmaya çalıştığım dünya halimiz. AÅŸk, özen ister, özen gösterilen sevgiliyi korumayı gerektirir. Arzu oburca tüketmek isterken aÅŸk sahip çıkmak ister. Tüketim arzusu ne kadar bencil ve merkezcilse, aÅŸk o kadar adanmış ve merkezkaç güçle çalışır; hizmette olma, her an hazır olma, emre amade olma anlamına gelir. AÅŸk, bir kiÅŸiyi, güveni özgürlüÄŸün önüne alabilmeyi gerektirir. AÅŸkın ardından sevgiye dayalı gerçek bir çift olabilmek için eÅŸlerin sürekli birbirilerini övme becerisini gösterebilmeyi, her halükarda kabul edici, sahiplenici, huzurlu bir liman olduÄŸunun gösterilebilmesi gerekir. Çift olmak, bir insanı tanımlı kılmak adına, belirsiz bir geleceÄŸe rıza gösterebilmek demektir.
Günümüzün iÅŸletme zihniyetiyle çalışan, arzuya ve daha çok keyfe dayalı iliÅŸki anlayışında aÅŸkı gerçekten hayata geçirme ÅŸansı var mı emin deÄŸilim. Gençleri eleÅŸtirmeyi bırakalım da bu soruna bir cevap arayalım. “Gençleri” demiÅŸken… GençliÄŸin de sadece modern zamanlarda zuhur eden bir insanlık evresi olduÄŸunu belirtmeliyim. Eskiden de elbette biyolojik olarak genç insanlar, delikanlılar vardı ama gençlik bir evre deÄŸildi. Akıl baliÄŸ olan insan, evlenir, iÅŸ ve toplumsal konum sahibi olur, topluma karışırdı. Åžimdi genç dediÄŸim, iÅŸi gücü olmayan, ailesine bağımlı, henüz kimlik edinememiÅŸ bir insanlık evresi söz konusu. Bu dönemde yaÅŸayan insanlarımız, gençlerimiz sanılanın aksine çok büyük dertler yaşıyorlar. Bunu da hesaba katmalıyız.
ErkeÄŸin kadına bakışı anlamındaki kadın erkek iliÅŸkisi de konuÅŸulmayı gerektiriyor bu baÄŸlamda. Tüm tarihi boyunca erkeÄŸin kadını en çok övdüÄŸü yüzyılda yaşıyoruz ama aynı zamanda kadına yönelik ÅŸiddetin de at başı gittiÄŸi bir yüzyılda.
Bravo, modern zamanların açmazlarından bir tanesini çok güzel formüle ettin. Gerçi, akademi bu söylediÄŸini kolayca kabul etmez, tüm ÅŸiddet gibi kadına yönelik ÅŸiddetin de geleneksel toplumlarda daha fazla olduÄŸunu söylerler ama ben aynen senin gibi düÅŸünüyorum. Ä°nsan ve iliÅŸki geleneksel dünyada daha kıymetliydi; insanlar daha bir kısa bir ömür sürüyorlardı ama hayatları, hayata benziyordu. Kadına yönelik ÅŸiddetin artışından en çok, kadının kamusal hayata geçiÅŸinin ve erkeklerle aynı haklara sahip olmasını erkeklerin sindiremeyiÅŸin pay sahibi olduÄŸuna dair bir görüÅŸ var. Ben de bu görüÅŸle mutabıkım ama elbette buradan yola çıkıp kadın, kamusal hayattan tekrar evine dönsün tezini savunmuyorum. Bunu, hem kadın haklarına saygımdan, kadını tamamen kendimle eÅŸit haklarına sahip olarak gördüÄŸümden dolayı savunmuyorum hem de hayata geçmesi imkânsız, saçma, anakronik bir tez olarak görüyorum. ModernliÄŸi bu kadar çok eleÅŸtiriyoruz ama kabul edelim ki biz artık bu yeni denizin balıklarıyız. Bu denizi iyi öÄŸrenip, bu devirde ortadan kalkmış olan insanın manevi varoluÅŸunu günümüz ÅŸartlarında yeniden hayata geçirmenin yollarını bulmaktan baÅŸka çaremiz yok. Ä°nsanın, Yaratıcısına, topluma, tabiata, aileye, kendisine saygı içinde yeni bir iliÅŸki ağı oluÅŸturması mümkün…
SöyleÅŸi: Yusuf Genç / Kaynak: Cins Dergi
Henüz yorum yapılmamış.