İhsan Fazlıoğlu'nun kaleminden: Sûreti ile Sîreti Arasında Akif Emre
Follow @dusuncemektebi2
Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu "Düşünen Şehir Dergisi Akif Emre Özel Sayısı"nda Yazdı: Sûreti ile Sîreti Arasında Akif Emre
Bir insan hakkında ifadede bulunmak, bu ifadeyi de ibareye dönüÅŸtürmek zannedildiÄŸinin tersine oldukça zordur. Çünkü bir kiÅŸiyle belirli bir mesafeden kurduÄŸunuz beÅŸerî iliÅŸkinin verilerinden elde ettiÄŸiniz tanıma, bir yaÅŸantı olarak size anlamlı bir resim verse de, bu yaÅŸantıyı ifadeleÅŸtirdiÄŸiniz ya da ibareleÅŸtirdiÄŸinizde, ister istemez sınırlı örüntülerle yetinmek zorunda kalırsınız. Çünkü her tanımlama teÅŸebbüsü bir sınırlama etkinliÄŸidir aynı zamanda. Öte yandan resme eÅŸlik eden anlam, ifade ve ibarede içkin olsa da, tabir edilerek yeniden üretilmesiyle, ilk varlığa geldiÄŸi mekansal-zamansal baÄŸlamı yitirdiÄŸinden gittikçe silikleÅŸecek, yeniden ÅŸekillenecektir. Bu çerçevede kiÅŸi hakkında her anlatı sözcüklerle yapılan bir tür fotoÄŸraf çekmeye benzer. Ä°lginçtir ki, bu kiÅŸinin kendi hakkındaki ben-anlatısı için de geçerlidir. Bu durum sadece dilin imkânlarına indirgenerek açıklanamaz; bizâtihi her tür gerçekliÄŸin tanımlanma, sınırlanma, belirlenme vb... etkinliklere karşı direnme, hatta çekilme gibi karşı-oluÅŸları da dikkate almak gerekir. KiÅŸi söz konusu olduÄŸunda bu tespitin toplumsal düzlemde daha tehlikeli bir sonucu vardır. Çünkü tanımlanan kiÅŸi, dondurma ve sabitlemenin doÄŸal sonucu olarak ‘idealize’ edilir yani bir fikre, bir ideye, içeriksiz bir forma dönüÅŸtürülür. Bir ide haline getirilen kiÅŸi de, ulaşılamaz olduÄŸundan, artık genç nesiller tarafından ‘örnek’ alınmaz, alınamaz...
Akif Emre hakkında aÅŸağıda dile getireceklerim bu iki temel tehlike eÅŸliÄŸinde okunmalıdır. Büyük oranda belirli ancak parçalı bir mekansal-zamansal süreçte yaÅŸanılan iliÅŸkinin ifade ve ibaresi, idealize etmekten kaçınmaya çalışan, ama aynı zamanda bu sürecin belirli bir açıdan örüntüsel anlamda çerçevelenmesi olarak görülmelidir. Daha yalın bir deyiÅŸle, söz konusu mekânsal-zamansal iliÅŸki soru konusu kılındığında, yani bu yaÅŸanmışlık deneyimi içinde “Akif Emre, sizin için ne ‘anlam’ ifade ediyor?” denildiÄŸinde, kasdî bir yönlendirmeye muhatap olmaksızın muhayyilemde hayatiyet kazanan resmin, doÄŸrudan ifade ve ibare düzeyinde kavramsal bir modellenmesi ÅŸeklinde mütalaa edilmelidir. Bu modellemenin Akif Emre ile yaÅŸadığım hem bireysel hem de kamusal ortamlardaki deneyimin verilerden hareketle oluÅŸturulduÄŸuna; ancak bazı özel arka-planlara sahip olduÄŸuna da dikkat kesilmelidir. Kısaca hem sevinç hem de çığlık duygu durumundan çıkıp bir ifade ve ibareye dönüÅŸtüÄŸünde hissiyatını ve hassasiyetini kaybeder; yeniden bir duygu durumuna dönüÅŸmesinin asgarî ÅŸartı, hiç ÅŸüphesiz, yeniden hissetmektir; akl etmek deÄŸil...
Türkçe’de kullanılan surat sözcüÄŸü sûret sözcüÄŸünün tahrif edilmiÅŸ hâlidir. Sözlüklerde genel olarak “ÅŸekil, görüntü, resim” gibi ikincil anlamlarıyla yer alan bu sözcüÄŸün, felsefe-bilim geleneÄŸimizi unuttuÄŸumuzdan aslî anlamı geri çekilmiÅŸtir. Elbette bu yazı çerçevesinde sûret sözcüÄŸünün felsefî çözümlemesine giriÅŸmeyecek, yalnızca konumuz çerçevesinde anlamını belirlemeye çalışacağız. Sûret, en genel anlamıyla “maddeye türsel özelliÄŸini kazandıran ne-ise-ne”dir. Örnek olarak, bizi insan kılan katmanlı ve karmaşık maddî yapımız deÄŸil, o maddeye eklemlenen ve onu ‘insan’a dönüÅŸtüren türsel sûrettir. Dış-dünya’da madde ve sûret birliktedir; ayrılamazlar. Zihindeki idrakleri ise maddenin cinse, sûretin de fasla tercüme edilip bir araya getirilmesi yani mâhiyet ile mümkündür. Ä°ÅŸte sûret, zihnî anlamda da mâhiyet, özellikle bunun mukavvim unsuru fasıl, insan yüzünde müÅŸahede edildiÄŸinden insan yüzüne surat denilmiÅŸtir. Çünkü sûretimizin gölgesi suratımıza düÅŸer. Nasıl ki, kadîm felsefî gelenekte sûret, akılla bakma (nazara fî...) yoluyla bilinmeyi, tanınmayı mümkün kılarsa, insanın suratı da gözle bakma (nazara ilâ...) yoluyla onun bilinmesi ve tanınmasına imkân tanır. Elbette ÅŸimdiye deÄŸin dile getirilenler hakikî deÄŸil mecâzî anlamlarıyla dikkate alınmalı ve denmek istenene yani manaya delâletleri cihetlerinden okunmalıdırlar.
Sîret ise, aslında kiÅŸinin sûretini yani kendini insan kılan her ne-ise-ne’yi yaÅŸamasıdır. Ancak bu noktada ÅŸu soru sorulabilir: Herkes sûretini, sîretine yani ‘örnek-yol’a dönüÅŸtürebilir mi? Çünkü ÅŸimdiye deÄŸin denilenler ÅŸöyle bir sonucu zorunlu kılar: Ä°nsan, suratına düÅŸen sûretinin gölgesini bir ömür boyu takip ederse, bu takip örnek alınacak bir sîrete dönüÅŸür; baÅŸka bir deyiÅŸle böyle bir kiÅŸinin adımladığı mekân, baÅŸkaları tarafından da yürünebilecek bir ‘örnek yol’ hâlini alır. Tersi durumda ortaya “suratsız (: yüzsüz) insan” çıkar yani kendini insan kılan sûretine uygun davranmayan, sîretine yansıtmayan, bu nedenle de suratından sûretinin gölgesi müÅŸâhede edilemeyen kiÅŸi... Ä°ÅŸte kiÅŸisel kanım, Akif Emre, sûretini, suratına yansıtan ve suratına düÅŸen sûretinin gölgesini bir ömür boyu takip eden, bu nedenle de sûretini sîrete dönüÅŸtüren, sonraki nesillerin de belirli yönlerden örnek alabileceÄŸi bir misâl, yürüyebileceÄŸi bir örnek-yol hâline getirebilen bir kiÅŸidir.
Söz konusu örnekliÄŸin, belirli mekân ve zamanlarda kendisi hakkında edindiÄŸim, parçalı ve kısıtlı verilere baÄŸlı bu silik resim çerçevesindeki en temel özellikleri nelerdir diye kendi kendime sorduÄŸumda ÅŸöyle bir sıralama da bulunabilirim diye düÅŸünüyorum: Öncelikle yukarıda iÅŸaretlenen noktalar muvacehesinde en önemli özelliÄŸin ‘haysiyet’ olduÄŸu söylenebilir. Haysiyet sözcüÄŸünü derin idrak için günlük hayatta kızıldığında kiÅŸilerin birbirine karşı bağırarak seslendirdikleri hakaret anlamındaki haysiyetsiz kelimesini de göz önünde bulundurmak gerekir. Bir kiÅŸi niçin haysiyetsiz olarak nitelendirilir ve hakaret edilen kiÅŸide neyin eksikliÄŸine delâlet eder? Haysiyet sözcüÄŸü ‘min hays’ ifadesi ile birlikte düÅŸünülürse meramımızı daha iyi çerçeveleyebiliriz. Çünkü bu ifade bir ÅŸeyi tanımlarken kullanılır ve tanımın yönünü gösterir. Örnek olarak “Ali, min hays el-tâlib” dendiÄŸinde Ali’nin “öÄŸrenci olmak haysiyetiyle” dikkate alındığına iÅŸaret edilir. Ancak, “Ali, min hays el-insân” dendiÄŸinde ise Ali’nin insan olmak haysiyetiyle göz önünde bulundurulduÄŸu söylenilmiÅŸ olur. Öyleyse, ‘haysiyet’ bir kiÅŸi için kullanıldığında, o kiÅŸiyi insan kılan en temel niteliÄŸine, özellikle düÅŸünme ve konuÅŸma yetisini birlikte içeren nutk özelliÄŸine, kısaca insanlığına atıf yapar. Bu anlatılanlar ışığında haysiyetli olmak, insan-olmak; daha ayrıntılı olarak insan olmayı mümkün kılan en temel niteliÄŸe göre davranmak demektir; ancak buradaki vurgunun yönü, dikkat edilirse, tıpkı sûret ile surat arasındaki iliÅŸkide olduÄŸu gibi, kiÅŸinin insan olmaklığını günlük yaÅŸamında eylemlerinde göstermesi, yansıtması, tecessüm ettirmesi, somut bir biçimde temsil etmesidir. Ä°ÅŸte ancak bu ÅŸartladır ki, sûret, sîrete dönüÅŸür, dönüÅŸebilir.
Ä°nsanlığımızı yani sûretimizi yüzümüzde izhâr etmek yani surat ile eylemlerimizde temsil etmek yani haysiyet, oldukça zor ve yorucudur; çünkü ömür denilen süreçte bu izhâr ve temsîl bir kerelik deÄŸildir, tersine süreklilik talep eder. Bu nedenle, ciddiyet, dâim dikkat ve çok tehlikeli olan tutarlılık isterler. Tutarlık sözcüÄŸünü tehlikeli olarak adlandırdım çünkü zihnî-aklî yani fikirlerdeki tutarlılık ile eylemlerdeki tutarlılık oldukça iki farklı tutuma iÅŸaret ederler. Fikirlerdeki tutarlılık düÅŸünce için beklenen, olumlu bir hâl iken, eylemlerdeki tutarlılık kiÅŸiyi oldukça gerer; günlük yaÅŸamdaki binlerce farklı deÄŸiÅŸken dikkate alındığında ise yorar. Nitekim, bir müzakeremizde Akif Emre, bir olay hakkındaki yaklaşımına yönelik bir öz-eleÅŸtiride bulunduktan sonra ÅŸöyle demiÅŸti: “KeÅŸke bu kadar köÅŸeli olmasaydım; bu beni yoruyor..!” Ciddiyet, dikkat ve tutarlılık ile bunların yarattığı gerginlik ve yorgunluk ise insanda bir öfke üretir. Bu öfkenin kaynağı, görüldüÄŸü üzere günlük olgu ve olaylar ile psikolojik sâikler deÄŸildir ve baÅŸkalarından daha çok kiÅŸinin kendine yöneliktir. Akif Emre’de, yakın çevresindeki kiÅŸilerin özellikle inanç ve fikirleri ile eylemleri arasında gördüÄŸü tutarsızlıklar karşında hâsıl olan öfkenin temel nedeni, kanımca budur. Ancak tekrarda fayda var: Bu öfke karşısındakilerden daha çok kendine yöneliktir; bu nedenle saldırmayı ve bağırmayı deÄŸil, geri-çekilmeyi ve dahi gittikçe münzevileÅŸmeyi getirir. Öyle de olmuÅŸtur! Kendi içine çekilmek, hicret etmek, bedeli ağır olmakla birlikte diÄŸer hasletlerle birleÅŸtiÄŸinde, kiÅŸinin kendine zâtî/öz saygısını besler; çevresi için de saygın kılar. Ä°ÅŸte, sûretin sîrete dönüÅŸmesi yani baÅŸkaları için örnek-yol hâlini alması, en nihayetinde kiÅŸinin saygın bir temsilde sürekli temessül edilebilmesi ile mümkündür.
EK: Ehl-i dikkat hakikatli bir adam: Akif Emre
En zor ÅŸeydir bir insanın kapladığı yeri hakkı-ile tutması... Her dâim hak-ile olması... Akif Emre, ÅŸehâdet ederim ki, kapladığı yeri hakkı ile tutan, her dâim hak-ile olan hakikî bir derviÅŸti. “Huzûr, her dâim O’nun huzûrunda hâzır olma bilincidir; çünkü ancak hâzır olanlar huzûr bulurlar.” cümlemi çok beÄŸendiÄŸini söylemiÅŸti bir gün ve eklemiÅŸti: “Ben buna ‘ölümü yaÅŸamak” diyorum.” ‘Ölümü yaÅŸamak’ yani ‘dâim dikkat’... Onun için kendisini ‘ehl-i dikkat’ olarak adlandırmıştım. ‘Dikkat’ sözcüÄŸünün köküne ‘dikkat’ edilirse, “inceltme, ince eleyip sık dokuma, ayrıntılı olma, kılı kırk yarma” gibi anlamları olduÄŸu görülür; ayrıca “dakîka’ sözcüÄŸünde olduÄŸu gibi ânın derin bir idraki olduÄŸu da hissedilebilir. Tüm denilenler basit anlamıyla bir iÅŸ yaparken gösterilen hassasiyetlerle ilgili deÄŸil; tersine yaÅŸarken, ifrât ve tefrîte düÅŸmeksizin, yola iliÅŸkin bilinçli bir yordamın eÅŸliÄŸinde yürümek demek... Bir kedinin avı karşısındaki gergin yakaza hâli; en son sınırına dayanmış yay gibi; en küçük bir ânı bile fevt etmemek için... Kısaca ÅŸuûr... Bu nedenledir ki, her zaman yorgun bir hâli vardı. Dalgınlığının nedeniydi dalgıçlığı... YaÅŸadığı zamanın ÅŸâhidi olmak kolay deÄŸildir; bunun için tüm ânları sürekli taramak; deyiÅŸ yerindeyse bir râsıd gibi sınırsız bir mekândaki olgu ve olayların her hareketini gözlemleyip anlamlı cümlelere dönüÅŸtürmek ve sonra da geleceÄŸi ön-görecek ÅŸekilde yorumlamak gerekir. Tüm bunları yaparken de hak-ile olmak, hakikat-ile yürümek; ÅŸahsî menfaati için yan-yollara sapmamak... Ve Âmen-tu’sunun bedelini ödemeyi göze almak.. Akif Emre, istikâmeti muhkem, hakikatli bir ÅŸâhiddi; çağının, zamanının, ânının ÅŸâhidi... Âmen-tu’sunun bedelini ödemeyi göze almıştı; ödedi de... Ben de öyle olduÄŸuna ÅŸehâdet ediyorum... Kendisine rahmet, sevenlerine sabır diliyorum.
Kaynak:
Prof. Dr. Ä°hsan FazlıoÄŸlu (2018), " Sûreti ile Sîreti Arasında Akif Emre", Kayseri BüyükÅŸehir Belediyesi DüÅŸünen Åžehir Dergisi, 104-107
Henüz yorum yapılmamış.