Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan'ın kaleminden: Son dönemdeki gündeme dair...

Ben istemez miyim bayram yazısı yazmak? İsterim. Hem de çok isterim. Ancak malum bu sefer bayramımız mahzun. Evlerde kalıp sabrederek geçireceğiz mübarek günleri. Ben de mecburen bir “gündemi harmanlama yazısı” çırpıştırıverip günü kurtarmanın derdine düşeyim. Bu vesile cümlenin “mahzun bayram”ı mübarek ola.



İzmir’de minarelerden iki gün üst üste duyulan Çav Bella ve şarkılar meselesinden başlayayım madem. Bir “habis ergen”, büyük ihtimalle kendini anonim kılmayı da başararak, merkezi ses sistemini kontrol eden bilgisayara hackleyip böyle bir saçmalığa imza attı. Üstelik Diyanet de herhangi bir gerzeğin böyle bir “itoğluitliği” yapacağına ihtimal vermediği için öyle ağır tedbirler almamıştır bu sistemlerle ilgili. Ben bunlara takılmıyorum bu mevzuda. Bir çirkinlik, bir de güzellik zuhur etti bu olayın ardından, onlar ilgimi çekiyor. Çirkinlik şu: Minareden şarkı yayını yapılamasını sosyal medyada yaygınlaştırmaya, hatta bu vesileyle dindar ahalinin hassasiyetleriyle dalga geçmeye, onları sarakaya almaya çalışan insanların varlığından haberdar olduk. Sinir uçları ile oynama yarışına girdiler. Hakikatte “güzellik doğurmaya” meyyal memleketimizde arada da olsa, azınlıkta da olsa böyle çirkinlikler zuhur ediyor. Bu meselede ortaya çıkan güzellikse iki türlü gösterdi kendini. İlk görünümü, dindar ahalinin ezana muhabbetinin dipdiri olduğu hususu… İkinci görünümü ise tüm siyasi partilerimizin, tüm aklı başında insanların bu “habis ergenliği” lanetleme açıklamaları.
 
İzmir’den geçelim Adana’ya. Şimdi bu yazının altı Furkan Vakfı’nın “kesin inançlı” bağlıları tarafından linçlerle doldurulacak ancak Adana’da Alpaslan Kuytul’un “cemaatle teravih namazı kılma şovu” ve devamında polisin müdahalesiyle gelişen olaylar çirkin, hem de çok çirkindi.
 
Bir kere Kuytul, “acziyet fıkhı” bahsinden bütün bütün habersiz gibi davrandı. Hem olayın öncesinde hem esnasında hem de sonrasında Kuytul’un yaptığı açıklamalardan, geliştirdiği dilden anlıyoruz ki üzüm yemek amacı yoktu ortada. Bağcıyı dövmenin peşine düşülmüştü. Sermayesinin ne olduğunu bir türlü anlayamadığımız Kuytul’u biz Suriye’de rejime karşı ayaklanan milyonlarca insana “neye güvendiniz de ayaklandınız?” deyişinden hatırlıyoruz. E sormazlar mı adama: “Sen neye güvendin de ayaklandın?”
 
Tabii bir yandan da açıkça yazayım. Bence polis de haddini aşarak orantısız güç kullandı Furkan Vakfı bağlılarına karşı. Müritlerinin “namaz kılıyorduk sadece namaz” diye bağırmalarına polis tarafından hazırlanan zemin, zannederim tam da Kuytul’un aradığı zemin.
 
Ve Kuytul’un müritlerinin attığı bir slogana dikkat: “Doğu Türkistan olmayacağız.” Sanki Türkiye’de namaz kılmak yasakmış, dini hayatın önüne engeller koyuluyormuş algısı oluşturmanın yolunu yapıyorlar kendilerince. Suriye’deki Müslümanları zerrece umursadığını görmediğimiz Kuytul’un Doğu Türkistan’ı da zerrece umursadığını düşünmek için elimizde herhangi bir sebep yok. Uçak uçağı düşürür yani. Bir de uçakların geri vitesi yoktur. Oyna devam.
 
“Oyna devam” dedik ama İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’ya da açık bir çağrı yapayım. Polisin orantısız güç kullanması hiçbir şartta kabul edilemez lakin bu durumda iyice kabul edilemez. Böyle adamların ve organizasyonların “meşruiyet devşirmesi”ne müsaade etmemek lazım gelir.
 
Dahasını da söyleyeyim. Gelişimlerine bakıldığında İzmir’deki “ezan provokasyonu” ile Adana’daki “teravih şovu”nu yan yana düşünmek icap eder. Şuursuz hücumlar değil, sinir uçlarına yapılan saldırılar olarak değerlendirmek iktiza eder.
 
Ve son mesele Haliç meselesi olsun. Görülüyor ki her bir şeyi çok iyi yönettiğini düşünen Murat Ongun, İBB kadrolarının iş bilmezliği yüzünden Haliç’ten pek yakında yükselecek kokular için ön alma çabasına girişmiş. Senelerdir adım adım temizlenen, yunus balıklarının yüzebildiği kıvama gelen Haliç için koskoca adamlara “bunlar Haliç’i de mahvetmişler” tweetleri attırmanın başka bir izahı yok.
 
Hadi şununla bitireyim: İş bilmezliklerinden kokmasına falan yine de razıyız Haliç’in. İstanbul’u yöneten son CHP’li Nurettin Sözen gibi “Haliç artık kurtulmaz, doldurup üzerine park yapalım” önerisiyle gelmesinler, kâfi. Bu söylediğime inanmayan varsa, “Bedrettin Dalan’ın boğazın iki yakasına yaptırdığı temizleme düzeneklerini kapattırıp Haliç’in üzerini betonla kapatırız. Üzerine de Central Park benzeri bir park yaparız” fikri için oluşturulan kamuoyu çalışmalarını dönemin gazetelerinde bulabilir. Çok eğlenceli meseledir.
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.