Taha Akyol ile Mehmet Görmez'in söyleşisi: Bilim izah eder din anlam verir
Follow @dusuncemektebi2
Taha Akyol'un sorularını cevaplayan İslam Düşünce Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, "Bilim bize koronavirüsü izah eder. Nasıl mutasyona uğradığını, epidemiden pandemiye nasıl dönüştüğünü ve bütün dünyaya nasıl yayıldığını açıklar fakat anlamlandıramaz. Hikmetini izah edemez" dedi.
"Kur’an sadece kanun metnine dünüÅŸtürülürse hidayet rehberi olmaktan çıkar ve evrenselliÄŸi zedelenir. Kur’an sadece kanun gibi algılanırsa, hakikate, ahlaka, adalete, merhamete rehberlik etmekten uzaklaşır."
"Kimsenin rahmân ve rahîm olan rabbimizi gökten kullarına öfke saçan bir ilah olarak göstermeye hakkı yok. Afetler, yaratılışımızın hikmetini hatırlatan ilahî ikazdır."
EÄžRÄ°SÄ° DOÄžRUSU- TAHA AKYYOL
Hocam, bir koronavirüs afetini yaşıyoruz. Orta ÇaÄŸ Hıristiyanları bu tür afetleri Tanrı’nın gazabı saydılar. Bu anlayış Müslümanlarda da var. DoÄŸrusu nedir?
Büyük salgın ve deprem gibi afetlerin anlaşılması ve yorumlanması hem dinlerin tarihinde hem felsefe tarihinde pek çok krize yol açmıştır. Denilebilir ki Batı düÅŸüncesindeki büyük kırılma böyle bir afet sonrası tartışmalara dayanır. 1755 Lizbon depremi fizikalist maddeci bakış açısı ile teolojik manevi bakış açısını karşı karşıya getirmiÅŸ, din-bilim-felsefe çatışmasının fitilini ateÅŸlemiÅŸtir. Oysa fizikalist gözlükle varlığa ve kâinata bakan, her ÅŸeyin sebebini sadece mekanik bir nedensellikte arayan düÅŸüncence ne kadar sığ, yanlış ve eksik ise her afeti sadece ilahî ceza ve azap olarak gören teolojik anlayış da o kadar sığ, yanlış ve eksiktir.
Zira bu tür afetleri bilim açıklar, felsefe akıl süzgecinden geçirerek düÅŸündürür, din ise anlamlandırır. Ancak dinin verdiÄŸi anlam, -Ä°slam söz konusu olduÄŸunda- bilimin açıklamasını ve felsefenin düÅŸüncesini göz ardı etmez. Zira bilim Rabbimizin kâinata yerleÅŸtirdiÄŸi ayetlerin tefsiri; akıl ve düÅŸünce de onun insana en büyük ihsanıdır. Bilim bize koronavirüsü izah eder; nasıl mutasyona uÄŸradığını, epidemiden pandemiye nasıl dönüÅŸtüÄŸünü ve dünyaya nasıl yayıldığını açıklar, fakat anlamlandıramaz. Hikmetini izah edemez. Bundan ne tür dersler çıkarmamız gerektiÄŸini bilemez. Manevi, metafizik boyutunu göremez. Anlamlandırmayı din yapar. Fakat eksik bir ilim ve eksik bir âlem tasavvuruna sahip, tenzil ile tekvini ayıran, sünnetullahı bilmeyen sözde din bilgini de doÄŸru anlamlandıramaz.
Kur’an bu tür musibetleri sadece bir ceza ve azap olarak deÄŸil, bir ayet ve bir ibret olarak deÄŸerlendirir. Bu tür musibetler birer ilahî âdet deÄŸil, birer ilahî ayettir. Ayetin sözlük manası iÅŸarettir. Ä°ÅŸaretler yani ayetler, ibareler üzerinden deÄŸil, ibretler üzerinden okunur. Bu açıdan Kur’an’da ‘ibret’ sadece bir kelime deÄŸil, bir anlama yöntemidir. Ä°bret, mana-yı harfî deÄŸildir. Hâdiselerin sebep ve sonuçları üzerinde basiretle durmaktır, derin düÅŸünmektir, onlardan dersler çıkarmaktır.
ÜÇ HATADAN SAKINMAK
Bu tür hâdiseleri doÄŸru anlamak için ÅŸu üç hatayı yapmamak gerekir:
Birincisi bu tür musibetleri belli bir kiÅŸiye, belli bir olaya, belli bir topluma ve belli bir günaha baÄŸlamak. Zira bu tür afetlerde sadece âsiler deÄŸil, veliler, masum insanlar ve çocuklar da ölür.
Hz. Ömer dönemindeki Amvas Vebasında pek çok sahabi hayatını kaybetmiÅŸtir.
Ä°kincisi bu tür büyük salgınları insanın yapıp ettiklerinden, insanın tabiatla iliÅŸkisindeki hatalardan ayrı düÅŸünmek. Nitekim, “Denizde ve karada bozgunluk, insanların elleriyle yapıp ettiklerindendir.” (30/Rûm, 41)
Üçüncüsü bu tür hâdiseleri Allah’ı, Yaratıcı Kudret’i yok sayarak deÄŸerlendirmek. O nedenle bu tür hâdiseler karşısında ileride aklımızı mahcup edecek açıklamalar yapmaktan kaçınmak gerekir.
ÇOCUKLARIN ÖLÜMÜ
Çocukları ve masum insanları da öldüren tabii afetleri ‘ceza’ olarak niteleyen anlayış, Allah’ın ‘âdil’ sıfatına da aykırı deÄŸil mi?
Sadece ‘ceza’ olarak nitelendirirsek hem âdil sıfatına hem de rahmân ve rahîm sıfatına aykırı olur. Yukarıda da ifade ettiÄŸimiz gibi bunu doÄŸru anlamak için dini bir bütün olarak anlamak gerekir.
Hayatın dünyadan ibaret olduÄŸuna inanan, varlığı maddeye insanı bedene indirgeyen, varlığın aÅŸkın, metafizik, manevi boyutlarını ihmal eden, parçalı bir âlem ve eksik bir ilim tasavvuru ile hareket eden kimselerin, bu tür afetleri anlaması ve anlamlandırması zordur. Hatta varoluÅŸun gayesi, yaratılışın hikmeti anlaşılmadan, doÄŸru bir âlem tasavvuru oluÅŸmadan, ahiret inancı olmadan dünyada ÅŸer, kötülük, acı, elem, üzüntünün varlığı izah edilemez.
Afetleri ayet olarak anladığımızda bu tür hastalıkların da bir anlamı, bir gayesi, bir hikmeti ve bir felsefesi vardır. Hatta azap olarak deÄŸil rahmet olarak deÄŸerlendirmek de mümkündür. “HoÅŸlanmadığınız nice ÅŸeyler var ki onda hayır vardır. HoÅŸlandığınız nice ÅŸeyler var ki onda kötülük vardır.” (2/Bakara, 216) Hiç kimsenin rahmân ve rahîm olan Rabbimizi gökten kullarına öfke saçan, azap yaÄŸdıran bir ilah olarak göstermeye hakkı yoktur.
Afetler aslında insanın yaratılış gayesine hizmet ederler. Bu açıdan baktığımızda afetler, yaratılışımızın hikmetini bize hatırlatan birer ilahî ikazdır. Afetler, aslında sadece birer ilahî ikaz da deÄŸildir. Bazı kulları için rahmettir. Bazı kullarının günahlarına kefarettir. Bazı kullarının ise derecelerini yükseltmek içindir. Bazen afetler, masumları daha büyük musibetlerden korumak içindir.
HAYIR VE ÅžER
Buradan dev bir kelam-teoloji problemine geliyoruz. Sizin de eserlerinizde çok iÅŸlediÄŸiniz mesele: ‘Hayır ve ÅŸer Allah’tan’ kuralını nasıl anlayacağız?
Burada üç ÅŸeyi ayırt etmek lazım. Ontolojik kötülüÄŸü, ahlaki kötülüÄŸü, ve insana verilen kötülük potansiyelini birbirinden ayırmalıyız.
Ontolojik kötülük konusunda ben Ä°mam Mâturidî gibi düÅŸünüyorum. Yani varlık âleminde mutlak kötülük yoktur. Kötülük bizatihi bir varlık deÄŸildir. Ve hiçbir kötülük doÄŸrudan Allah’a isnat edilemez.
Ahlaki kötülükte ise tek sorumlu insandır. Nitekim Kur’an’da “Başına gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.” buyurulur. (4/Nisâ, 79)
Ä°nsana verilen kötülük potansiyeli ise yaratılış ve varoluÅŸ hikmetinin bir gereÄŸidir. Nasıl ki karanlık olmadan aydınlığı anlayamayız. Batıl olmadan hakikati tanıyamayız. Zulüm olmadan adaleti fark edemeyiz. Kötülük olmadan iyiliÄŸi idrak edemeyiz. Ancak hiçbir zulmün sebebini, batılın nedenini ve hiçbir kötülüÄŸün varlığını Allah’a isnat edemeyiz. EÄŸer yeryüzünde kötülük olmazsa yaratılışın gayesi kaybolur. Dünyada hiç kötülük olmasaydı insana irade ve özgürlük verilmezdi. Ä°nsan iyi olmakla kötü olmak arasında hatta mümin olmakla kafir olmak arasında özgür bırakılmazdı. Allah, iyiliÄŸi, adaleti, merhameti yeryüzüne egemen kılmayı; kötülüÄŸü, zulmü, acımasızlığı ortadan kaldırmayı insanın varoluÅŸ gayesi olarak zikreder. Hal böyleyken bizim Allah’a dönüp sen niye kötülüÄŸü yarattın, niçin kötülüÄŸü önlemiyorsun, deme hakkımız olur mu? Ä°nsan, fıtratıyla, vicdanıyla, aklıyla kendisine gönderilen peygamber ve kitapla bütün kötülüklerin üstesinden gelerek iyiliÄŸi egemen kılmakla mükelleftir.
USUL/METOT NÄ°YE ÖNEMLÄ°?
Sizin bütün eserleriniz “metot” ya da “usul” üzerine... Niye önemli?
Her türlü bilginin metaa dönüÅŸtüÄŸü, dinî bilginin bütünlüÄŸünü kaybedip parçalandığı çağımızda artık en büyük sorun bilgisizlik anlamında cehalet deÄŸil, usûlsüzlüktür. Bilgi kıtlığı deÄŸil, usûl yokluÄŸudur. Bilgi kaosu ve yorum anarÅŸisinin dinin sade ve berrak hakikatlerini gölgelediÄŸi zamanımızda en büyük kötülük, ilke, kural ve kaide tanımadan dini yorumlamaktır. Usûl ve metot üzerinde durmamızın bir sebebi budur. Usûl üzerinde durmamızın bir diÄŸer sebebi ise dinin asıllar ve deliller sistemini kaybetmeden anlama çabasıdır. Zira bir dinin başına gelebilecek en büyük musibet, asırlar içinde istikrar bulan kaynak bütünlüÄŸünü, asıllar ve deliller sistemini ve deÄŸerler hiyerarÅŸisini kaybetmesidir. Bütün bunlar dini doÄŸru anlamak ve uygulamak için bir usûle ne denli ihtiyaç duyduÄŸumuzu gösteriyor.
Ä°slam düÅŸüncesinde usûl sadece bazı fakih ve kelamcıların usulü’d-din ve usul-i fıkh adı altında yazdığı eserler ve bu eserlerde ortaya koydukları ilke ve prensiplerden ibaret deÄŸil. En geniÅŸ anlamda, insan, dünya, akıl, hukuk, bilim, kültür ve sanat gibi varlık alanlarının din ile iliÅŸkisini kurgulayan, belirleyen yöntem usûldür. Usûl aynı zamanda din ile kültürü, adet ile ibadeti, evrensel olan ile kültürel olanı, sabit olan ile deÄŸiÅŸken olanı birbirinden ayırarak dinin rahmetini bütün zamanlara ve mekânlara doÄŸru taşımanın, doÄŸru anlamanın, doÄŸru anlatmanın adıdır. Usûlün gökten inmediÄŸi muhakkaktır ama ümmetin kök ile gök arasında kurduÄŸu bütün iliÅŸkiler usûlde mevcuttur. Usûl, tenzil ve tevili birbirinden ayırmamak, tevili tenzil mertebesine çıkarmamak ve tevilden dolayı hiçbir Müslümanı tekfir etmemek için de daima gerekli bir okumadır.
Bütün bu sebeplerle biz de hem çalışmalarımızda hem de Enstitümüzde usûl ve metoda öncelik tanıdık.
KUR’AN ‘KANUN’ MU?
KonuÅŸma ve kitaplarınızda “Dini metinleri birer kanun metni gibi algılayan anlayışını” radikal selefileri eleÅŸtiriyorsunuz. Kur’an niye “kanun metni” gibi algılanmamalı?
Kur’an gökten üzerimize yaÄŸan bir kitap deÄŸildir. Bir beÅŸer Peygamber vasıtasıyla sünnet adını verdiÄŸimiz yaÅŸanmış bir hayata dönüÅŸmüÅŸtür. Ve o 23 yıllık hayatın bütün iniÅŸ çıkışları dikkate alınmıştır. Kur’an varlık âleminin bir tercümesidir. Bu açıdan Kur’an’da tarih vardır, kıssalar vardır, varlık vardır, tabiat vardır, kozmoloji vardır, insan vardır, toplum vardır, ahlak vardır, itikat vardır, ibadet vardır. Onun için Kur’an’ın her ifadesi ayet adını almıştır. Ayet, kanun deÄŸildir. Fakat ayet bütün kanunlara rehberdir. Kanun, ayeti ayet olmaktan çıkarır. Bu, Kur’an’da hüküm bildiren ayetlerin olmadığı manasına gelmez.
Bir metni kanunlaÅŸtırmak sadece bir yorumdur ve beÅŸerî zihinsel bir formülasyondur. Ayet, doÄŸrudan zihinsel bir formülasyona dönüÅŸtürülemez. Nitekim Tevrat’ın tahrifi rabbilerin kanunlarına dönüÅŸtürülerek gerçekleÅŸmiÅŸtir. Kur’an sadece kanun gibi algılanırsa, hakka, hakikate, ahlaka, adalete, merhamete ve bütün kanunlara rehberlik etmekten uzaklaşır. Ve herkes kendi düÅŸünce ve yorumlarını Kur’an’a söyletmeye kalkışır. Kur’an, hidayet rehberidir. Kur’an’ı bir kanun metnine dönüÅŸtürdüÄŸünüzde hidayet rehberi olmaktan çıkarır ve evrenselliÄŸini zedelemiÅŸ olursunuz. Elbette Kur’an’ın kendisinin evrensel, külli kanunları vardır. Ve her ayet o külli kanunlar çerçevesinde anlaşılmak durumundadır.
Ä°NSAN PEYGAMBER
Yeni Çıkan ‘Sünnet ve Hadisi Anlama Kılavuzu’ adlı kitabınızda diyorsunuz ki: “Allah Resulü’nün beÅŸer olarak yaptıkları ile peygamber olarak yaptıklarını birbirinden tefrik etmek suretiyle sünnet anlaşılmalıdır.” Birkaç örnekle açar mısınız?
Örnek vermeden önce ÅŸunu ifade etmek isterim. Sünnet ve hadisi bugün anlamlandırıp yorumlarken risalet-i Muhammediyye’nin iki büyük özelliÄŸi olan bütün âlemlere gönderildiÄŸi evrensellik gerçeÄŸi ile bütün zamanlara hitap ettiÄŸi ebedîlik hakikatini daima göz önünde bulundurmalıyız. Sünneti doÄŸru anlamak ve anlamlandırmak için bütün usûlcülerin yaptığı gibi Allah Resulü’nün beÅŸer olarak yaptıkları ile peygamber olarak yaptıklarını birbirinden tefrik etmek gerekir. Ona benzemekle (teÅŸebbüh) onu örnek almayı (teessi) birbirinden ayırmak gerekir. Zira hiçbir peygamber kendi kavminin kültürünü evrensel bir din kuralına dönüÅŸtürmemiÅŸtir. Bir dine girebilecek en büyük bidat, peygamberin gönderildiÄŸi kavmin örfünü, âdetini, geleneÄŸini, kültürünü din hâline getirmektir. Binaenaleyh sünneti doÄŸru anlamak için âdet ile ibadeti, yerel olan ile evrensel olanı, dinî olanla kültürel olanı birbirinden ayırmak gerekir.
Nitekim bu hususta böyle bir ayırımı, bizzat Hz. Peygamber’in kendisi yapmıştır. Sayısız pek çok hâdisede sahabe “Ya Resulallah! Bu vahiy mi, yoksa senin görüÅŸün mü?” diye sormaktan çekinmemiÅŸ ve Allah Resulü’nün hilafına da olsa fikrini beyan etmekten, hatta kendi fikrini tercih etmekten kaçınmamıştır. Daha da önemlisi Hz. Peygamber de sahabenin bu sorgulamalarını hiçbir zaman sünnete karşı bir tavır olarak addetmemiÅŸtir.
‘VAHÄ°Y DEĞİL GÖRÜÅž’
Mesela Bedir Savaşı öncesinde Hz. Peygamber orduyu bir yerde konaklattığı sırada genç sahabi Hubâb b. Munzir “Ey Allah’ın Resulü! Burası Allah’ın seni konumlandırdığı bir yer midir? EÄŸer öyleyse biz onu çiÄŸnemeyiz. Yoksa bu, kendi görüÅŸün müdür?” diye soruyor. Allah Resulü’nün “Bu, kendi gürüÅŸümdür.” cevabı üzerine Hubâb, daha stratejik bir konaklama yeri öneriyor. Hubâb’ın önerisini beÄŸenen Allah Resulü Hubâb’ın dediÄŸi yerde orduyu konaklatıyor.
Yine Mesela Hendek Savaşı’nda Resulullah, Gatafan kabilesiyle o yılki Medine hurma hasılatının üçte biri karşılığında Medine’yi kuÅŸatan müÅŸrik koalisyondan çekilmesi için antlaÅŸma yapma konusunu istiÅŸare ettiÄŸi iki Sa’d (Sa’d b. Mu’âz ve Sa’d b. Ubâde) “Ey Allah’ın Resulü! Bu, bizim için yaptığın bir ÅŸey midir? Yoksa Allah’ın sana emrettiÄŸi bir ÅŸey midir?” diye soruyorlar. Nitekim istiÅŸare sonucu Allah Resulü, sahabenin görüÅŸleri doÄŸrultusunda Gatafan kabilesiyle antlaÅŸma yapmaktan vazgeçiyor.
Bir misal de hanım sahabilerden verelim. EÅŸinden boÅŸanmak isteyen Berîre’yi kocasının talebi üzerine yanına çağıran Hz. Peygamber “O senin hem kocan hem de çocuÄŸunun babası, ne var ona geri dönsen?” diyerek onu kocasına dönmeye teÅŸvik ediyor. Berîre’nin “Ey Allah’ın Resulü! Allah’ın Elçisi olarak emir mi buyuruyorsun?” sorusuna Hz. Peygamber “Ben yalnızca aracılık yapıyorum.” diye cevap verince Berîre “Ona ihtiyacım yok!” diyerek kocasından ayrılıyor.
KÄ°MDÄ°R?
Ä°slam DüÅŸünce Enstitüsü BaÅŸkanı Mehmet Görmez, 2010-2017 arasında Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı oldu. Ä°lmi eserleri usûl/metod konusundadır. Otto Yayınevinden çıkan kitapları:
Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu: Görmez’in en önemli eseri. Metod meselesinin önemini anlatıyor. Hadis Ä°lminin Temel Meseleleri: Sünnet ve hadisin doÄŸru anlaşılması için gereken usul/metod araÅŸtırması. Gazali’de Sünnet, Hadis ve Yorum: Gazali’nin sünnet ve hadis konularına bakışını araÅŸtırıyor. Sünnet ve Hadisi Anlama Kılavuzu: Yeni çıkan kitabı. Türkiye’de ve Ä°slam dünyasında ifrat ve tefrit noktalarında seyreden sünnet ve hadis tartışmalarının doÄŸru ve mutedil bir zemine taşınmasına katkı sunmayı amaçlamaktadır.
Kaynak: Karar
Henüz yorum yapılmamış.