Şükrü Hanioğlu: Filistin ve hiçselleştrime: Halksız bir devletin, bir halkı topraksızlaştırması
Follow @dusuncemektebi2
Donald Trump'ın Filistin'de iki devlet temelli çözüm çabalarının tabutuna son çiviyi çakan "Kudüs kararı," seçimde kendisini destekleyen Evanjelist tabana yönelik bir hamle olarak yorumlanmaktadır.
Donald Trump’ın Kudüs kararı, Evanjelist tabanı tatminin ötesine geçen bir düÅŸünsel arka planın ürünüdür.
Donald Trump'ın Filistin'de iki devlet temelli çözüm çabalarının tabutuna son çiviyi çakan "Kudüs kararı," seçimde kendisini destekleyen Evanjelist tabana yönelik bir hamle olarak yorumlanmaktadır. Söz konusu kararın böylesi bir hedefi de olduÄŸu ÅŸüphesizdir. Ancak onu bu ÅŸekilde açıklamak "indirgemeci" bir yaklaşım olur.
Günümüzde ABD, geçmiÅŸte de Avrupa güçlerinin Siyonist projeye verdiÄŸi destek ile Balfour Deklarasyonu'ndan (1917) Trump'ın "Kudüs Kararı"na uzanan siyaset belgeleri deÄŸerlendirilirken bunları sadece "Evanjelistlerin etkinliÄŸi" ve "Yahudi lobisinin gücü" üzerinden açıklamak mekanikliÄŸi baskın bir iliÅŸki tesis eder. Bu iki olgunun etkisi kuÅŸkusuz inkâr olunamaz; ama Batı merkez güçlerinin on dokuzuncu asır sonrasında geliÅŸtirdikleri Filistin siyasetleri bunların ötesine geçen bir düÅŸünsel arka plana dayanır.
Filistin boÅŸ muydu?
"Topraksız bir halk, halksız bir toprak" ifadesi, on dokuzuncu asırda Siyonist ideolojiyi inÅŸa edenler ile Avrupalı destekçileri tarafından Yahudilerin Filistin'i "yurt" haline getirmesinin meÅŸruiyet zeminini yaratmak için kullanılmıştır.
Bu ifade Siyonist entelektüeller öncesinde Alexander Keith, Horatius Bonar ve George Seaton Bowles benzeri Britanyalı Hıristiyan din adamları tarafından dile getirilmiÅŸtir. Siyonist liderler ise bunu siyasal programlarını meÅŸrulaÅŸtıracak bir söylem olarak görmüÅŸlerdir.
Genellikle Theodor Herzl'e atfedilen bu ifade gerçekte Siyonist yazar Israel Zangwill tarafından "Filistin halksız bir ülke ve Yahudiler ülkesiz bir halktır" biçiminde yazıya dökülmüÅŸ, daha sonra ise deÄŸiÅŸik siyasal ve kültürel forumlarda aynen ya da meâlen tekrarlanmıştır.
Bu ifadenin baÄŸlamı ve atıfta bulunduÄŸu coÄŸrafî alan Arap ve Yahudi uzmanlar arasında tartışmaya neden olmuÅŸtur. Edward Said ve Rashid Khalidi onun Siyonist siyasal programın "kelâm-ı kibarı" olduÄŸunu savunurken, Adam Garfinkle ve Diana Muir anılan ifadenin kullanıldığı baÄŸlamda farklı anlamlar içerdiÄŸini iddia etmiÅŸlerdir.
Bu tartışmanın yoÄŸunlaÅŸtığı noktalar olan "Siyonist liderler Filistin'de Arapların yaÅŸadığından bîhaber miydi?" "Osmanlı idaresi altında Filistinli kimliÄŸi ve Filistin halkı var mıydı?" benzeri sorular literal okumaları yansıtmaktadır. Sorunun düÄŸümlendiÄŸi nokta ifadenin içinde üretildiÄŸi "baÄŸlam"dan ziyade onun dile getirdiÄŸi "tasavvur"un düÅŸünsel arka planıdır.
Siyonist liderler ve Batı kamuoyundaki destekçileri, Said, Khalidi ve öncesinde Kudüs Müftüsü Muhammed Emin el-Hüseynî tarafından dile getirildiÄŸinin tersine "iskân edilmemiÅŸ, hâlî bir bölge" tezinden yola çıkarak Filistin'i sahiplenmeye çalışmamışlardır.
Ä°fadeyi ilk kullanan Evanjelist Ä°skoç papaz Alexander Keith 1839'da Filistin'e gittiÄŸi gibi beÅŸ yıl sonra "kutsal topraklar"ı bir daha ziyaret ettiÄŸinde bölgenin ilk fotoÄŸraflarını çeken kiÅŸi olmuÅŸtur. Herzl dahil pek çok Siyonist lider ise Filistin'de kapsamlı geziler yapmıştır. Dolayısıyla orada Arapların yaÅŸadığını görememe, bölgenin terk edilmiÅŸ olduÄŸunu düÅŸünme durumunda olmamışlardır.
On dokuzuncu asrın baÅŸlarında Yahudi nüfusun Araplara nispetinin 1:40 (6,700: 268,000) olduÄŸu Filistin'de 1880'e gelindiÄŸinde bu oran 1:22 (24,000: 525,000)'ye düÅŸmüÅŸtü. Ancak dönem ölçülerinde küçümsenmesi güç, yarım milyonu aÅŸkın bir nüfusun gözden kaçırılması mümkün deÄŸildi.
GeçmiÅŸ ve yaÅŸayanlar
Bu nüfusun görülmesine karşılık yok sayılmasının nedeni, onun anılmaya deÄŸer bulunmayan, "medenîleÅŸmemiÅŸ bir barbarlar sürüsü" olduÄŸunun düÅŸünülmesiydi.
Herzl de geleceÄŸin Yahudi devletinin taslağını içeren ütopik romanı Altneuland'da Yahudi göçmenlerin Ä°sviçre ve Fransız Rivierası'na dönüÅŸtürecekleri Filistin'e "kültür getirecekleri"ni ve "Asya'da bir Avrupa kolonisi yaratacakları"nı savunuyordu. Kudüs ise barbarlık çölünde bir medeniyet vahası olarak yükselecek bu "eski yeni ülke"nin baÅŸkenti olacaktı. 300 sahifeyi aÅŸkın romanda Araplara ayrılan kısım altı sahifeyi geçmiyor ve büyük dönüÅŸüm projesinin başındaki David'in RaÅŸid Bey adında eÄŸitimli bir Araba hemcinslerinin bu geliÅŸmeden saÄŸlayacağı yararları anlatması ile sınırlı kalıyordu.
Bu açıdan bakıldığında, Siyonist liderler ve Avrupalı destekçileri açısından Filistin'deki Arap nüfus, dönüÅŸümü kabullendiÄŸi ölçüde "medenîleÅŸtirme misyonu"ndan faydalanabilecek, ama "deÄŸerinin bilincine varamadığı" topraklar üzerinde hak iddia etmesi anlamlı olmayan bir kitleyi oluÅŸturuyordu. Bu nüfus niteliksel varlığa sahip; ama niceliksel olarak "yığın" olmanın ötesinde deÄŸer taşımayan bir kitleydi.
Batı'nın on dokuzuncu yüzyılda yoÄŸunlaÅŸan eski uygarlıklar arkeolojisi ve araÅŸtırmaları ile antik ve modernlik öncesi tarih üzerinden meÅŸrulaÅŸtırdığı bu yaklaşım sadece Filistin için geçerli deÄŸildi. Austen Henry Layard Ninova kazılarını yaptığında Avrupa basını ortaya çıkarılan büyük medeniyetin izlerinin "mevcut barbar sakinler" elinde silindiÄŸini savunmuÅŸtu.
Süryanî ve Keldanîler gerçekçi bir seçenek oluÅŸtursa Musul'un onlar tarafından ihyası benzeri bir projenin Avrupa'da destek göreceÄŸi ÅŸüphesizdi. Nitekim Balkan Harpleri sonrasında Arnavutların toplam nüfusun % 70'ini oluÅŸturduÄŸu Kosova'nın Sırbistan'a bırakılması, onun OrtaçaÄŸ Hıristiyanlığını temsil eden Eski Sırbistan (Stara Srbija)'nın dört parçasından biri olarak mütalâa olunmasından kaynaklanmıştı. Venizelos'u Perikles ile kıyaslayan Lloyd George da Birinci Dünya Harbi sonrasında "Küçük Asya kıyıları"na yeniden "Antik Yunan ve Romalılar"ın torunlarını yerleÅŸtireceÄŸini söylerken bölgede çoÄŸunluÄŸu oluÅŸturan Türk nüfusun buna itiraz etmeye hakkı olmadığını varsayıyordu.
HiçleÅŸtirilme
Dolayısıyla Trump'ın kararı, "Mesih'in yeryüzüne ikinci geliÅŸini hızlandırma" benzeri Evanjelist projelere hizmet etme ve "Yahudi lobisinin desteÄŸini alma"nın ötesine geçen ve bâzı Batı mehâfilinde halen kabul gören bir düÅŸünsel arka planın ürünüdür.
Bu çerçevede eski uygarlıklarla özdeÅŸleÅŸtirilen toplulukların "tarihî mirasları"nı sahiplenmesi desteklenirken, asırlara yayılan geliÅŸme ve demografik deÄŸiÅŸimler kalın parantezlere alınmakta ve talep edilen topraklarda yaÅŸayan halklar "hiçleÅŸtirilmek"tedir.
Filistin'e yönelik on dokuz ve yirminci asır Avrupa ve günümüz ABD deÄŸerlendirmeleri, bu nedenle, bölge Araplarını "hiçe sayan" siyasetlerin "âdil" olacağı ve bölgeye "medeniyet ve barış getireceÄŸi"ni varsayabilmiÅŸtir. Sorun, fazlasıyla romantik bir entelektüel tasavvurun güç kullanımıyla "siyasal gerçeklik" haline getirilmeye çalışılmasıdır.
Kaynak: Sabah Gazetesi-ArÅŸiv
Henüz yorum yapılmamış.