Mekke'de Müslümanlara ilk kez namaz emri geldiÄŸinde yönlerini Mescid-i Aksa'ya dönmeleri emredildi. Hz. Peygamber Efendimiz 622'de Medine'ye hicret edene kadar bu durum bir-bir buçuk sene kadar devam etti. Daha sonra bildiÄŸimiz gibi, Mekke'deki kadim kıbleye Kabe'ye dönmeleri emredildi. Ä°nsanların bu deÄŸiÅŸimin nedenini sorduklarında Kuran-ı Kerim Bakara Suresi 115'inci ayette ÅŸöyle buyurdu: "DoÄŸu da Allah'ındır, Batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Åžüphesiz Allah'ın rahmeti ve nimeti geniÅŸtir, O, her ÅŸeyi bilendir."
7'inci yüzyılda ve müteakip yüzyıllarda 'batı' ve 'doÄŸu' kavramları bugün yüklediÄŸimiz anlamlara haiz deÄŸildi. Müslümanlar için Kâbe 'doÄŸu' demek deÄŸildi, tıpkı hem Müslümanlar hem de Yahudiler için Kudüs'ün de 'doÄŸu' olmadığı gibi… Kutsal mekânlar bu basit coÄŸrafi sınırlamaların ötesindedir Buralar, 'DoÄŸu ve Batı' tanımlamalarının ötesinde kendilerini kıble edinenler için kutsal merkezlerdir.
Moderniteden evvel, Ä°slam, dünyayı kavramak için kullandığı evrensel dilde doÄŸu-batı gibi kategorik kavramlar kullanmadı. Yeryüzünde ne varsa, doÄŸu, batı, güney, kuzey, hepsi tek olan bir varlığa, hepsinin üstünde aÅŸkın olan yaratıcıya aittir. Müslüman bilim insanları, felsefeciler, âlimler, hakikati ararken dünyaya bir bütün olarak baktılar ve Hint, Çinli, Afrikalı, Sasani, Yahudi, Hristiyan ve daha pek çoklarından istifade ettiler. Antik dönemin ilim ve irfanını elekten geçirip kendilerine göre uygun ve gerekli olanları aldılar. DiÄŸer dinlere, ırklara ve coÄŸrafyalara karşı basmakalıp önyargılarla ayrımcı ve ÅŸeytanlaÅŸtırıcı bir tutum içine girmediler.
Ä°lk Müslüman filozof olarak bilinen El-Kindi, "insanlık için faydalı bilgiyi üreten bütün seleflerine" borçlu olduklarını dile getirmiÅŸti. El-Kindi'den sonra gelen filozoflar hem antik Yunan ve Helenistik dönemi hem de Çinli bilgeleri ve Hintli âlimleri eleÅŸtirel bir gözle okudular. Bölgeleri, ırkları yahut dinlerinden ziyade eserlerinde esas meselenin ne olduÄŸuna odaklandılar.
Bugünün Müslümanları ise geçmiÅŸteki bu evrensel görüÅŸü neredeyse tamamen unuttular ve modern dünyada ötekini konumlandıran düalist bir düÅŸünce sisteminin cazibesine kapıldılar. Böylelikle DoÄŸuyu överken ve Batıyı yererken herhangi bir ciddi entelektüel tartışmanın veya ilmi yaklaşımın özünü kaçırmış oldular. Maalesef, bu ikili karşıtlıklar zihnimizi gölgeliyor ve koas, mesafe ve cehalete sebep oluyor.
Çok ilginç bir ÅŸekilde yukarıda alıntıladığımız Bakara Suresi'nin ayeti OrtaçaÄŸ'da ve sonrasında Avrupalı düÅŸünürlerin dikkatini çekmiÅŸtir. Alman ÅŸair Goethe doÄŸu-batı ayrımının üstesinden gelmek için bu ayeti zikretmiÅŸ ve bir ÅŸiir kitabının ismini "DoÄŸu-Batı Divanı" koymuÅŸtu.
18'inci yüzyılın meÅŸhur Avusturyalı oryantalist tarihçisi Joseph Hummer-Purgstall, bahsettiÄŸimiz doÄŸu-batı ayetinin mesajından öyle etkilenmiÅŸti ki sık sık eserlerinde alıntılamış ve mezar taşına bu ayeti yazdırmıştı.
Müslüman âlimleri bugünkü manada 'doÄŸulu âlimleri' diye tanımlamak çok garip olurdu. Ä°bn Sina bugün 'OrtadoÄŸu' adı verilen bölgede yaÅŸadı diye ona 'doÄŸulu filozof' demek ne kadar anlamsızsa, bugünkü Ä°spanya coÄŸrafyasına tekabül eden Endülüs'te yaÅŸayan Ä°bn RüÅŸd'e 'batılı bir filozof' demek de o kadar anlamsızdır. 18'inci yüzyıldan bu yana herkesin zihni, kategorik 'Batı' ve 'DoÄŸu' kavramları ile bulanmış durumda. Bugün bu kavramlar homojen inanışların, algılamaların ve tutumların bir araya gelmesi ile tarih dışı kategorilere dönüÅŸtüler ve derin cehaletlere sebep oldular.
Ä°slam dünyası bu durumdan ders çıkarmalı. Bugüne ait; siyasi adalet, kültürel emperyalizm veya ekonomik sömürü gibi meseleler ile ilgilenirken sorumsuzca yapılan genellemelerden ve sığ kategorilerden kaçınılmalı. Tarih boyunca kaybettiklerimiz ve karşılaÅŸtığımız haksızlıkları adalet, eÅŸitlik ve saygınlık adına daha yapıcı bir söyleme kanalize etmek gerekiyor. Zira kimden gelirse gelsin, ister Amerikalı, ister Avrupalı isterse Müslüman olsun, 'bizler-onlar' ikilemi her hâlükârda yanlış ve zararlı bir karşılaÅŸtırma.
Asıl yapılması gereken ÅŸey, 'oksidentalizm' tuzağına düÅŸmeden Avrupa-merkezci bakış açılarının üstesinden gelmek olacaktır. Kendi zaaflarımıza karşı körleÅŸmeden emperyalizm eleÅŸtirisi yapmak… 'Karşılıklı suçlama' kolaycılığını bırakıp özeleÅŸtiri yapabilmektir. Merhum Aliya Ä°zzetbegoviç Ä°slami bir perspektiften yola çıkarak doÄŸu-batı kategorileÅŸtirmesine karşı durmuÅŸ sayılı Müslüman entelektüellerden biriydi. "DoÄŸu ve Batı Arasında Ä°slam" kitabı, Ä°slami geleneÄŸi, doÄŸu-batı ekseninin üstünde ve her ikisini de ÅŸeytanlaÅŸtırmadan bir çerçeveye oturtmaya çalışır. Bu yoldan ilerleyen pek çok Müslüman ilim adamı ve düÅŸünür var. Seyyid Hüseyin Nasr, Tarık Ramazan, Hamza Yusuf, Seyyid Muhammed Nakib el-Attas, Halit Ebu el-Fadl, Timothy Winter (Abdülhakim Murat), Ingrid Mattson ve daha burada saymaya imkânımızın olmadığı pek çok kiÅŸi hem geleneÄŸe hem de modern dünyaya karşı eleÅŸtirel bir bakış açısıyla yaklaÅŸmayı baÅŸardılar.
Batı medyasında manÅŸetler IŞİD'in katliam maceraları ile dolup taşıyorken bu insanlar erdemli bir sebat göstererek 'orta yolu' muhafaza etmeye gayret ettiler, zira doÄŸunun ve batının ve diÄŸer her ÅŸeyin gerçek sahibinin yalnızca Allah olduÄŸunu biliyorlar.
Ä°slam toplumlarının dünyayı algılarken ve kendilerini dünyada konumlandırırken kuÅŸatma altında oldukları ve sürekli kurban edildikleri hissinden kurtulmaları gerekiyor. En vahÅŸi adaletsizlik durumunda bile bilgiye, sabır ve erdeme baÄŸlı kalmak zorundayız. Herkesten önce Müslümanlar, entelektüel tembellik ve ahlaki ataletten baÅŸka bir ÅŸey getirmeyen kolaycı doÄŸu-batı ikilemlerinden uzaklaÅŸmak durumundalar.
Kaynak: Sabah-26 Aralık 2014
Henüz yorum yapılmamış.