Hz. Muhammed'in (sav) 627 yılında Hendek Savaşı'na hazırlandığı sırada bir Türk çadırında oturduÄŸu rivayet edilir. Bu çadırın Asya'nın uzak bozkırlarından Medine'ye kadar nasıl geldiÄŸi bilinmez. Çadır hakkındaki bilgi doÄŸruysa herhalde bir Arap tüccarı tarafından görülmüÅŸ, beÄŸenilmiÅŸ ve Medine'ye kadar taşınmış olmalıydı. O devirlerde Arap tüccarlarına baÄŸlı kervanlar Ä°pek Yolu'ndan Çin'e kadar gidebiliyordu. Muhtemeldir ki bu yollar boyunca zaman zaman Türk kabilelerine rastlıyorlar, onlarla alışveriÅŸte bulunuyorlardı. Her ne kadar Cahiliye dönemi ÅŸiir ve darbımesellerinde Türklerden bahsedilse de ya temasların az olmasından ya da Türk ülkesinin uzaklığından dolayı Türklere dair belli bir fikre sahip deÄŸillerdi.
Hz. Muhammed Ä°slamı tebliÄŸe baÅŸladığı ve müÅŸriklerle mücadeleye giriÅŸtiÄŸi sıralarda (610) Orta Asya'da Türkler, Göktürklerin hâkimiyetinde toplanmışlardı. Ülkenin sınırları Baykal gölünden Kırım'a, Sibirya Bozkırlarından Maveraünnehir ve Ä°pek Yolu'na kadar uzanıyordu. Türklerin kaÄŸanı Ä°lig KaÄŸan Ötüken'de oturuyordu ve Çin'le mücadele halindeydi.
Türkler, KaÄŸanlarının Gök Tanrı tarafından “yeryüzünün iÅŸlerini düzene koyması, Türk milletinin periÅŸan olmaması” için görevlendirildiÄŸine, yani Tanrı tarafından “Kut” verilerek kaÄŸanlığa oturtulduÄŸuna inanıyorlardı. Gökte olduÄŸuna inandıkları Tanrı tekti. Herhangi bir ÅŸeye benzemiyordu; kendisi gibiydi. O aslında sadece Türklerin öz tanrısıydı. Bu yüzden Türkler ölünce doÄŸrudan cennete gitmeye hak kazanıyorlardı. Cennet uçmak'tı ve yeri atalarının ruhlarının dolaÅŸtığı yerlerdi. KaÄŸan'ın görevi Tanrı'nın Türk milleti için arzuladığı iyi iÅŸleri yapmaktı. Ama bu her zaman mümkün olamıyordu. Ülke iyi idare edilmediÄŸi ve iÅŸler bozulmaya yüz tuttuÄŸunda kaÄŸanın kut'unun elinden alındığına ya da kut'lu olmadığına inanılıyordu. Ä°ÅŸte o zaman “OÄŸlu, babası gibi kılınmamış (yaratılmamış)” yani babası gibi kut sahibi olamamış deniliyor ve kaÄŸanlığı sona eriyordu.
Ä°ÅŸte Hz. Muhammed'in Mekke'nin fethine hazırlandığı günlerde Göktürk KaÄŸanı olan Ä°lig KaÄŸan da babası ve dedesi gibi kılınmamış olacak ki, Çin'e karşı ağır bir maÄŸlubiyet aldı (630). Göktürk Devleti'nin DoÄŸu yarısı Çin hâkimiyetine girdi. Batı kısmı ise ancak 28 yıl ayakta kalabildi. 658'de onlar da Çin'e tâbi oldular. Türk kabilelerinin bir kısmı etrafa dağılıp bağımsız hareket ederken çoÄŸunluÄŸu Çin'in idaresine girmek zorunda kaldı. Türkler devletsiz kaldılar.
Bu sırada Müslümanların fetihleri de çoktan baÅŸlamış, halifeler ordularının yönünü Kuzey Suriye, Ä°ran ve Mısır'a çevirmiÅŸlerdi bile. Müslümanlar o kadar yürekten savaşıyorlardı ki, ne Bizans ne de Sasani kuvvetleri onları durdurabiliyordu. Hz. Ömer (ra) (634-644) zamanında Kadisiye ve Nihavend savaÅŸlarıyla Ä°slam orduları Ä°ran'ın derinliklerine doÄŸru ilerlemiÅŸ, Horasan ve Toharistan sınırlarında çoktan Müslüman sipahiler dolaÅŸmaya baÅŸlamıştı bile. Aslında bunun açık anlamı -Sasani engelinin kalkmasıyla- Ä°slam devletinin sınırlarının Türk ülkelerine dayanmış olmasıydı. Artık Türkler yavaÅŸ yavaÅŸ bu ordularla temasa baÅŸlamışlardı. Öyle ki, Sasani hükümdarı Yezdicerd, Türklerin tarafına kaçıp onlardan aldığı yardımla Belh'i kurtarmıştı. Hz. Ömer'in ÅŸehadetinden sonra Toharistan ve Horasan'da çıkan ayaklanmalara Türklerin de karıştığına dair kuvvetli rivayetler vardı.
“Denize ulaÅŸmama az kaldı”
Sadece burası deÄŸil tabii. Ä°slam ordularının girdiÄŸi bölgelerden biri de Kafkaslardı ve bölgeyi kuzeyden kuÅŸatan Hazarlarla komÅŸu olunmuÅŸtu. Müslümanların el-Bab'ı, yani Türklerin “Demirkapı” dedikleri Derbend'i ele geçirdiklerinde (643), Abdurrahman b. Rebia asıl niyetinin Belencer'e akın düzenlemek olduÄŸunu söylemiÅŸti. Belencer ve hemen arkasında bulunan Etil/ Ä°til ÅŸehri Hazarların önemli merkezlerindendi. Ä°slam orduları Hazar ülkelerine girdiler girmesine ama karşılarında da ciddi bir direniÅŸ buldular. Hatta Abdurrahman, Belencer yakınlarındaki bir mücadelede ÅŸehit düÅŸtü. Ä°ÅŸin doÄŸrusu Türkler, her ne kadar Göktürk KaÄŸanlığı gibi büyük bir imparatorluktan yoksun kalmış olsalar da, ülkelerini fethe giriÅŸen Ä°slam orduları karşısında pek de zayıf sayılmazlardı. Onların kuvvetli direniÅŸi ve savaÅŸçılıklarının fark edilmesi üzerine muhtemeldir ki, “Türkler size iliÅŸmedikçe, siz de onlara iliÅŸmeyiniz” hadisi bu dönemlerde uydurulmuÅŸtu.
Hz. Osman'ın (ra) ÅŸehadetinden sonra Ä°slam devletinin iç karışıklıklarla boÄŸuÅŸtuÄŸu sıralarda Türklerin durumu da pek iç açıcı deÄŸildi. DoÄŸu Türk dünyası bütünüyle Çin hâkimiyetindeydi. Ama Türklerin bu hali çok uzun sürmedi. Ä°slam dünyası Kerbela acısıyla sarsılırken (680), Asya'nın uzak bozkırlarında Türkler yeniden toparlanma evresine girmiÅŸlerdi. Hz. Hüseyin'in (ra) ÅŸehadetinin üzerinden henüz iki yıl bile geçmemiÅŸken, Ötüken'de Kutluk KaÄŸan Göktürk Devleti'ni yeniden kurdu (682).
Asya'da yeniden yükselen bu güç, eski sınırlarına kavuÅŸmak için doÄŸuda ve batıda mücadelelere giriÅŸti. Kutluk KaÄŸan Türkleri yeniden toparladığı için 'Ä°lteriÅŸ' unvanı ile anılıyordu ama devleti asıl gücüne kavuÅŸturanlar kardeÅŸi KapaÄŸan KaÄŸan ile oÄŸulları Bilge ve Kültigin idi. 692'de devletin başına geçen KapaÄŸan KaÄŸan önce Kırgızları itaat altına aldı. Çin'e düzenlenen seferler sayesinde neredeyse denize ulaÅŸacaklardı. Bilge Tonyukuk bunu “Åžantung'a ordu sevk ettim, denize ulaÅŸmama az kaldı” diye anlatır. Batıda ise Ä°slam devletinin sınırlarına yeniden yaklaşıldı. 701'de meÅŸhur Demirkapı'ya, yani Derbend'e (Arapların deyimiyle Babü'l-Ebvab) ulaşıldı. Güneybatı sınırında Maveraünnehr'e yakın bölgelerde hâkimiyet süren TürgiÅŸler devlete baÄŸlandı. Artık Göktürk hâkimiyeti yeniden Maveraünnehr, Kafkaslar, Çin ve Sibirya sınırlarına dayanmıştı. Ne var ki, KapaÄŸan KaÄŸan'ın sert idaresi yüzünden Göktürk Devleti 710'da büyük bir isyanla sarsıldı. Bazı Türk boyları ayrılıp Çin'e gitti.
Aynı yıllarda Ä°slam fetihleri doÄŸu- batı yönünde devam ediyordu. 710'da Müslümanlar artık Atlas Okyanusu'na dayanmışlardı. Asya'nın en doÄŸusunda Çin, Türkler arasında meydana çıkan karışıklıkta kendisine yer bulmaya çalışırken, Afrika ve Avrupa'nın en batısında Müslümanlar yeni bir fetih hareketine giriÅŸiyorlardı. Tarık b. Ziyad ordularının geri çekilme ümidini kırmak için Avrupa kıyılarına kendilerini taşıyan bütün gemileri yaktırıp Ä°spanya'nın fethine baÅŸlamıştı bile. 711'de barbar Vizigotlara karşı yapılan Kadiks Savaşı Müslümanların zaferiyle sonuçlandığı günlerde Göktürkler de Kırgızları ikna edip kendilerine yeniden baÄŸlamakla meÅŸguldüler. Müslümanlarla Türklerin sınırı olan Kafkaslar ve Maverünnehr'de ise sonu gelmez çatışmalar, zaferler veya maÄŸlubiyetler sürüp gidiyordu. Kafkaslarda, Azerbaycan'ın kuzey kesimlerinden itibaren Hazarlar, Maveraünnehr taraflarında ise Cürcan'da Sûl ya da Çöl Türkleri, Sistan bölgesinde Hunların Hindistan uzantısı olan Eftalitler ve Halaçlar, Badegis'te Nizek Tarhan ve Toharistan'da Karluklardan bir bey bulunuyordu. Maveraünnehr'e en yakın yerde ise TürgiÅŸler hüküm sürüyordu.
Maveraünnehr'in kaderi
Aslına bakılırsa sınır boylarının hâkimi olan Türk beyleri ile Azerbaycan ve Horasan'ı ağırlık merkezi yapmış olan Emevi valileri arasında belirgin bir üstünlük de bulunmuyordu. Åžehirler ve beldeler zaman zaman el deÄŸiÅŸtiriyordu. Üstelik Arap fatihlerin Ä°slamı yaymak gibi bir niyetlerinin bulunmadığı, Müslüman olmayan Türk ve diÄŸer yerli ahaliden cizye almayı daha çok istedikleri yolunda güçlü rivayetler etrafta dolaşıyordu. Bütün bunlar arasında Kuteybe b. Müslim'in Horasan valiliÄŸine atanması Maverünnehr'in kaderini deÄŸiÅŸtirmeye yetti.
Kuteybe b. Müslim bölgeye vali olarak atandığında henüz 40'ında bile deÄŸildi. Aslen Basralı'ydı; Kays Aylân kabilesine mensuptu. Her ne kadar bu kabile Araplar arasında pek asil sayılmasa da o tanınan biriydi. Aslında kaderi Abdullah b. Carud'un Basra'da Haccac b. Yusuf'a isyan etmesiyle deÄŸiÅŸmiÅŸti. Emevilerin önemli komutanlarından ve etkin simalarından Haccac kendi kabilesindendi. Ä°syan sırasında ordusuyla ona katılıp yararlılıklar gösterdi. Ardından Haccac'ın yüreÄŸini aÄŸzına getiren Ä°bnü'l-EÅŸ'aÅŸ isyanında da etkin rol oynadı. Bu iyiliklere karşılık Haccac onu Rey valiliÄŸine gönderdi (702). Bununla da kalmayıp üç yıl geçmeden Horasan valiliÄŸine atanmasını saÄŸladı (705). Kuteybe Horasan'a geldiÄŸinde Toharistan'ın merkezi Belh isyan halindeydi. Hemen o tarafa yöneldi. Ordusunun büyüklüÄŸünden korkan yerel idareciler isyana son verip baÄŸlılıklarını bildirdiler. Ä°lerleyiÅŸine devam etti. Önce Çaganiyan ya da Saganiyan ÅŸehrini barış yoluyla ele geçirdi. Ardından Toharistan ÅŸehirlerinden Aherun ve Åžuman'ı vergi vermeleri ÅŸartıyla kendisine baÄŸladı. O Merv'e dönerken kardeÅŸi Salih ise Fergana ve KaÅŸan'ı aldı.
Kuteybe için önemli sorunlardan biri, Toharistan hükümdarı Nizek Tarhan'ın itaat altına alınmasıydı. Ona bir mektup gönderip kendisine baÄŸlanmasını ve elindeki esirleri serbest bırakmasını istedi. Nizek, onun baÅŸkent Badegis'e girmemesi ÅŸartıyla barışı kabul etti (706). Ama bu barış uzun sürmedi. Kuteybe Maveraünnehr'in en önemli ticaret merkezlerinden Baykent'in (ya da Beykent) üzerine yürüdü. Uzun bir kuÅŸatmadan sonra ÅŸehri teslim aldıysa da, ayrılmasından hemen sonra ÅŸehir halkı orada bıraktığı kuvvetleri öldürdü. Bunun üzerine geri dönen Kuteybe ÅŸehre girip askerlerin çoÄŸunu öldürdü; iÅŸe yarar kimseleri esir etti. 707 baharında Buhara'yı ele geçirmek üzere yola çıktı. Bu defa yolda Türklerle ÅŸiddetli bir savaÅŸa tutuÅŸtu. Durumunun ağırlaÅŸtığı sırada Nizek Tarhan'ın yetiÅŸmesiyle galip geldi. Ama yıpranmış bir orduyla yoluna devam etmeyip Merv'e döndü. Buhara'nın fethini ise ertelemek zorunda kaldı.
Buhara, Türkistan'ın en önemli ÅŸehirlerinden biriydi. Türklerden baÅŸka pek çok kavim yaşıyordu burada. Ahalinin çeÅŸitliliÄŸi dinî yapıya da yansımıştı. Mecusîlikten putperestliÄŸe pek çok inanç vardı. Åžehrin en önemli çarşılarından biri sadece putların satıldığı bir yerdi. AteÅŸgedelere ait tapınaklar da vardı. Haccac'ın ÅŸehrin fethi konusundaki sabırsızlığı sadece bunlardan kaynaklanmıyordu. Burası aynı zamanda stratejik açıdan önemli bir merkez konumundaydı.
Kuteybe ancak 708/709'da Buhara'ya girebildi. Åžehirdeki en önemli tapınağı camiye çevirmekle kalmadı; Cuma namazına gelecek olanlara para verileceÄŸini ilan etti. Bu yolla ÅŸehir ahalisinden bazıları Ä°slama girip camiye gelmeye baÅŸladılar. Bunlar Arapça bilmedikleri için ilk dönemler namaz esnasında Farsça, “secdeye varın, rükua varın” gibi uyarılar yapılıyordu.
“Kılıç zoru” meselesi
Onun hâkimiyetini tanımış görünen Nizek Tarhan Belh, Merverruz, Talekan, Faryâb ve Cuzcân beylerinin de desteÄŸi ile isyana kalkıştı. Kuteybe uzun uÄŸraÅŸtan sonra isyanı bastırdı, Nizek öldürüldü (710). Talekan'da katliam yapıldı. Takip eden aylar ve yıllar içinde ÅžâÅŸ, Semerkant, Fergana ÅŸehirlerini ele geçirdi. Haccac'ın vefatına raÄŸmen görevinde kalınca bu de fa KâÅŸgar'a yöneldi. Artık Çin sınırına dayanmıştı. Ama yolda iken Halife Velid'in öldüÄŸü ve kendisinin de Horasan valiliÄŸinden alındığını duyunca geri döndü. Acele karar verip isyan ateÅŸini yakınca 715'te kardeÅŸleriyle birlikte öldürüldü. Böylece Çin sınırına kadar dayanmış olan Ä°slam fetihleri de duraklayacaktı.
722'de TürgiÅŸlerin Horasan'daki kayıp yurtlarını geri alma çabaları Türklerle Araplar arasındaki mücadeleyi kızıştırdı. Horasan'ın yeni valisi Said b. Amr, TürgiÅŸlere destek veren Türklere karşı daha zalimce davranıyordu. 722'de gerçekleÅŸtirdiÄŸi Hocent katliamı Araplara karşı kini daha da arttırmış, Türklerdeki direniÅŸ duygusunu kuvvetlendirmiÅŸti. Onun TaÅŸkent'i ele geçirmek üzere sefere çıkışı TürgiÅŸ KaÄŸanı Sulu KaÄŸan tarafından maÄŸlubiyetle sonlandırıldı. Seyhun yakınlarındaki Yevmü'l-atÅŸ denilen yerde Türklerin kazandığı bu zafer Maveraünnehr'deki Emevi hâkimiyetini temelden sarstı. Bununla kalmayıp sonraki yıllarda Türkler belirgin bir ÅŸekilde üstün konuma geldiler. Abbasi Halifesi HiÅŸam b. Abdülmelik, TürgiÅŸ Hakanı Sulu KaÄŸan'a elçi göndererek onu Ä°slama davet etti. Sulu KaÄŸan bu teklifi, halkını zora sokacağı gerekçesiyle reddetti. Ä°lginçtir, aynı tarihlerde Göktürklerin kapısını da Budist rahipler çalmışlar; hatta Bilge KaÄŸan'ı neredeyse ikna etmiÅŸlerdi. Ancak veziri Tonyukuk, ağırkanlı ve hükmetme duygusu zaafa uÄŸramış bir Budist olmayı, ÅŸehirler kurup yerleÅŸmeyi Türklerin tabiatına aykırı görerek karşı çıktı. Bu sayede Budizm kök ataları teÄŸet geçmiÅŸ oldu (724).
O tarihlerde Müslümanların Türklerle çatışma halinde oldukları bir baÅŸka bölge Kafkaslardı. Halife Velid'in ünlü kumandanlarından Mesleme 710 yılında Demirkapı'ya (Derbend) kadar ilerlemiÅŸti. Sonraki yıllarda da en az iki sefer daha yapıldı. Ne var ki, bu savaÅŸlar bir netice vermediÄŸi gibi çok sayıda Müslüman da Hazarlara esir düÅŸtü. 737'de Hazarlarla yapılan savaşı Ä°slam ordularının kazanması üzerine Hazarlar ülkelerinde Ä°slamiyeti anlatmak üzere iki fakih görevlendirilmesini kabul ettiler. Aslında Hazar hükümdar ailesi ve üst yönetimde bulunanlar MuseviliÄŸi benimsemiÅŸlerdi. Ülkenin Hıristiyan misyonerlerin geçiÅŸ noktasında olması sebebiyle nispeten bu din de yayılmıştı. Ahalinin çoÄŸunluÄŸu ise eski Türk inançlarını muhafaza ediyordu. Åžimdi Müslümanlık için de yeni bir yol açılmış sayılabilirdi.
Ama asıl sorun bunlar deÄŸildi. Uzun savaÅŸlar sırasında Türkler arasında Ä°slamiyetin yayılması neredeyse sıfır noktasında duruyordu. Uzun süren savaÅŸlar, akınlar, yıldırma politikaları ve nihayet geçici hâkimiyetler hiçbir iÅŸe yaramamış, iki taraf arasındaki rekabeti körüklemekten öteye geçememiÅŸti. Üstelik Emeviler gerek cizye vergisinde kayıp yaÅŸamamak, gerekse Arap olmayanlara köle muamelesi yapmak gibi hevesler yüzünden Ä°slamiyetin yayılması için çok da gayretli davranmıyorlardı. Açık söylemek gerekirse zaten dinamik bir hayat yaÅŸayan; kılıç, ok, yay, mızrak gibi savaÅŸ aletlerini kardeÅŸi gibi yanında taşıyan Türkler için savaÅŸlar, yenilgiler ve kılıç zoru hiçbir iÅŸe yaramamıştı.
Ä°slama geçiÅŸ 300 yıl sürdü
Ä°slam tarihçilerinin Müslüman ordularının gücünü göstermek, zaferlerinin parlaklığına iÅŸaret etmek için yazdıkları, Talekan, Cüzcan, Fergana, Buhara gibi ÅŸehirlerin ele geçirilmesi esnasında yaÅŸanan katliamların büyüklüÄŸü ne olursa olsun, kılıç ile iman arasında bir tercihte bırakılan insanların akıbetini göstermemektedir. Buhara örneÄŸinde görüldüÄŸü gibi bölgenin en önemli fatihi olan Kuteybe b. Müslim bile halkı Ä°slama davet etmek, namaza alıştırmak ve Cuma namazlarına ilgiyi artırmak için çok iyi kullandığı kılıcı yerine daha yumuÅŸak yöntemler denemiÅŸtir. Hatta ÅŸehirde, evlerini Araplarla paylaÅŸmak istemeyen Buhara eÅŸrafının ÅŸehrin dışında yeni bir yerleÅŸim yeri meydana getirmesine bile müdahale etmemiÅŸtir.
Burada bilinmesi gereken en önemli husus, Müslümanlarla Türkler arasındaki temasların Kafkaslar ve Maveraünnehr ile sınırlı kalmış olmasıdır. Bu saydığım yerlerde de ya Fergana, Buhara, Belh gibi ÅŸehirlere hâkim durumda olan beyler yahut TürgiÅŸler, Karluklar, Hazarlar gibi boy veya devletler bulunuyordu. Onlar da sahip oldukları ÅŸehirleri yeni fatihlere vermek istemiyorlardı. Üstelik bu saydıklarımız Ä°slam orduları karşısında büsbütün maÄŸlup veya ezilmiÅŸ durumda deÄŸillerdi. Emevi valilerine karşı zaman zaman belirgin üstünlükleri söz konusuydu. ÖrneÄŸin Hazarlar, Kıpçaklardan aldıkları destekle 723'te Emevi ordularını ağır bir yenilgiye uÄŸratmışlardı. Bundan birkaç yıl sonra da (727) TürgiÅŸler belirgin bir galibiyet aldılar. Çok açık ÅŸekilde bellidir ki, kılıç üstünlüÄŸü tam olarak Müslüman Arapları iÅŸaret etmemekteydi.
Türklerin büyük bölümü ise Ä°slam ordularıyla zaten hiç karşılaÅŸmamışlardı. Kırgızlar, Kıpçaklar, Kimekler, Tatarlar, Uygurlar ve OÄŸuzların Ä°slam ile teması Emevilerden ziyade Abbasiler dönemine tekabül eder. Göktürkler 745 yılına kadar hüküm sürmelerine raÄŸmen Peçenekler, Uzlar, Tuna Bulgarları Karadeniz'in kuzeyinden batıya göç ettikleri ve Hıristiyanlık âlemine karıştıkları için Müslümanlarla hiç karşılaÅŸmadılar. Dolayısıyla ÅŸu kılıç meselesini tam olarak izah etmekten aciz durumdayız.
Din deÄŸiÅŸtirme aÅŸağıda da görüleceÄŸi üzere uzun bir süreçtir ve bu sürecin tamamlanması nereden bakılırsa bakılsın en az 300 yıl sürmüÅŸtür. Ayrıca bu süreci kılıç zoru yerine kültür deÄŸiÅŸimi ve Türklerin yeni bir kültür atlasına dâhil olmalarıyla izah etmek daha mantıklıdır. Bu hususta elimizde destanî mahiyette eserler baÅŸta olmak üzere zengin veriler bulunmaktadır. En azından Dede Korkut destanlarındaki Deli Dumrul hikâyesine bir göz atmak yeterli olacaktır.
Büyük buluÅŸma: Talas
740'ta Hz. Ali'nin (ra) torunu Ä°mam Zeyd, Kûfe'de öldürüldüÄŸünde Emevi iktidarının da sonuna gelinmiÅŸti. 7 yıl sonra Horasan'da Ebu Müslim Horasanî'nin önderliÄŸinde büyük bir ayaklanma patlak verdi. Birkaç yıl sonra ise Abbasi hanedanı Emevi iktidarını ortadan kaldırdı (750). Emevi ailesinin son ferdi Abdurrahman Endülüs'e kaçabildi. Devletin merkezi Åžam'dan BaÄŸdat'a çekildi.
Burada yeni bir medeniyet yükselirken Asya'nın derinliklerinde de Göktürk hâkimiyeti sona ermiÅŸ, iktidar Uygurların eline geçmiÅŸti (745). Bütün bu karmaÅŸa arasında Çin, hâkimiyetini yavaÅŸ yavaÅŸ Batı'ya kaydırmaya baÅŸlamış ve Ä°slam ordularıyla karşı karşıya gelmiÅŸti. Bu sıralarda Çin'de Tang hanedanı hüküm sürüyordu. Ä°slam ordularına karşı baÅŸarısız olan Fergana Ä°hÅŸidi, 712 yılında Araplara karşı Çin'den yardım istemiÅŸ ve Çin hâkimiyetine girme sözü vermiÅŸti. Benzer bir teklif de 726'da Buhara emiri tarafından yapılmıştı. Aynı ÅŸekilde Semerkant ve Toharistan'dan da Çin'e elçiler gidip yardım çaÄŸrıları yapılmıştı.
Çin bütün bu çaÄŸrıları cevapsız bıraktı. Muhtemelen bu tarihlerde Tibet meselesi ile uÄŸraşıyorlardı. TürgiÅŸ KaÄŸanı Sulu KaÄŸan'ın 738'de vefatı ve TürgiÅŸlerin karışıklığa sürüklenmesi üzerine Çin harekete geçti. Ä°li vadisi ve Issık Gölü'ne doÄŸru geniÅŸlemeye baÅŸladı. 747'de büyük bir ordu ile batıya doÄŸru yürüyüÅŸe geçtiler ve Abbasi ordularıyla karşı karşıya geldiler. Bu sıralarda Göktürk Devleti yıkılmış ve Uygurlar Asya'nın yeni hâkimleri olarak yükselmeye baÅŸlamışlardı.
Ä°ÅŸte tam da bu noktada, Araplarla Çinliler arasında Talas Irmağı yakınlarında yapılan savaÅŸta beklenmedik bir ÅŸey oldu. Karluklar kalabalık Çin ordusuna karşı Ä°slam ordularının yanında yer aldılar.
Abbasi iktidarının henüz ülkeye tam bir hâkimiyet kuramadığı günlerde yaÅŸanan bu galibiyet, Batı Türkistan'dan Çin tehlikesini uzaklaÅŸtırırken, Türklerle Araplar arasında yeni bir köprünün kurulmasına imkân hazırladı. Karluklar Batı Türkistan'da yükselmeye baÅŸladılar. Türklerle Araplar birbiriyle mücadele eden iki unsur olmaktan hızla uzaklaÅŸtılar; ticaret ve deÄŸiÅŸ- tokuÅŸ yolları açıldı.
Bununla kalmadı tabii. Abbasi Halifesi Mansur (754-775) Türklerden hassa hizmetinde faydalanmaya baÅŸladı. BaÄŸdat'ta Halife'nin muhafızlığını yapan bu Türkler muhtemelen Ä°slama giren Türklerin de öncüsü oldular. Bunlar o kadar etkili savaÅŸçıydılar ki, zamanla sayıları arttırılıp Ä°slam sınır boylarına, Malatya, Adana gibi garnizonlara yerleÅŸtirildiler. Hatta Bizans'a karşı yapılan seferlerde yer aldılar.
Halife Mehdi zamanında Karluklardan bir bölümü Ä°slamiyeti kabul etti. Halife Me'mun ve Mu'tasım zamanında ise seçkin Türk askerlerinin Abbasi baÅŸkentinde ve sınır boylarındaki etkinlikleri daha da arttı. Öylesine itibarlıydılar ki, BaÄŸdat'ta atlı ve silahlı gezmelerine kimse karışamıyordu. Bunların arasında Maveraünnehr'in, Fergana gibi önemli ÅŸehirlerin ve diÄŸer bölgelerin hâkimi olan Türk beylerinin çocukları da vardı.
Abbasiler onların yerli ahaliyle, yani Araplarla kaynaÅŸmalarını istemiyorlardı. Bu yüzden zaman zaman evlenmeleri için Türkistan'dan Türk kızları getiriliyor, evleninceye kadar Halife'den geçimlerini temin etmek üzere maaÅŸ alıyorlardı. Samerra ÅŸehri de sırf Türklerin rahatı için kurulmuÅŸtu. Tabii böylesine güçlü bir yapının Halifelik oyunu oynaması da kaçınılmazdı. Artık hanedandan birinin hilafete gelmesi Türklere baÄŸlı hale gelmiÅŸti. Kritik valilikler de Türk kumandanlara teslim ediliyordu. Mısır'da kurulan TolunoÄŸulları ve Ä°hÅŸitler gibi devletler Türk valiler tarafından meydana çıkarılmıştı. Türkler o kadar revaçtaydı ki, bu yüzyılda Türklerin faziletlerini, savaÅŸçılıklarını ve üstün ahlakını öven eserler verilmeye baÅŸlandı.
Rakip deÄŸil, müttefikler
Maveraünnehr'e gelince… Burası uzun yıllar Müslümanların elinde olması hasebiyle önemli bir Ä°slam kültür alanı haline gelmiÅŸti. Müslümanlarla Türkler arasındaki siyasî rekabetin sona ermesi iki kültürün birbiriyle temasını hızlandırdı. 875'te Horasan, Taberistan, Kirman, Cürcan, Rey ve Maveraünnehr'e uzanan sahaya hâkim olan Samaniler, Ä°slamiyeti Türkler arasına taşıyan en önemli unsur oldular. Samanilerin Özkent, TaÅŸkent, Buhara, Sayram ve Otrar gibi Türklerin çoÄŸunlukla yaÅŸadığı ÅŸehirlerde yaptırdıkları camiler Ä°slamiyetin yayılması açısından önemli merkezler oldular. Dahası sufiler ve derviÅŸler Türkler arasında Ä°slamiyeti anlatma imkânı buldular. Åžakîk-i Belhî, Ä°brahim b. Edhem'in gayretleri etkisini gösterir oldu.
Artık Müslüman tüccarlar kolaylıkla Türk ülkelerinde seyahat edebiliyorlar, onların evlerinde misafir olabiliyorlardı. Muhtemelen bunların etkisiyle Ä°til Bulgarları arasında Ä°slam yayılmaya baÅŸladı. Bulgar hükümdarı Ä°lteber Almış, Abbasi halifesinden kendilerine Ä°slamı öÄŸretecek fakihlerle, cami ve kale yapımını bilen ustalar göndermesini istedi (922). Ä°ÅŸte Ä°bn-i Fadlan da bu talebi karşılamak üzere yola çıkmıştı. Fadlan, BaÄŸdat'tan kuzeye doÄŸru yola çıktığında Maveraünnehr'in kuzeyi yeni bir Türk grubu, yani OÄŸuzlar tarafından doldurulmuÅŸtu. Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Irak, Suriye ve Balkanlardaki Türklerin ataları olan OÄŸuzlar henüz Ä°slamiyete girmemiÅŸlerdi. Bir Tanrı'ya inanıyorlar, baÅŸları sıkışınca “Teg Tengri”, yani “Tek Tanrı” diye dua veya beddua ediyorlardı. Eski inançlarını muhafaza ediyorlar, öldükten sonra cennete gideceklerine inanıyorlardı.
Fadlan aralarında Ä°slamı benimseyenlerin olduÄŸuna ama henüz Müslüman olmamış kabile mensuplarından korktukları için ya kendilerini gizlediklerine ya da eski dinlerine döndüklerine ÅŸahit olmuÅŸtu. Üstelik Müslümanlara karşı da pek hassas davranıyorlar, bir Müslüman tövbe istiÄŸfar ederse onlar da hemen tıpkı onun gibi tövbe istiÄŸfarda bulunuyorlardı.
Fadlan'a bir OÄŸuz, “Tanrınızın eÅŸi var mı?” diye sormuÅŸtu. Muhtemelen Hıristiyan bir misyonerden Baba-OÄŸul ve Ruhü'l-Kuds'e dair hikâyeler dinlemiÅŸ olmalıydı. Fadlan bu soru karşısında tövbe istiÄŸfar edince, OÄŸuz da sorduÄŸu sorudan piÅŸman oldu.
Fadlan, OÄŸuzların arasından geçip Bulgar ülkesine giderken Müslüman olmayan Peçenekleri görmüÅŸtü. Aslında sadece onlar deÄŸildi Müslüman olmayanlar. Kırgızlar, Kıpçaklar, Uzlar, Kimekler, Karlukların büyük bölümü henüz eski dinlerindeydiler. 9. yüzyılın ortalarında Uygurların bir bölümü Maniheizm'i benimsemiÅŸti. Tuna Bulgarları ise Hıristiyanlık içinde eriyip gitmiÅŸlerdi.
Ä°slam Fatihi OÄŸuzlar
Fadlan'ın Ä°til Bulgarlarının ülkesine ulaÅŸtığı yıllarda veya bundan biraz sonra Karahanlı hükümdar ailesinden Satuk BuÄŸra Han Ä°slamiyeti benimsedi. Aslında bu olay Asya'daki Türkler için dönüm noktası oldu. Satuk BuÄŸra Han, KaÅŸgar ve Atbaşı gibi iki önemli merkezi Ä°slamlaÅŸtırmakla kalmadı; Karahanlı ülkesinde Ä°slamiyetin yayılmasının da yolunu açtı. Uygurlar hızla MüslümanlaÅŸtılar. Samani kumandanlarından Alp Tegin ise Gazneli Devleti'ni kurduÄŸu gibi, yeni dini Hindistan'a taşıyıp yaydı. Ä°lginçtir, Hindistan'da da Ä°slamlık, dini buraya getiren Türklere nispetle Türklük ile eÅŸit anıldı ve yeni Müslümanlara TuruÅŸka denildi.
11. yüzyılda Selçuklu ailesinin Ä°slamiyeti benimsemesi ise OÄŸuz/ Türkmen gruplarının Ä°slamlaÅŸmasını hızlandırdı. OÄŸuzlardan en az 200 bin çadırlık bir grup Ä°slamiyete girmiÅŸti bile. Ama bu yeni zümrenin de katılımıyla OÄŸuzlar, sadece dinin hizmetkârı deÄŸil, yeni savunucusu ve fatihleri oldular. OÄŸuzlar önce Ä°ran'ı, sonra Irak, Suriye ve Anadolu'yu fethettiler. Bizans baskısı altında geri çekilmeye baÅŸlayan Ä°slam gücü yeni fatihler, yani Türkler sayesinde güçlü bir atılıma girdi.
Türk coÄŸrafyasının doÄŸu ve kuzey uçlarında ise nispeten yavaÅŸ bir ilerleme kaydedildi. Karadeniz'in kuzeyinde, yani Kıpçak bozkırlarında Ä°slamlık 14. yüzyıla gelindiÄŸinde bile hâlâ yayılma eÄŸilimdeydi. Eski inançlardan Maniheizm'e kadar kararsızlık yaÅŸayan Uygurların Ä°slamlaÅŸması 15. yüzyılda, uzak bozkırların atlıları Kırgızlarınki ise 17. yüzyılda ancak tamamlanabildi.
Görülüyor ki, bir türlü dillerden düÅŸmeyen “Türkler kılıç zoruyla Müslüman oldu” iddiası aslında büsbütün kurgudan ibarettir. Türklerle Ä°slamlığı birbirine yakıştırmamaktan kaynaklanmaktadır. Hatta Türklükten uzaklaÅŸma gibi garip iddialar i leri sürülmüÅŸtür. H âlbuki Türklerin Ä°slam ile müÅŸerref olması onlara yeni bir dinamizm kazandırdı. Gazneli Mahmutlar, Alparslanlar, SüleymanÅŸahlar, Osman Gaziler, Nurettin Zengiler, Kılıç Arslanlar, Fatihler, Timurlar, Kanuniler sadece birer Türk hakanı olmakla kalmadılar. Ä°slamın sesini en uzak diyarlara kadar taşıdılar. Onlar sayesinde Ä°slamiyet Kafkaslarda ve Balkanlarda yayılma imkânı buldu.
Asya'nın kadim ahalisi Türkler Ä°slam coÄŸrafyasının genellikle hâkimi, dinî müesseselerin hâdimi oldular. Kanlarını bu yolda, canlarını bu uÄŸurda harcamaktan hiçbir zaman geri durmadılar. Zorda kalınca yeni dinin gücüne sığındılar. Tıpkı Alparslan'ın Malazgirt Savaşı'nda söylediÄŸi gibi dua ettiler:
“Ya Rabbi! Sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uÄŸrunda cihad ediyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!”
Henüz yorum yapılmamış.