Röportaj: Kıyametin İlk Günü Malazgirt 1071
Follow @dusuncemektebi2
Kıyametin İlk Günü Malazgirt 1071, Malazgirt 1071, Malazgirt Zaferi Bin Yıllık Miras, Türkiye Selçukluları, Selçukluları Yeniden Keşfetmek, Doğunun ve Batının Sultanı: Alparslan gibi birçok kitabı çıkan Doç. Dr. Mustafa Alican Malazgirt ve Selçuklular ile ilgili araştırmalara kaynak niteliğinde eserler vermeye devam ediyor. Malazgirt ve Selçuklular ile ilgili olarak toplumumuzda yaygınlık elde etmiş olan yanlış bilgilerin doğru şekiyle öğrenilmesi için çalışıyor.
Alican’ın Selçuklular üzerine yazdığı “Ä°slam Tarihine DüÅŸen Cemre Selçuklular” kitabı Mayıs ayı itibarıyla Ketebe yayınlarından çıktı.
MuÅŸ Alparslan Üniversitesi Tarih Bölüm BaÅŸkanı Doç. Dr. Mustafa Alican ile Tarih, Malazgirt Savaşı, Sultan Alparslan, “DoÄŸunun ve Batının Büyük Sultanı: Alparslan” kitabı ve MuÅŸ-Malazgirt üzerine geniÅŸ bir röportaj gerçekleÅŸtirdik.
Evimiz Türkiye’yi korumak için, evimizde kalıyoruz, OKUYORUZ. Ä°yi okumalar diliyoruz...
Kendimi Müslüman ve Türk, bir de baba olarak tanımlayabilirim
Biyografik olarak; Trabzon’da doÄŸdunuz. 2007 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldunuz. 2012 yılında tarih doktoru oldunuz. 2013’te yardımcı doçent, 2016’da doçent oldu. 2012-2018 yılları arasında Adıyaman Üniversitesi Tarih Bölümü’nde çalıştınız. MuÅŸ Alparslan Üniversitesi Selçuklu ve Malazgirt Uygulama ve AraÅŸtırma Merkezi’nin (SEMAM) kurucu müdürü olarak görev aldınız. Åžu an MuÅŸ Alparslan Üniversitesi Tarih Bölüm BaÅŸkanı ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü olarak çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Tüm bu biyografik bilgilerin haricinde kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz, bize iç dünyanızı açar mısınız?
DoÄŸrusu bu soruya cevap vermek kolay deÄŸil. Çünkü her tanımlama giriÅŸimi aynı zamanda bir sabitleme giriÅŸimi olarak temayüz eder. Hâlbuki insan sabit bir varlık deÄŸil. Bu bakımdan onu sabitleme giriÅŸimi beyhude bir çaba olarak görünüyor benim gözüme. Dolayısıyla kendimize iliÅŸkin bütün tanımlamalarımızın konjonktürel olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Öte yandan kendimizi içerisinde duyumsadığımız bazı mensubiyetler olduÄŸunu da gözardı edemem elbette. Ben bu baÄŸlamda kendimi Müslüman ve Türk olarak tanımlayabilirim. Eh, bir de baba olarak. Bu tanımlamaların bütün yükünü omuzlarımda hissediyorum. Bazen kemiklerim çatırdayacak kadar… ÇoÄŸu zaman bilinçli, muhtemeldir ki bazen bilinçdışı olarak bunlar benim varoluÅŸuma biçim veriyor ve benim eylemlerimi belirliyor. Bununla birlikte, bunların nerede baÅŸlayıp nerede bittiÄŸi konusunda açıkçası fikir sahibi deÄŸilim. Çünkü dediÄŸim gibi, bir insan olarak ben sabitlenebilen bir varlık deÄŸilim. Belirli bir çerçeve çizemiyorum bunlara. Åžu ya da bu kisvelerde kendilerini gösteriyorlar. Åžu ya da bu ÅŸekilde bana biçim ve yön veriyorlar. Herhalde kendi halinde, kendi kiÅŸisel arayışı içerisinde devinip duran bir insan teki olduÄŸumu söylemek en doÄŸrusu olacak.
Tarih, geçmiÅŸten daha fazla bugüne ait bir ÅŸey
Sultan Alparslan, Malazgirt ve kitabınız hakkındaki sorulara geçmeden önce “tarih” hakkında bir soru sormak isterim. “Tarih”in ne olduÄŸuna iliÅŸkin tartışmalar var, her tarihçinin kendine göre “tarih”in ne olduÄŸuna dair açıklamaları var. Bir tarihçi olarak önceliÄŸiniz, baÅŸlangıç noktanız nedir sizin?
Her ÅŸeyden önce tarihin geçmiÅŸte kalmış, belirli bir zaman aralığında olup bitmiÅŸ ve bir ÅŸekilde orada, bizim gidip kendisi ile alakalı bilgiyi edinmemizi bekleyen “nesnel” bir olgular alanı olmadığını bilmek lazım. Tarih, geçmiÅŸten daha fazla bugüne ait bir ÅŸey. Çünkü bugünden bakılarak inÅŸa edilen, öÄŸrenilen, tasavvur edilen ve hakkında karar verilen bir bilgiden söz ediyoruz. Kendisi tarafından belirlendiÄŸimiz, biçimlendirildiÄŸimiz, etkilerini halen yaÅŸamaya devam ettiÄŸimiz ve edeceÄŸimiz, onun ÅŸekillendirdiÄŸi zihinlerle yeni tarihler yapacağımız ve gelecekler kurgulayacağımız bir ÅŸey tarih. Bir bakıma bizim de bizatihi içerisinde olduÄŸumuz bir hikâye yani. Bizim dışımızda bir tarihten bahsedilemez. Her tarih okuması, “bizim varoluÅŸumuz itibarıyla nihaî ve hakikî manada kesinlikle nüfuz edemeyeceÄŸimiz” bir tarihsel gerçekliÄŸe iliÅŸkin bir yorumdur. Dolayısıyla tarihin asla mutlaklaÅŸtırılmaması gerekiyor. Bir tarihçi olarak benim baÅŸlangıç noktam tam olarak burası. Benim tarihim bana ait bir ÅŸey, beni baÄŸlar. Onu anlaması, ondan ibret alması, onu kullanarak kendi hayatına bir biçim ve yön vermesi gereken benim. Ondan meta anlatılar çıkarmaya kalkarsam, onu mutlak ve tümel bir anlam baÄŸlamı olarak görürsem ve onu herkesi kuÅŸatması gereken bir dünya görüÅŸüne dönüÅŸtürmeye çalışırsam, onu ideolojikleÅŸtirmiÅŸ olurum. Ondan bir din çıkarmış olurum. Bu sefer onu tebliÄŸ etmem gerekir. Çünkü hakikatin kendisine verildiÄŸini iddia eden birinin yapması gereken ÅŸey onu herkesle paylaÅŸmaktır. BaÅŸta faÅŸizm ve komünizm olmak üzere 20. yüzyıl ideolojilerinin yaptıkları ÅŸey buydu. Dünyayı kan gölüne çevirip milyonlarca insanın ölümüne neden oldular.
Tarih bilinci, eski binaları muhafaza etmemek ya da tarihi bilmemekle ilgili olmaktan daha ziyade yaÅŸayan kültür ile ilgilidir
Bizde bir tarih bilinci var mı ve tarih bilincini nasıl oluştururuz?
Sanılanın aksine, bizde kuvvetli bir tarih bilincinin olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Bunun nedeni, aÅŸağı yukarı iki bin yıl öncesine kadar kesintisiz bir ÅŸekilde takip edebildiÄŸimiz ve kendisinden “kurtulmamızın” mümkün olmadığı bir tarihimizin olması. Tarih bilinci, örneÄŸin eski binaları muhafaza etmemek ya da tarihi bilmemekle ilgili olmaktan daha ziyade yaÅŸayan kültür ile ilgilidir. Bunun dışına ancak söylemsel düzeyde çıkabilirsiniz ki, bütün söylemsellikler konjonktüreldir. Toplumsalın bireylerden, ideolojilerden ve iktidarlardan bağımsız, bir çeÅŸit aÅŸkın bir devinimi var. Bu devinime engel olamazsınız. Sizin kendinize iliÅŸkin olarak “kendi tarihsel zemininizden kopuÅŸ ÅŸeklinde ortaya koyduÄŸunuz” tavır bile bu devinim ile irtibatlıdır. Dolayısıyla tarih bilincini tahrif etmek adına en kararlı baskı mekanizmasının bile nihaî kertede yapabileceÄŸi ÅŸeyler sınırlı ve muvakkattir. Ä°ki asırdan daha uzun bir süreden beri devam eden “tepeden modernleÅŸme” ve BatılılaÅŸma çabalarımız ve bu eksendeki bütün sosyal, kültürel ve siyasî dönüÅŸümlerimiz ya da kopuÅŸlarımız… Evet, bunlar birçok ÅŸeye mal olmuÅŸtur, bu inkâr edilemez. Fakat Türk milleti hem kendisinden talep edilen ÅŸeyleri vermemiÅŸ, hem de gerekli olduÄŸunu bildiÄŸi her seferinde kendi refleksini de ortaya koymuÅŸtur, koymaktadır. Bu bakımdan, “bizde tarih bilincinin olmadığı” ÅŸeklindeki bir elitist söylemin sakıncalı olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Böyle bir kararı verme cüretkârlığını gösterenler bence kendilerine baksınlar. Millet, varoluÅŸunu üç yüz ya da beÅŸ yüz yıl önce nasıl sürdürüyorsa, halen de öyle devam ettiriyor. YaÅŸadığımız ÅŸu pandemi günlerinde milletçe ortaya koyduÄŸumuz tesanüt ve birlik duygusunun söz konusu tarih bilinci ile ilgili olduÄŸu kanaatindeyim. Öte yandan, bütün bu söylediklerim, “madem tarih bilincimiz var, o zaman böyle bir bilinci oluÅŸturmak için kendimizi paralamayalım” türünden bir basitliÄŸe iÅŸaret etmiyor, onu da belirtmek lazım. Tarih bilincimiz elbette var, fakat bunu derinleÅŸtirmek ve yüksek kültür, edebiyat, sanat, siyaset ve gelecek vizyonuna dönüÅŸtürmek için çaba harcamak gerekiyor. Bunun yolu ise tarihimizi iÅŸlemekten geçiyor. Edebiyat, felsefe ve sanat gibi kalıplarla tarihimizi iÅŸleyip gençlerimizin varoluÅŸuna biçim verecek bir kaynaÄŸa dönüÅŸtürmekten…
Amacım, Sultan Alparslan’ın ayağının tozlarını barındıran MuÅŸ ÅŸehrinden gençlerimize seslenmek, onları büyük hükümdarın mirasına sahip çıkmaya davet etmek
“DoÄŸu’nun ve Batı’nın Büyük Sultanı: Alparslan” kitabınızı tarihi gerçekliÄŸi ıskalamadan, herkesin anlayacağı bir dilde yazdınız. Bu kitabınız, belki de, Sultan Alparslan’ı en anlaşılır ÅŸekilde anlatan kitaplardan biridir. Sultan Alparslan hakkında kitap yazma fikri nereden geldi ve kitabınızı hangi amaç gayretinde yazdınız?
2013 yılında Kıyametin Ä°lk Günü Malazgirt 1071 adlı kitabımı yayımladığımda, Sultan Alparslan’ı konu edinen bir biyografi kaleme almayı da düÅŸünüyordum. Hatta Adıyaman’da çalıştığım o dönemlerde buna baÅŸlayıp birkaç bölüm kaleme almıştım da… Fakat sonra yazacağım metnin mevcut olanlardan bir ÅŸekilde farklı olması gerektiÄŸini düÅŸünerek bu düÅŸüncemi erteledim. Çünkü hâlihazırda yayınlanmış iyi metinler vardı ve onları tekrar etme ihtimali beni endiÅŸelendiriyordu. Araya biraz zaman girmeli, aklımdaki düÅŸünce biraz demlenmeli, özellikle metni nasıl bir tarzda yazacağıma iliÅŸkin farklı bir perspektif geliÅŸtirmeliydim. 2018 yılında MuÅŸ Alparslan Üniversitesi’ne geçiÅŸ yaptıktan sonra Sultan’ın biyografisini kaleme alma fikri yeniden aklıma girdi. Zamanı gelmiÅŸti muhtemelen. Ayrıca Sultan Alparslan’ın adını taşıyan bir üniversitede ve onun mirasının en canlı temsilcisi olarak görülebilecek bir ÅŸehirde onu anlatan bir metin yazmak çok ÅŸerefli bir vazife gibi göründü gözüme. Bunun bana nasip olabileceÄŸi fikri beni heyecanlandırmıştı. Bu ÅŸekilde oturup metni yazdım. Amacım buradan, Sultan Alparslan’ın ayağının tozlarını barındıran MuÅŸ ÅŸehrinden gençlerimize seslenmek, onları büyük hükümdarın mirasına sahip çıkmaya davet etmekti.
Bir tarih yazarının edebî sanatları kullanması asla lüks deÄŸil, gerekliliktir
Malum, genelde tarihçilerimiz kolay olanı tercih edip düz bir dilde anlatır. Fakat siz, tarihi bir olayı farklı anlatım tarzıyla yazdınız. Kitabınızı tarihi gerçekliÄŸi ıskalamadan, kronoloji ve gerçeklere uygun bir ÅŸekilde roman tadında akıcı bir ÅŸekilde yazdınız. Ä°fade gücü yüksek ve kolay okunabilir üslupla yazma fikrinizin kaynağı nedir, bu ÅŸekilde yazmanız okuyucu üzerinde nasıl bir etki bırakacağını düÅŸünüyorsunuz?
Ä°kinci sorunuza verdiÄŸim cevabı hatırlayacak olursanız, tarihin orada öylece bekleyen bir olgular alanı olmadığını söylemiÅŸtim. Bu, tarih dediÄŸimiz ÅŸeyin ÅŸu ya da bu ÅŸekilde bizim zihinsel kalıplarımızdan geçerek biçim aldığı anlamına geliyor. Anlam ile yazım arasında belirleyici bir baÄŸ olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Bir baÅŸka ifadeyle, anlatılan ÅŸey biraz, hatta birazdan çok daha fazla anlatma biçiminden el alıyor. Bir tarih yazarının edebî sanatları kullanması asla lüks deÄŸil, gereklilik. Aksi halde zihinsel anlamlandırma kalıpları zayıf ve yetersiz olacaktır. Bu ise yalnızca anlatmayı deÄŸil, aynı zamanda anlamayı da çok ciddi ölçüde kısıtlayan bir ÅŸey. Öte yandan bunu yapabilmek için edebiyatla içli dışlı olmak ve maalesef akademimizde yaygın olan “roman okumanın gereksiz ve boÅŸa zaman kaybı olduÄŸu” önyargısından kurtulmak gerekiyor. Edebî okumalar alana iliÅŸkin okumalardan daha önemli. Çünkü alan okumalarındaki eksiklikleri telafi edebilirsiniz, fakat edebî okumalardaki eksikliklerin telafisi yoktur. Okuyucunun anlatılan dünya ile temas kurabilmesi için her ÅŸeyden önce metnin davetkâr olması lazım. Bunun ise edebî bir biçeme sahip olabilmek dışında baÅŸka bir yolu yok. Hiçbirimiz peygamber deÄŸiliz. Nesnel bir mesajı doÄŸru muhataplara aktarmak gibi bir yükümlülüÄŸümüz yok. Yazdıklarımızı ve söylediklerimizi kamuya açık olarak yazıp söylüyoruz. Dolayısıyla da “herkese” hitap ediyoruz. Bu bakımdan söyleyiÅŸ biçimi çok ÅŸeyin önünde. Benim tarihyazımına yaklaşımım biraz bu ÅŸekilde. Yalnızca bu kitabımda deÄŸil, diÄŸerlerinde de bu türden bir yazım biçimi kullanmaya çalıştım hep. KuÅŸkusuz ne kadar baÅŸarılı olabildiÄŸimi bilmiyorum. Bu, okuyucunun bilebileceÄŸi bir ÅŸey.
Abbâsî Halifesi’nin Ä°slâm ülkesinin dört bir yanındaki mescitlerde okuttuÄŸu dualar…
Malazgirt savaşı, Ä°slam dünyası ile Hristiyan dünyasının kozlarını paylaÅŸtığı bir savaÅŸtır. Fakat, bu savaÅŸta Selçuklu devleti – Alparslan’ın Ä°slam dünyasını temsil ettiÄŸini ve Bizans’ın Hristiyan dünyasını temsil ettiÄŸini nasıl anlayabiliriz?
Sözünü ettiÄŸiniz bu karşıtlığı açık bir biçimde yansıtan birçok parametre olduÄŸunu söyleyebiliriz. Tersten alarak önce Bizans’ın durumuna bakacak olursak, mesela Bizans Ä°mparatoru’nun sefere çıkarken Ä°slâm coÄŸrafyasını komutanları arasında bölüÅŸtürdüÄŸünü, Abbâsî Halifesi’nin geleceÄŸine iliÅŸkin planlamalar yaptığını ve savaÅŸtan sonra Ä°ran’da konaklayacağını ilan ettiÄŸini biliyoruz. Öte taraftan Sultan Alparslan’ın Ä°slâm adına mücadele ettiÄŸini hem savaÅŸtan önce Fâtımîlere karşı çıkmış olduÄŸu Mısır seferinden (Ä°slâm dünyasında siyasî ve dinî birliÄŸi tesis etmek için çıkmıştı bu sefere), hem Malazgirt Savaşı esnasında Ä°slâm ülkelerinden gelen birçok tabî emirlik askerlerinin Selçuklu ordusunda Bizans’a karşı mücadele etmesinden, hem Sultan’ın savaÅŸ meydanında okuduÄŸu Cuma hutbesinden, hem de Abbâsî Halifesi’nin Ä°slâm ülkesinin dört bir yanındaki mescitlerde okuttuÄŸu dualardan anlayabiliriz. Sultan Alparslan’ın hutbesinin temel zemini Allah ve Ä°slâm adına cihad etmek olduÄŸu gibi, Abbâsî Halifesi’nin duasının temel izleÄŸi de Sultan Alparslan’ın “Ä°slâm padiÅŸahı” olduÄŸu üzerinedir.
Sultan Alparslan, Türk ve Ä°slâm tarihinin birleÅŸtiÄŸi noktada yer alan “tarih yapıcı” bir figür
Sultan Alparslan’ın tarih sahnesine çıktığı zamanlar Ä°slam dünyasında bir takım sorunlar yaÅŸanıyordu. Malazgirt savaşından sonra bu sorunları yavaÅŸ yavaÅŸ ortadan kalktı. Malazgirt’ten sonra Ä°slam dünyası güç kazandı ve Viyana kapılarına kadar dayanma süreci baÅŸladı. Bu baÅŸarının mimarı Sultan Alparslan, Türk tarihi ve Ä°slam tarihi içerisinde nerededir?
Aslına bakılırsa Ä°slâm dünyasının bir çeÅŸit siyasî restorasyonu olarak nitelendirilmesi mümkün olan söz konusu yeni yükseliÅŸ evresi ilk Selçuklu Sultanı TuÄŸrul Bey ile baÅŸlamıştı. Sultan Alparslan, mevcut durumu tahkîm ederek bir anlamda mutlaklaÅŸtırma rolünü üstlendi. Malazgirt Zaferi ise sözü edilen rolün tescil edildiÄŸi bir olaydır. Bu açıdan, Sultan Alparslan’ın tarihî rolünün Türk ve Ä°slâm tarihinin birleÅŸtiÄŸi noktada yer alan “tarih yapıcı” bir figür olmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Onunla birlikte Türk ve Ä°slâm tarihi bütünleÅŸmiÅŸ, tekil bir tarihe dönüÅŸmüÅŸtür. Sünnî Ä°slâm anlayışının siyasî kavrayışı tarihimizin egemen siyaset paradigması haline gelmiÅŸtir. O zamandan günümüze dek uzanan tarihimizin sözü edilen bu yeni hat tarafından belirlendiÄŸini biliyoruz. Sultan Alparslan Türk ve Ä°slâm tarihinin müÅŸterek figürüdür. Nitekim merhum Mükrimin Halil Yinanç’ın onun için “Türk tarihinin gelmiÅŸ geçmiÅŸ en büyük ÅŸahsiyetidir” demesini ben bununla irtibatlandırıyorum. Türk tarihinin en büyük ÅŸahsiyetidir, çünkü Türk tarihini Ä°slâm tarihinin koruyucu kubbesi, bir çeÅŸit kabuÄŸu haline getirmiÅŸtir. Bu bakımdan, daha önce de birkaç yerde dile getirdiÄŸim gibi, Sultan Alparslan “Ä°kinci Binyılın Siyasî Müceddidi” olarak ele alınabilir. Çünkü temellerini attığı siyasî perspektif ile hem bir restorasyon sürecini tamamlamış, hem de sonraki bin yıl üzerinde belirleyici olmuÅŸtur.
Malazgirt zaferiyle Anadolu’nun dönüÅŸüm süreci baÅŸladı
Hocam, kitabınızın son kısmında, sonuç yerine, “Tarihin Kilidini Açan Hükümdar” demiÅŸsiniz. Sultan Alparslan’ın bu ÅŸekilde tarif etmenizin sebebi nedir, bu açılan kilitle neler açılmış oldu?
Kitabımda daha detaylı bir ÅŸekilde anlatmaya gayret ettiÄŸim gibi, Sultan Alparslan’ın tarih sahnesine çıktığı dönemde Ä°slâm tarihi bir çeÅŸit tıkanma hali içerisindeydi. Bir yandan Fâtımîler Sünnî Abbâsî HalifeliÄŸi’ni kadük hale getirmiÅŸ ve Ä°slâm âlemi kısır teolojik tartışmaların içerisine gömülmüÅŸ, diÄŸer yandan da Bizans karşısındaki duraklama tavrı adeta kural haline gelmiÅŸti. Genelde Selçuklular, özelse ise Sultan Alparslan ile birlikte tüm bu meseleler çözülme sürecine girdi. Fâtımîlerin gücü geriletildi, Suriye ve Filistin coÄŸrafyasındaki Åžiî etkinliÄŸine son verildi. Daha sonra Malazgirt’te kazanılan büyük zaferle Bizans dize getirildi. Anadolu’nun dönüÅŸüm süreci baÅŸladı ve aÅŸağı yukarı on yıl içerisinde Selçuklu akıncıları Ä°stanbul önlerinde cirit atmaya baÅŸladılar, Ä°znik’te Türkiye Selçuklu Devleti’nin temelleri atıldı. Asırlardan beri DoÄŸu ve GüneydoÄŸu Anadolu’da kısılıp kalan Müslümanlar, Selçuklularla birlikte Ä°slâm tarihine yapılan Türk aşısıyla Viyana önlerinde son bulacak olan yeni bir yürüyüÅŸe baÅŸladılar. Sultan Alparslan’ın açtığını belirttiÄŸim kilit ile ilgili meseleyi bu ÅŸekilde özetleyebiliriz.
Türkiye, gerek modernleÅŸme deneyimi gerekse OrtadoÄŸu’nun siyasî tahavvülleri içerisinde yaÅŸadığı gitgellerin sonucunda yeni bir kavÅŸak noktasına ulaÅŸmış durumda
Toplumumuzdaki genel manzaraya bakınca Malazgirt ve Sultan Alparslan’ın önemini anlama noktasında sorun var gibi. Malazgirt ve Sultan Alparslan ile alakalı üretimde hep aynı ÅŸeyler tekrar ediliyor. Malazgirt ve Sultan Alparslan’ın önemini anlamadaki sorunları ve hep aynı tarz eserler verilmesini neye baÄŸlamalıyız?
Tarihe bakışımız, biraz da aktüalite tarafından ÅŸekillenir. Mesela bugünlerde en önemli ve ilgi çeken tarih konuları genellikte tarihte meydana gelen vebalar ya da salgın hastalıklar. Bunun nedeni muhakkak hâlihazırda yaÅŸamakta olduÄŸumuz küresel pandemi deneyimi. Meseleye bu noktadan baktığımız zaman, tarihî hadiselerin ve figürlerin öneminin keÅŸfedilmesi için bir çeÅŸit kıvılcımın gerekli olduÄŸunu söyleyebiliriz. Gerçi artık modernleÅŸme falan da pek kalmadı ya, Türkiye’nin iki-üç asırdan beri deneyimlemekte olduÄŸu modernleÅŸme süreci, bir anlamda ülkemizde tarihe dönük ilginin parametrelerini ve hangi alanlara yöneleceÄŸini de belirledi. Dolayısıyla bazı konular öne çıkarken, bazı konular geri planda kaldı. Hatta bazen bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde geri planda bırakıldı bile denebilir. Nitekim son çeyrek asırda yaÅŸadığımız yeni sosyokültürel ve siyasî deneyimin de bizi yeni tarih konularına yönelttiÄŸini söyleyebiliriz. Son yıllarda yükseliÅŸe geçen Çanakkale, Kûtu’l-Amâre ve Malazgirt anmalarının bununla ilgili olduÄŸu da çok açık. Türkiye yeni bir öz kavrayış geliÅŸtirme gayreti içerisinde ve bunun için de tarihî referanslar bulabilmeye çalışıyor. Sultan Alparslan ve Malazgirt meselesine bu hattan bakmak lazım. Türkiye, gerek modernleÅŸme deneyimi gerekse OrtadoÄŸu’nun siyasî tahavvülleri içerisinde yaÅŸadığı gitgellerin sonucunda yeni bir kavÅŸak noktasına ulaÅŸmış durumda ve bu kavÅŸak noktasından sonra nasıl bir tarz-ı hareket benimsemesi gerektiÄŸine dönük bir tutum belirleme sürecinin sancısını çekiyor. Açıkçası ben, önümüzdeki dönemlerde Selçuklulara iliÅŸkin soruÅŸturmaların giderek daha da önemli hale geleceÄŸini ve sözü edilen dönemin tarihî bilgisinin edebî, felsefî ve sanatsal faaliyetlerin baÅŸat konularından birine dönüÅŸeceÄŸini düÅŸünüyorum.
Malazgirt Savaşı’nın yapıldığı yerin tam manasıyla tespiti için oluÅŸturulan büyük bir projenin de içerisindeyiz
Biraz da üniversitenizin çalışmalarından ve MuÅŸ’tan bahsedelim. MuÅŸ Alparslan Üniversitesi’nde ‘Selçuklu ve Malazgirt AraÅŸtırma Merkezi’ Yönetim Kurulu üyesisiniz. Üniversite ve araÅŸtırma merkezi olarak (Malazgirt, Alparslan, Selçuklu) çalışmalarınızdan, amaçlarınızdan bahsedebilir misiniz?
Sultan Alparslan ve Malazgirt Zaferi hem MuÅŸ ÅŸehri hem de MuÅŸ Alparslan Üniversitesi için bir çeÅŸit marka deÄŸeri taşıyor, bunu söyleyebiliriz. Gerek üniversitemizin yönetimi gerekse de ÅŸahsım bu iÅŸin ziyadesiyle bilincindeyiz. Nitekim üniversitemizin çeÅŸitli mekânlarına bu durumu kayıt altında alan isimler verilmiÅŸ durumda. Ä°ÅŸte “1071 Malazgirt Kongre ve Kültür Merkezi” gibi… Ayrıca üniversitemizin giriÅŸ kapısında çok hoÅŸ bir Selçuklu yıldızı ve Sultan Alparslan’ı simgeleyen zırhlar yaptırıldı. Yine diÄŸer giriÅŸ kapılarına da Sultan TuÄŸrul Bey ve ÇaÄŸrı Bey’in isimleri verildi. Bütün bunlar, üniversitemizin Sultan Alparslan ve Malazgirt Zaferi ile irtibatını ve kendini bunlara baÄŸlama ÅŸeklini gösterebilecek bazı örnekler. Bunlara ilave olarak her yıl muhtelif etkinlikler yapıyoruz. Kongre, sempozyum, konferans ve panel gibi. Ayrıca “Malazgirt Zaferi, Bin Yıllık Miras” isimli harika bir kitap çıkardık. Ä°laveten Malazgirt Savaşı’nın yapıldığı yerin tam manasıyla tespiti için oluÅŸturulan büyük bir projenin de içerisindeyiz. Malum pandemi süreciyle çalışmalarımız maalesef biraz aksadı, lâkin normalleÅŸme baÅŸlar baÅŸlamaz yeniden faaliyetlerimize odaklanacağız inÅŸallah. Tabi bütün bu çalışmalar kıymetli rektörümüz Prof. Dr. Fethi Ahmet Polat’ın yüksek desteÄŸi ile yapılabiliyor. Bundan dolayı da kendisine özel olarak teÅŸekkür etmek lazım.
Malazgirt’te zaferin izlerini sürmekle vazifeli butik bir üniversite kurulması iyi olacaktır
Malazgirt, MuÅŸ’un bir ilçesi. BildiÄŸim kadarıyla üniversiteniz ile Malazgirt arasında baya uzak bir mesafe var. Çalışmalarınızda bu uzaklığın etkisi oluyor mu veya çalışmalarınızda ne tür zorluklar karşınıza çıkıyor?
Evet, neredeyse yüz elli kilometrelik bir mesafe var MuÅŸ ile Malazgirt arasında. Bunun bizim açımızdan bazı zorlukları elbette oluyor, kolay ve sıkça gidip gelemiyoruz mesela. Fakat orada bulunan bir meslek yüksekokulumuz var ve bir ÅŸekilde çalışmalarımızı yürütebiliyoruz. Bu meseleye atıfla, daha önce de Malazgirt’te en azından zaferin izlerini sürmekle vazifeli butik bir üniversite kurulmasının iyi olacağını söylemiÅŸtim. Henüz bir akis yapmadı. Biraz hayal gibi görünüyor, ama neden olmasın? Bütün gerçek baÅŸarıların temelinde bir hayal yok mudur?
Allah o kötü günleri bir daha Malazgirt’imize, MuÅŸ’umuza ve Türkiye’mize göstermesin
MuÅŸ ve Malazgirt Türkiye’de terör örgütüne en fazla katılımın yaÅŸandığı yerlerdendi. Bu nedenle terörün ve güvenlik sorunlarının acısını en fazla çekmiÅŸ yerlerdendi. Dünden bugüne Malazgirt’te ne gibi deÄŸiÅŸimler ve farklılıklar var, ÅŸu an Malazgirt ne durumda?
Benim gözleyebildiÄŸim kadarıyla, bugün Malazgirt ile örneÄŸin Ä°zmir’in Bayındır ilçesi arasında pek bir fark yok. Hatta ihtiva ettiÄŸi tarihî anlam üzerinden baktığımız zaman Malazgirt’in daha cazip olduÄŸu bile söylenebilir. Evet, ilçemiz çok acılar çekti. Büyük sıkıntılar yaÅŸadı ve bunun etkileri halen bir ölçüde etkisini sürdürmeye devam ediyor. Fakat bütün sorunlar nihaî anlamda çözülmek içindir ve ben önümüzdeki dönemde Malazgirt’imizden geçmiÅŸten kaynaklanan bütün menfi izlerin silinip gideceÄŸine ve adı anıldığında yalnızca Sultan Alparslan ile Malazgirt Zaferi’ni akla getireceÄŸine inanıyorum. Allah o kötü günleri bir daha Malazgirt’imize, MuÅŸ’umuza ve Türkiye’mize göstermesin. Bu milletin çok daha önemli vazifeleri var.
Evde kaldığımız ÅŸu günlerde bizi takip edenler için kitap önerir misiniz?
Bugünlerde benim okuduÄŸum ve çok keyif alıp istifade ettiÄŸim bazı kitaplar var, onları önerebilirim.
Evvela birkaç roman:
Umberto Eco – Foucault Sarkacı
E. T. A. Hoffmann – Kedi Murr’un Hayat GörüÅŸleri, Üstat Pire ve Åžeytanın Ä°ksirleri
Stefan Zweig – Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor
Leonid Andreyev – Yahuda Ä°skariot
Heinrich von Kleist – Michael Kohlhaas
Tarih ve düÅŸünce kitapları:
Murat Tural – Orta ÇaÄŸ’da Ä°slam’ın Kılıcı ve Hristiyanlığın Çekici Selçuklular Franklar
Eileen Power – OrtaçaÄŸ Ä°nsanları
Ahmet ÅžimÅŸek ve Sibel Yalı – Gerçekte(n) Öyle mi OlmuÅŸ?
Nazife ÅžiÅŸman’ın Kaderle Tasarım Arasında Yeni Ä°nsan
Byung-Chul Han – Psikopolitika
Karantina günlerinde benim büyük bir keyifle okuduÄŸum, bir kısmı ile alakalı bazı podcastler hazırlayıp dijital ortamda öÄŸrencilerimin ve ilgililerin dikkatine sunduÄŸum bazı kitaplar bunlar. Bunları tavsiye edebilirim.
Röportaj: Mücerret kültür portali
Henüz yorum yapılmamış.