Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan: Gazze'de annenin boş kalan sahur sofrası

“Verememek” ne büyük imtihanmış meğer. Kardeşinin derdine yetememek ne büyük dert imiş meğer. Dünyanın dört bir yanında “bu Ramazan’ı nasıl atlatacağız?” diye bekleşen milyonlarca insana Hızır makamından yetişiyordu Türkiye. Candı çünkü. Cananın derdine koşuyordu. Şimdiyse işte bu salgın “can”ın takatini zayıflatmış, elinin ulaştığı yerleri mecburen azaltmıştı.



Çok nazlı oluyor kızım sahurda. Neredeyse hiçbir şey yemiyor. Ne yumurta ne börek. Hele pilavın falan adını duymaya tahammül edemiyor. Bütün derdi, bir an önce sahur sofrasından kalkıp yatağa dönmek ve kaldığı yerden uykunun kollarına düşmek. Eh, sahuru böyle olunca oruçluyken ikindi sonraları “çok acıktım” diyerek pelteleşiyor.
 
Ramazan’ın ilk birkaç günü “ne yapalım sana sahurda, ne istersin?” deyip pervane olduk, o da bazı siparişler verdi ama ı-ıh. Hiçbirini yemedi. Sonunda “bir ihtimal” deyip semtimizin en sevdiği pastanesinden kurabiyeler aldım. Eh, toplamda üç kurabiye yiyip, biraz kefir içip yatıyor bir süredir. “Bu da bir şeydir” deyip seviniyorum ben de…
 
Bu sahurda da öyle oldu. Üç kurabiyesini yiyip, iki yudum kefirini içip, yanağıma öpücüğünü kondurup gitti hemen yatağına. Ben de yazı yazmaya oturdum.
 
Yazı yazmaya oturunca içimdeki “cız” yine büyüdü. Aslında bu, o “cız”ın hikayesidir.
 
Şimdi bu saatlerde Gazze’de bir anne vardır. Geçen Ramazan’ı, bir Türk yardım kuruluşundan gelen ihtiyaç kolileriyle atlatmıştır. Çocuklarına fasulye, nohut, pilav pişirmiştir. Çay demlemiştir yanına. Paketten çıkan helvayı azar azar üleştirmiştir. Belki o annenin çocukları da nazlanmıştır sahurda. Hatta belki canları başka yiyecekler de çekmiştir lakin varsın olsun. O Gazzeli anne geçen yılın sahurlarını o koliyle halletmiş, çocuklarının karnını doyurmayı başarmıştır. Fakat bu Ramazan Türkiye’den koli gelmemiştir. Niçin gelmediğini biliyordur elbette. Dünyanın durumunun farkındadır. Salgının ne menem bir bela olduğunun ayırdındadır. O yüzden ellerini gökyüzüne doğru açıp “Yarabbi, bu imtihanı başımızdan kaldır” diye dua ediyordur. “Başımız” derken o başın içine dünyadaki tüm insanları da dahil ediyordur. Dünyanın pek azı o annenin başındaki başka belaların kalkması için uğraşıyordur ama varsın olsun. O anne yine de bütün insanlık için açıyordur ellerini.
 
Şimdi bu saatlerde Makedonya’nın tee öte dağ köylerinde bir yaşlı amca vardır. “Sofrayı ben kurayım da o az daha uyusun” diyerek mutfaktadır. Kıyamamıştır can yoldaşını, kırk beş yıllık omuzdaşını uyandırmaya. Yumurtalar suda tıkırdarken mutfağın penceresinden karanlığa dalıp “bu sene gelmedi bizim yavrular be. Her sene gelirlerdi halbuki” diye düşünmüştür. Her sene, ellerinde Ramazan erzakıyla gelen Türkiyeli kızanlara elmadır, armuttur, eriktir Allah ne verdiyse ikram ettiğini hatırlamıştır. Birbirlerinin gözlerine gözlerine gülümsediklerini hatırlamıştır. “Bu da geçer yahu” diyerek boşluğa salmıştır ciğerinden gelen o eskimiş nefesi.
 
Şimdi bu saatlerde İdlib’te kardeşlerine analık eden bir cesur kız vardır. Şimdi bu saatlerde Somali’de köylerindeki kuyudan su çeken elleri kemikleşmiş bir adam vardır. Şimdi bu saatlerde Arakan’da acıkmış bir bebek vardır.
 
İki ay önce Türkiye’deki salgın sebebiyle “bu süreçte bütün gücümüzü Türkiye’ye vereceğiz” diyen IHH Başkanı Bülent Yıldırım’ın sözlerini duyunca başlamıştı aslında o “cız.” Bu yaptığım sahurun gündüzünde Kızılay Genel Başkanı Kerem Kınık’tan “bu sene bu pandemi sebebiyle uluslararası Ramazan yardımlarımız epeyce sekteye uğradı. Can güçlü olacak ki canana yetişebilsin” deyince artırmıştı etkisini o “cız.”
 
Dünyanın dört bir yanında “bu Ramazan’ı nasıl atlatacağız?” diye bekleşen milyonlarca insana Hızır makamından yetişiyordu Türkiye. Candı çünkü. Cananın derdine koşuyordu. Şimdiyse işte bu salgın “can”ın takatini zayıflatmış, elinin ulaştığı yerleri mecburen azaltmıştı.
 
“Verememek” ne büyük imtihanmış meğer. Kardeşinin derdine yetememek ne büyük dert imiş meğer.
 
Lakin biliyorum. Geçecek bunlar Allah’ın izniyle. Geçecek. Ramallah’ta, Kerkük’te, Nijer’de, Moğolistan’da “bizi hatırlasa hatırlasa bir Türk kardeşlerimiz hatırlar” diyen insanlarımızın, kardeşlerimizin derdine derman olma lütfunu bahşedecek bize yeniden Allah.
 
Yazı bitiyor. Sahur da. “Türkiye niçin Türkiye’den büyük olmalıdır?” sorusuyla çıkacağım birazdan balkona. Müezzin efendi, o güzel sesiyle “Allahuekber” diyecek. Ben de katılacağım ona ve diyeceğim ki, “haklısın hocam: Allahuekber.”
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.