Hikâyeci hırkası giyinmiş Yunus Emre: Mustafa Kutlu
Follow @dusuncemektebi2
Bunca sevilmesinin ve okunmasının sebebi, Türkçenin anlatma zevkini hep canlı tutması, Anadolu’nun maddi-manevi dünyasını yansıtmaktaki kudreti, içtenliği ve geleneği yenileyen bir anlatıcı olmasıdır. Aslında o bütün şeffaflığı ile ortadaki adamdır ve bu yanıyla hikâyeci hırkası giyinmiş yeni Yunus’umuzdur.
Genç okurları, Mustafa Kutlu’nun bir ‘Nahiye Müdürü’nün oÄŸlu olduÄŸunu öÄŸrendiklerinde, bu mesleÄŸin karşısına hangi iÅŸi koyacaklarını bilemezler. Åžimdi ancak yaşı elliyi geçenlerin hatıralarında yaÅŸayan Nahiye Müdürleri, bir zamanlar taÅŸrada rütbece kaymakamların altında bulunan devlet idarecileriydi. Onlarca yıl boyunca çoÄŸunlukla at sırtında bir köyden diÄŸerine dolaÅŸmış, 70’lerin başında ‘Nahiye’lerin kaldırılmasıyla Anadolu’nun dert babası olmaktan kurtulmuÅŸlardır.
Mustafa Kutlu, bir Nahiye Müdürü olan Nurettin Beyin oÄŸludur. GüneÅŸin henüz Munzur’daki karları eritmeÄŸe yetmediÄŸi 1947 senesinin Martında, babasının görevli olarak bulunduÄŸu Kuruçay’da dünyaya gelmiÅŸtir. Kuruçay bu gün, eski günlerini hatırlatan bir cami ve birkaç konağın bulunduÄŸu tenha bir köydür. Mustafa Kutlu’nun hikâyelerinden biri olan Beyhude Ömrüm’de bahçesi bin bir meÅŸakkatle yeÅŸertilmeye çalışılan bir beldenin zaman içinde nasıl ıssızlaÅŸtığı canlı bir biçimde anlatılır. Yine de bu zaman içinde ıssızlaÅŸan taÅŸra hikâyecinin çocukluk belleÄŸine yapışmış, trenleri, istasyonları, türküleri, kavak aÄŸaçları ve insan suretleriyle, kah hüzünlü kah ÅŸenlikli, onun kaleminde ısrarla yaÅŸatılmıştır. Nurettin Bey, Nahiye MüdürlüÄŸü görevinden emekliye ayrılınca bir süre Erzincan’da Cihan Otelinin kıraathanesinde arzuhalcilik yapar. Åžehre geldiklerinde Kutlu henüz altı yaşındadır. Bu yıllarda Erzincan, büyük zelzeleden ötürü Fırat’ın bir yakasından ötesine taşınan, tıpkı Marquez’in Macondo’su gibi yavaÅŸ yavaÅŸ büyüyen bir yerdir: Bahçeler, bahçelerin içine saklanmış tek katlı evler, dümdüz caddeler ve ara sokaklar...
Psikolojik eÅŸik
Kutlu’nun anlatılarında ve sohbetlerinde baba Nurettin Bey’in bir portresini çıkarabilecek ayrıntılarla karşılaÅŸmayız. Ancak henüz on üç yaşında, Orta ikideyken kaybedilen babanın bir mirası vardır. Önemli bir ayrıcalık sayılmasa da Mustafa Kutlu, Tek Parti döneminde taÅŸranın küçük idarecilerinden birinin oÄŸlu olarak hayata baÅŸlamıştır. Toplumda belirgin bir ekonomik ve hatta siyasi ayrışmanın bulunmadığı bir zamanların Anadolu’sunda, bu baba görevinin yazarın çocukluÄŸunda psikolojik bir eÅŸik inÅŸa ettiÄŸi söylenebilir. Yazar, bütün bir hayatı boyunca cesaretle kendi hikâyesini yaÅŸamış, hikâyesinden ödün vermemiÅŸtir. Türkiye’nin çok partililiÄŸi tecrübe ettiÄŸi 1950’lerin baÅŸlarında Kutlu’yu da, sonraları ömrünün patikaları haline gelecek birkaç yolu tecrübe ederken buluruz. KomÅŸuları Hakim Hamit Bey’in çocuklarıyla bodrum katta bir kütüphane kurmuÅŸ, ellerine geçen her kitabı okumaya baÅŸlamışlardır; kütüphaneye bir perde germiÅŸ, zaman zaman Karagöz oynatmışlardır; Savcı Beyin oÄŸlu Tunç rengarenk boya kalemleri, Åžeker Fabrikası muhasebe müdürünün oÄŸlu Atalay da Pekos Bill’i ve meÅŸin topuyla bu çocukluk halkasına katılacaklardır. Tek bir meÅŸin top olduÄŸu için Atalay ayrıcalıklıdır, maçlarda kaptanlık görevi ona verilir. Yine de Atalay, Ä°stanbul’da benzer bir hikayenin içinde büyüyen ve tek plastik topa kendisi sahip olduÄŸu için kerhen oyuna dahil edilen Edip Cansever’den birkaç mertebe yüksekte durmaktadır. Hem topu meÅŸindir hem de kaptanlık yapacak kadar maharete sahiptir, Cansever gibi meseleyi içine atacak bir sebebi yoktur...
Hareket’e dahil oluÅŸ
Kütüphane, Karagöz, boya kalemleri ve meÅŸin top; Mustafa Kutlu’nun çocukluk pınarları gibidir. Hayatının ileriki dönemlerinde, onun, çocukluÄŸunun pınarlarından hiçbirini kurutmadığına, bazılarından su içmeyi bir süre ihmal etse de, sonunda mutlaka geri döndüÄŸüne tanık oluruz. Belki de Kutlu, bütün bir hayatı boyunca çocukluÄŸunda ısrar etmiÅŸ bir adamdır, belki de Kutlu’nun en büyük sırlarından biri budur. O ilk kütüphaneden bir yazar, o ilk karagöz oyunlarından bir sinemacı, Tunç’un boya kalemlerinden bir ressam ve Atalay’ın meÅŸin topundan bir futbolcu çıkarmıştır. O yıllarda yazarın tek yanlış tercihi, Erzincan Lisesinin Fen Bölümüne girmiÅŸ olmasıdır. Neredeyse her gece bir kitap okuyarak, adeta bu girilmiÅŸ yanlış yolu telafi etmeye çalışır. Nahiye Müdürü Nurettin Beyin oÄŸlu, lise çağında manevi bir yolculuÄŸa da çıkmış, ibadet etmeye baÅŸlamıştır. Ama iÅŸte Ordu Caddesi üzerindeki ÅŸu geniÅŸ bahçeli okulun diploma töreni yaklaÅŸmaktadır. Ä°htilalden dört yıl sonra, 1964 senesinde liseden mezun olan Mustafa Kutlu ilkin ressamlık hayalinin peÅŸine düÅŸer. Güzel Sanatlar Akademisine kaydolmak için Ä°stanbul’a gelir ancak Akademideki gözlemleri, onda, bir kiÅŸilik erozyonuna uÄŸrayacağı endiÅŸesini doÄŸurur. Geri döner ve doÄŸduÄŸu kente en yakın üniversiteye kayıt yaptırır: Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi...
Atatürk Üniversitesinin Türk Dili ve Edebiyatı bölümü, Türkiye’de bu isimle açılan üçüncü bölümdür. Kutlu, Mehmet Kaplan’ın temellerini attığı fakültede, Orhan Okay, Kaya Bilgegil, Bilge SeyidoÄŸlu, Muhan Bali gibi hocalardan dersler alır. Bu yıllarda Sanat Felsefesi dersini de Ä°onna Kuçuradi vermektedir. Kuçuradi, Halkevi’nde bir resim sergisi açan Kutlu’yu hem destekler hem de bu yolculuÄŸuna devam etmesi için cesaretlendirir. Ama kader onu, hocası Orhan Okay’ın odasında bir baÅŸka yola sokacaktır: Orada memleketini ziyarete gelmiÅŸ bulunan, Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi’nin sahibi Ezel Erverdi ile tanışacak, sohbete HemÅŸin Pastanesinde devam edilecek, o gün desenlerini eleÅŸtirdiÄŸi dergiye sonra kendi çizimlerini gönderecek ve 28. sayının kapağını süsleyen deseniyle birlikte fiilen Hareket’e dâhil olacaktır. Hareket, ilk olarak 1939’da Nurettin Topçu tarafından çıkarılmaya baÅŸlamış ve yayın hayatına aralıklarla devam etmiÅŸ ‘Anadolucu’ bir dergidir. Kutlu, 1968’de, 29. sayıda yayınlanan hikâyesiyle, dergiye yazar olarak da katılır. Ancak baÅŸlangıç döneminin meyveleri olan ilk iki kitabı Ortadaki Adam ve Gönül Ä°ÅŸi’ni acemilik denemeleri sayacak ve bir daha baskıya göndermeyecektir.
Munzur’un kıyısında
Mustafa Kutlu, üniversite mezuniyetinin hemen ardından 1969’da Sevgi Hanımla evlenir. Tunceli’de öÄŸretmenliÄŸe de baÅŸlamıştır. Üç yıl geçirdiÄŸi bu ÅŸehirde Munzur çayında balık tutmaya iner, tabiatla konuÅŸur ve Ezel Erverdi ile mektuplaÅŸmaya devam eder. 1972 senesinde tayinle Ä°stanbul’a gelir ama iki yıl sonra, 1974’te öÄŸretmenlikten ayrılarak Hareket dergisinin yolunu tutar. BaÅŸta Ezel Erverdi olmak üzere, Nurettin Topçu’nun fikir dünyasına girmiÅŸ bulunan gençler için Hareket bir okul vazifesi görmektedir; geliri az, yükü ve mesuliyeti çoktur. Bu yük ve mesuliyete iki de çocuk eklenmiÅŸtir: Pınar ve Murat. Kutlu, bu dönemde özellikle eÅŸi Sevgi Hanımın görünmez desteÄŸine çok ÅŸey borçludur. Dergâh yayınları, 1976’da, tamamlanması yaklaşık 22 yıl sürecek Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisini hazırlamaya giriÅŸmiÅŸ, mesai yoÄŸunlaÅŸmış, aynı yıl askere gidip gelmiÅŸ ve onu okur sahibi yapan kitaplarını neÅŸretmeye baÅŸlamıştır. Kalem birden bereketlenmiÅŸtir. 80 darbesinden hemen önce YokuÅŸa Akan Sular, darbenin ertesinde de Yoksulluk içimizde ve Ya Tahammül Ya Sefer yayınlanır. Bu kitaptan beÅŸ yıl sonra Bu Böyledir’i, 1990’da Sır’ı çıkarır. Aynı yıl 27 sene idare edeceÄŸi Dergâh Dergisinin başına geçer. Ä°smet Özel, Ä°smail Kara, Mustafa Özel, BeÅŸir AyvazoÄŸlu ve daha pek çok isim dergiye sırt vermektedir. Kutlu, dergi idareciliÄŸi ile 90’lardan sonra ÅŸiir ve hikâyede edebiyatımıza hamleler kazandırırken, Uzun Hikaye ve ardından yazdığı onlarca kitapla geniÅŸ okur kitlesi tarafından takip edilen bir yazar haline gelir. Araya bir gazeteye yazdığı ÅŸehir mektuplarını, senaryoları sığdırmıştır.
2000’lerden sonra neredeyse her yıl okurunu bir kitapla selamlayan Mustafa Kutlu’nun eser sayısı 40’a yaklaÅŸmıştır. Tabiatın, köylerin, kasabaların ve ÅŸehirlerin bu ‘Türk anlatıcı’sı, son elli yıllık sosyal tarihimizi yazdığı hikâyelerle kayıt altına almış bir kalemdir. Bunca sevilmesinin ve okunmasının sebebi, Türkçenin anlatma zevkini hep canlı tutması, Anadolu’nun maddi - manevi dünyasını yansıtmaktaki kudreti, içtenliÄŸi ve geleneÄŸi yenileyen bir anlatıcı olmasıdır. Aslında o bütün ÅŸeffaflığı ile ortadaki adamdır ve bu yanıyla hikâyeci hırkası giyinmiÅŸ yeni Yunus’umuzdur.
Müellif: Ali Ayçil / Kaynak: Açık GörüÅŸ
Henüz yorum yapılmamış.