Sosyal Medya

Mustafa Kutlu'nun kaleminden: Gündemi Değitirelim-III

Salgının alevi tüm dünyayı sardı. Evlere kapanmış ekrandaki ölüm haberlerini izliyoruz. “Hayat devam ediyor” derler.



Hangi hayat?
 
Biraz nefes almak, umut ve korku arasında iken umuda yelken açmak için gündemi değiştirmeye ne dersiniz? Ölümden öteye kapı açalım. Geçip giden hayatımız hakkında bir muhasebe yapalım. Ölümden ders alalım.
 
Kainatın kitabından üç levha getirdim. Şifa niyetine diyelim.)
 
Çocuklar, geldikleri gibi yine birden oyunu kesip, sudan çıkarak bostana doğru bir koşu tutturacaklar.
 
Yaşlı kadın tencereyi ocağa vurmadan önce, akkoyunun yününü ayrı, karakoyunun yününü ayrı yerlerde, sal kayalara, yuvarlak taşlı bembeyaz çakıllara yayıvermiştir. Kirli yünler kızgın güneş altında ısındıkça ısınır.
 
Neden sonra genç adam elinde iri tokacı ile bunları yunacakları taşlar üzerine yerleştirir. Bir su, bir tokaç, bir su, bir tokaç.
 
Tokaç sesleri derenin iki yamacında yankılanır.
 
Kasabanın insanları “Yine birileri aşağılarda yün yıkıyor” diye mırıldanır.
 
Taş ile tahta arasında kalan yün vurdukça kabarır.
 
Kabardıkça köpürür.
 
Hikmet-i Hüda, sanki birisi üzerine sabun sürmüş, deterjan dökmüş gibi köpürür.
 
Yün bu, tokacı yedikçe kendini yıkar.
 
Yıkandıkça açılır, kirinden pasından uzaklaşır. Bir su, bir su daha derken insanın yüzüne gülmeye başlar rengi.
 
Yünün rengi, toprağın, yaprağın, sapın, samanın, çayırın, tahtanın, tasın, kuşun rengi gibi yüzüne gülümser insanın. Yıkana yıkana kendisi olmuş bir renk. O güldükçe tokacı vuran keyfe gelir. Bakarsın bir tokacın yanına, bir tokaç daha eklenir.
 
Karı koca, bu âhenk ile vur ha vur ederler...
 
Türkü işte böyle doğar. Bu renklerden, bu eğilip doğrulmalardan, bu sudan, bu parlayan dişlerden, gülüşlerden, koşuşan çocuk cıvıltılarından, üzerimize yağmur gibi yağan kokulardan, nâneden, yarpuzdan, iğde çiçeğinden vesaireden.
 
Kirini bırakan yün artık teyzelerin, yeğenlerin eline geçer. Duru sudan bir daha, bir daha, bir daha geçer. Öyle ki kaldırıp sıkıldığında üstünden geçen su ne ise, altından akan da o olur...
 
Yaşlı kadın bu defa yıkanmış yünü yine ayrı ayrı yerlere götürüp iri yuvarlak, temiz taşların düz kayaların üzerine serer.
 
Yine güneşe terkeder onları.
 
Çocuklar o koşu ile bostana varmıştır.
 
Onların ayak tıpırtısına sakallı çayır kuşları, üveyikler, birkaç kuyruk sallayan havalanmıştır.
 
Büyük oğlan önce domateslere saldırır. Kuytuda kalmış, diri, sert ve serin domateslere. Fidelerin gövdesine dokundukça bacakları, elleri, genizler yakan bir domates kokusuyla kaplanır. Oğlan işte buna dayanamaz. Eliyle göğsü arasına zorla sıkıştırdığı domateslerden en irisine, en olgununa bir diş basar. Foşurdayan kırmızı su dudaklarından çenesine, oradan ince boynuna, derken göğsüne doğru iner.
 
Küçük oğlan kol gibi iki hıyar koparmıştır. Birini ucundan ısırır, bir başkasını aramaya koyulur. Sarı kızın bir elinde sivri yeşil biberler, ötekiyle iri mor bir patlıcana asılmaktadır.
 
Kız asılır, patlıcan asılır... Derken...
 
Patlıcanın sapı kopar, kız sırtüstü yere.
 
Yaşlı adam sandalyeden indi, sudan çıktı. Çemreli paçalarını düzeltti, ayakkabılarını giydi. Abdestini almış, elini, yüzünü kurulamıştı.
 
Ezan okunmaya başlamıştı.
 
Adam ıhlamur ağacı ile evin aralığından ezana doğru kaybolup gitti.
 
Yaşlı kadın bir elinde kulplu tencere, ötekinde bazlamaları koyup bağladığı çıkın, bahçeye, bostana, ağaçlara, eve, yaşlı adama doğru yürüdü. Zerdaliye varınca eğilip iki deste maydonoz kopardı, koparırken yok oldu.
 
Teyzelerle yeğenler kuru yünleri çuvallara doldurmuşlardı. Çuvallar omuzlarında, elleri bellerinde, ıslak etekleri ile salına salına geçip gittiler. Genç adam ve genç kadın, tekneyi tokacı, seleyi sepeti, sabunu kovayı toparladı. Onlar da ötekiler gibi aynı yolu yürüyüp çocuklara ulaştılar. Çocukların üzerine bir ağırlık çökmüştü. Uslu uslu babalarının elinden, analarının eteğinden tutarak sessizce uzaklaştılar.
 
Rüzgâr sustu.
 
Kuşlar, ağaçlar, bulutlar, meyveler, serviler, tepeler, dağlar her şey, her şey kayboldu. Ortada hiçbir şey kalmadı. Hiç.
 
Bir çocuk, bir eflatun kahkaha çiçeğinin dürbününden bakmış ve bir serap görmüştü. Hepsi bu...
 
__________________________________
 
Yazının ilk bölümünü okumak isterseniz, tıklayınız.
 
Yazının ikinci bölümünü okumak isterseniz, tıklayınız.
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.