Sosyal Medya

Sadık Yalsızuçanlar ile söyleşi: İnsan söz ve gözle mayalanır

Sıddık Akbayır’ın Sezai Karakoç’un hayatını, eserlerini, fikirlerini, poetikasını sürükleyici bir dille okuyabileceğiniz “Yoktur Gölgesi Türkiye’de: Sezai Karakoç” kitabını beğeneceğinizi düşünüyorum.



Öncelikle söyleşi davetimizi kabul ettiğiniz için, okurlar adına teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bin Yıllık Öyküler neler anlatıyor okurlara?
 
Bendeniz asıl teşekkür ederim efendim. Size ve okurlarınıza selam ve şükranlarımı sunarım.
 
Bin Yıllık Öyküler, bizim kadim kıssa geleneğimizden süzülen hikâyeler… Bildiğiniz gibi, bir meseleyi tahkiye yoluyla anlatmak oldukça kadîm bir geçmişi olan, belki de ilk insandan bugüne en yaygın biçimde varolan, kullanılan bir anlatım tarzı. Kutsal metinlerde “mesel”ler, kıssalar var. Masal kelimesi, zaten mesel kelimesinden bozma bir kelime. Mesel, misil, misl, benzer demek. Yani hayatın bir kesitinin canlandırılması, benzerinin kurulması, kurgulanması. Tabii Batı’da fabl denilen, hayvan hikâyeleri, bunun bir başka boyutunu oluşturuyor. Hayvanlar üzerinden bazı temaların anlatılması, aktarılması. Arz ettiğim gibi kadim, kutsal metinlerde hikâyeler yer alıyor. Mübarek Kur’an’da yine pek çok kıssa var. Hz. Musa kıssası, kıssaların en güzeli olarak nitelenen Hz. Yusuf kıssası, daha nice kıssalar Kur’an’ın ilgiyle okunulan, ibret ve hikmet edinilen kıssaları…
 
Bin Yıllık Öyküler, bu gelenekten geliyor. Daha doğrusu, bu muazzam geleneğin zenginliğinden izler taşıyor.  Neler anlatıyor? Dürüstlük, doğruluk, erdemli olmak, adalet, şefkat, merhamet, sevgi, yardımlaşma, çalışma, azim, gayret, işini doğru yapma, yaptığı şeyin hakkını verme, severek yapma, akrabaya şefkat ve yardım, aile fertlerine sevgi ve saygı, dayanışma, yardımlaşma, nefsinden çok başkasını önceleme, adanma, sadakat, ahde vefa, sözünde durma, her şeyde Hakk’ın rızasını gözetme, her şeyi sadece O’nun rızası için yapma, hasılı, bizi insan yapan, erdemli kılan değerleri yansıtıyor. Bu temaları hikayeler, meseller, kıssalar üzerinden anlatmaya çalışıyor. 
 
İncelediğimiz kadarıyla, Bin Yıllık Öyküler, aynı zamanda bin yıllık köklü kültürümüzden bilgelik dersleri de veriyor bizlere… Bilgelik sizce nedir?
 
Evet efendim, Bin Yıllık Öyküler adının konması da bundan zaten. Bu hikâyeler, bizim zengin irfan geleneğimizin değerleriyle örülü. Ezelî hikmet denilen, kaynağı ilahî olan, vahiylerden neşet eden, oradan beslenen ve insanı oraya yönelten bir bilgeliğin izlerini taşıyor. Bizim, malumunuz oldukça zengin bir irfan dağarımız var. Âriflerin hayatlarını konu edinen menakıpnamelerden tutunuz, mesela Eşrefoğlu Rûmî hazretlerinin Müzekkü’n-Nüfûs (Nefislerin arınması) gibi insanı hayvanî nefsten insanî ruha doğru tekamül ettiren, dönüştüren süreçte kullanılan kitaplar, yine âriflerin nefes ve nutuklarından oluşan Divanlar, çeşitli irfan ve tevhid risaleleri, nefs eğitiminde yine kullanılan o harikulade mektuplar, âriflerin mektupları, daha nice nice güzelim eserlerden oluşan binlerce ciltlik muazzam bir hazine bu…
 
Bilgelerin sözleri, dölleyicidir. İnsan, söz ve gözle mayalanır. Her şey kendi cinsinden mayalanır. Hamları, kâmiller mayalar. Bilgeler, kendileri irşad görmüş, nefsleri ıslah edilmiş, tenlerini can eylemiş, insanî ruha dönüşmüş kimselerdir. Nebiler ve onların kâmil vârisleri böyledir. Onlara arif, aziz veya bilge diyoruz. Bilge kişi, nefsinde Hakk’ı bilen ve bulan kişidir. Bütün varlığın Hakk olduğunu görmüş, zevk etmiş kişidir. Malum Kur’an’da, “Nereye dönerseniz, Allah’ın vechi oradadır” buyrulur. Yine Yüce Kur’an’da, “Allah, göklerin ve yerin nurudur” buyurulur. Bu, bize, Niyazî Mısrî’nin dediği gibi, bu alemde “Hakk’tan ayan bir nesne olmadığını” gösteriyor. Gözlüye gizli yoktur. Biz, varlığa Hakk nazarıyla bakarsak Hak olur, ama varolanlara mesela ağaca ağaç, kuşa kuş, taşa taş nazarıyla bakarsak ağaç, kuş veya taş olur; Hakk nazarıyla bakarsak Hak olur. Yani Hakk görürüz. Bilge kişi, bu vahdet mertebesine erişmiş kişidir. Varlığı Hakk görür, hakk’ın nazarıyla bakar, Hakk, O’nun söyleyen dili, işiten kulağı, gören gözü olur. Peygamberimiz, “müminin ferasetinden sakının, o, Hakk’ın nazarıyla bakar” buyuruyor. İşte bilge, bu hale bürünmüş olandır.
 
Bin Yıllık Öyküler’de, “kıssadan hisse” çalışmasının yapıldığını görüyoruz. Buna göre, başımıza gelen olaylardan birer ders çıkararak, geleceğimize yön vermemiz gerektiğini anlıyoruz. Sizce, geçmişteki ve günümüzdeki bilgelerin tecrübelerinden ders almalı mıyız, yoksa kendi bilgeliğimizi kendimiz mi oluşturmalıyız?
 
Efendim, geleneksiz gelecek olmaz. Zaten zaman kürevîdir. Dün bugündedir ve yarın bugünü kuşatır. Biz, hızımızı geçmişten almalıyız. Bugünümüz ve geleceğimiz için geçmişe bakmalı, oradan sürat kazanmalı, beslenmeli ve gelişmeliyiz. Bin Yıllık Öyküler’de, biz, o bereketli geçmişten nasıl ilham alabileceğimizi de göstermeğe çalıştık. Kıssalarda daima hisse vardır. Yani payımıza düşen bir ibret ve hikmet vardır. Bu, bizatihi kıssanın ruhundadır. Hani düşünür, “araç, mesajın kendisidir” diyor ya… Kıssanın kendi özünde hisse zaten bulunmaktadır. Tabii kıssalardan hisse çıkarabilirsek, bunu bir tutum haline getirip hayatımızda işlevsel kılabilirsek, geleceğimize yön verme konusunda daha şanslı olabiliriz. Bilgelik bir ırmak gibidir, dünden bugüne ve yarına doğru gürül gürül akan, bereketli bir ırmak… Bize düşen, bu tertemiz ırmağa sürekli dalmak, oradan ruhumuzun en değerli desteği olabilecek unsurları çıkarmak ve kullanmaktır.
 
Bin Yıllık Öyküler serisini hazırlarken kimlerle birlikte çalıştınız?
 
Efendim, bu proje, Mevsimler Kitap’ın emanetçisi Sevgili Âkif Öztürk dostumuzun çabalarıyla vücut buldu. 10 kitaptan oluşan bir alıntılar ve göndermeler derlemesi düşündük kendisiyle. Sağolsunlar, bizden daha iştiyaklı ve tutkulu davrandılar, bizi teşvik ettiler. Bu güzelim çabalarından ötürü gerçekten kendilerine müteşekkirim. Tabii sıkı bir derleme, tasnif ve yeniden yazım çalışması yaptık. Kıssa dağarımızdan devşirdiğimiz o kıymetlerin yanı sıra kendimiz de yepyeni “mesel”ler, kıssalar, hikayeler kurduk, oluşturduk. Böylece elimizde bir toplamın neredeyse yarısı oluştu. Selçuk Alkan dostumuz sağolsun büyük emek verdi. Büyülü dokunuşlarla metinleri bu hale getirdi. Kapak ve iz düzen için yine çok sevgili dostlar emek verdiler. On kitaplık dizinin ilk beş kitabı böylece ortaya çıkmış oldu.
 
Bin yıllık Öyküler serisine olan ilgi nasıl peki?
 
Doğrusu bizi de umutlandıran bir ilgi var kitaplara. Yayın aşamasının son sürecinde kitap kapaklarını sosyal medya hesaplarından paylaşınca oldukça güzel bir ilgi uyandı, pek çok dostumuz arayıp nasıl ulaşacaklarını sordular. Kitaplar yayımlandıktan sonra, geçtiğimiz günlerde Akif Öztürk Bey, Pakistan’dan bir yayıncıya haklarını sattı. Yurt dışından da ilk ilgi kısa bir süre sonra gerçekleşmiş oldu. Tabii, seri tamamlandığında, inşallah ilköğretim okullarında bazı programlar isteyen dostların da taleplerine cevap vereceğiz. Şimdilerde maalesef dünyamızın ve ülkemizin maruz kaldığı bu imtihan bizi de etkiledi. Birçok etkinlik talebini iptal etmek durumunda kaldık. İnşallah ülkemizin ve dünyamızın üzerindeki bu celal cemale dönüşünce Bin Yıllık Öyküler’i yurdumuzun birçok yerinde, öğrencilerimizle buluşturabileceğiz.
 
 
Okurlar, Bin Yıllık Öyküler serisini okumakla hangi kazanımları edinebilirler? Yani insanlar, sizce bu kitapları niçin okusunlar?
 
Yazar, “bir kitap okudum hayatım değişti” diyor. Bunu tabii, bir dilek olarak okumak lazım. Sadece kitap okuyarak iyi insan olunmaz malum. Ama, dediğim gibi, manevî hayatın en değerli destekçisi de kitaptır. Kitaplar, destekleyici, etkileyici araçlardır. Bin Yıllık Öyküler’i okumamız için pek çok neden var. Birincisi, bu bizim irfan geleneğimizden süzülen bir değerler toplamını yansıtmağa, hatırlatmağa çalışıyor. İkincisi, o ibretli ve hikmetli hikayeleri okudukça, insanî değerleri tekrar hatırlıyoruz, öykünün içerdiği o dramatik etkiyle, o değerlerin kıymetini düşünmeğe başlıyoruz. Ruhumuza iyi geliyor hasılı…
 
Mevsimler Kitap ile gerçekleştirmeyi düşündüğünüz başka projeleriniz var mı?
 
Akif Öztürk dostumuz başta olmak üzere Mevsimler Kitap’ın iyi niyetli, güzel gönüllü ailesiyle yapmayı düşündüğümüz birçok çalışma var. Tabi bunları biraz zamana yaymamız gerekecek. Zaten kendilerinin programı oldukça yoğun. Birbirinden güzel kitaplar yayımlıyorlar. Yayıncılık biliyorsunuz, ardında zengin bir finans kaynağı yoksa, kitaplar best seller değilse sürdürülmesi oldukça çileli ve güç bir iş. Buna rağmen Mevsimler Kitap, gerek ilgi gören yayımlarıyla gerekse insanlara hizmeti Allah rızası için yapmağa çalışmasıyla, şevkiyle, azmi ve gayretiyle inşallah daha nice güzelim yayınlara vesile olacak. Biz de bu süreçte düşlediğimiz birçok projeyi birlikte hayata geçirme imkanı bulmuş olacağız.
 
Gelelim Hüsmen Ağa’ya…  Öyküde, Hüsmen Ağa, arkadaşı Deli Kervancı’nın desteğiyle, büyük bir savaşın önlenmesine vesile oluyor. Hüsmen Ağa gibi böyle her daim orta yolu tutan ve çatışma yerine barışçıl bir hayata vesile olan kişilere günümüzde ne kadar çok ihtiyaç duyuyoruz. Toplumumuzun bugünkü durumuna çözüm ve yozlaşmanın önüne geçilmesi açısından Hüsmen Ağa gibilerinin çoğalması gerekmez mi?
 
Özellikle çoğalması gerekir. Onu bütün yüreğimizle umud ediyoruz. Hüsmen Aga belirttiğiniz gibi sonuçları feci olabilecek bir çatışmayı önlüyor. İnsanları felaketin eşiğinden çekip alan insanlara daima ihtiyaç var.
 
Kitaplarınızda “tasavvuf ve dervişlik” çoğunlukla ön planda görünüyor. Bu anlamda tasavvuf sizin bir yaşam tarzı sanırım. 
 
Efendim bendeniz derviş değilim. Gerek sosyal medyada gerekse sizinki gibi pek çok dijital iletişim ortamında fakirle ilgili eleştiri, değini, söyleşi veya değerlendirmelerde hep, bir klişe kullanılıyor: “Bir modern zamanlar dervişi…” Keşke derviş olabilseydim. Dervişlik çok zor.Muazzam bir nasib, bir kısmet, bir lütuf... Dervişleri çok seviyorum. Onlara çok özeniyorum. Gıpta ediyorum. Gerçek dervişler tabii çok değil maalesef. Tasavvufun, tarikatın şimdilerde ismi var ama müsemması az. İsminin olmadığı zaman ve yerlerde müsemması çoktu. Bizim tabi irfan geleneğimiz, medeniyetimizin manevî zeminini oluşturageldi. Şimdi de öyle. Hani bir tasnif daha doğrusu sıralama yapılır: Şerifat, tarikat, marifet, hakikat diye… Şeyh-i Ekber, “Hakikat, şeriatın örtüsü veya perdesi değil, bizatihi kendisidir. Şeriata nüfuz etmeyen hakikate de edemez” der. Aslında bu aşamalar dairevidir. Şeriattan başlar, hakikat yine şeriatın üstüne biner yani tarikat, marifet dolaşılır hakikat yine şeriatın tam da üstüne denk gelir. Bir de tabi maalesef, şeriatsız tarikatçiler var. Onlardan uzak durmak lazım. Bütün bunlardan amaç, Âşık Veysel’imizin buyurduğu gibi, “insan olmaktır”. Hani diyor ya: “Veysel bakma sağa sola, sen Allah’tan birlik dile, ikilikten gelir belâ, dava, insanlık davası…” Mesele insan olmaktır. İnsanın ayanına ulaşmasıdır. Bir gönüle girmesidir. Allah’ın, sevdiklerinin, yetimlerinin, yoksullarının, dervişlerinin gönlüne girmektir.
 
Son zamanlarda birçok insan, kitap yazmaya hevesleniyor. Bir kısmı da yayınlatıyor. Genç yazarlara ve yazar adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?
 
Efendim tabii tavsiyede, öğütte bulunmak haddim değil. Ama genç kardeşlerime şunu önerebilirim: Lütfen okurken daha seçici, yazarken daha titiz olsunlar. Yazar olmak, ün kazanmak, para kazanmak, yazının gücünü nefsani amaçlar için kullanmak gibi bir maksat gütmesinler. Hani bilgenin dediği gibi, “bütün bu kitapları yazarken, kitap telif etmek, müellif olmak gibi bir amaç gütmedim. Sadece kalbimi sıkıştıran bir ilhamı aktarmak zorundaydım” diyor ya… Keşke böyle olabilsek efendim. 
 
Son yıllarda, ülkemizde yayıncılık açısından şartlar sanki biraz daha değişti. Kitapların satışları, sanki içeriğinden ve kalitesinden çok, yazarın popülerliği ve şöhreti açısından ilgi görüyor gibi… Çok değerli bazı eserler, sırf popüler olmadığı için, boynu bükük bir şekilde okurlarını bekliyor. Siz, bu hususta neler söylemek isterdiniz?
 
Maalesef, belirttiğiniz gibi, nitelikli, özgün ve faydalı pek çok kitap, bir köşede boynu bükük vaziyette ilgi bekliyor, okurunu gözlüyor. Nitelikli olan popülerleşemez diye bir inanç vardı. Bunun kural bozan pek çok istisnasını gördük, görüyoruz. Dolayısıyla nitelikli ve özgün kitapların daha çok ilgi devşirmesi, daha fazla okunması mümkün ve de gerekli…
 
2020 yılına henüz girmişken, felaketler, ekonomik krizler, savaşlar ve hastalıklar da tüm hızıyla devam ediyor. Dünya bir felakete doğru mu gidiyor, yoksa tüm bunlar, ettiklerimizin bize yansıması mı? Siz, bu hususta neler söylersiniz?
 
Efendim, her musibet, bir günahın, kötülüğün sonucu, bir saadetin de başlangıcıdır, derler. Bugünlerde gerçekten de peş peşe felaket haberleriyle sarsılıyoruz. Gerek ülkemizin gerekse dünyamızın yaşadığı bu üzücü hadiseler –doğrusunu Allah bilir- yaptığımız bazı hatalara, dünyanın zâlim patronlarının günahlarına dayanıyor olabilir. Büyük Yunus, Moğol istilaları döneminde şöyle diyordu:
 
“Gitti beyler mürveti
 
Binmişler birer atı
 
Yediği yoksul eti
 
İçtikleri kan olısar…”
 
O zalimlerden daha zalim bir patronajlığın bugün sanırım sonu geldi. İnşallah bu celal cemale tez zamanda dönüşür. Dünyada ve ülkemizde daha az gözyaşı ve kan akar. Daha doğrusu hiç akmaz olur… İnşallah…
 
Röportaj: Nihan Su / Kaynak: Dünyabizim

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.