İsmail Kılıçarslan: Diyanet İşleri Başkanı yalnızdır
Follow @dusuncemektebi2
Bu mücadelede özelde Ali Erbaş Hoca da yalnızdır, dünyanın tüm diğer Ali Erbaşları da. Çünkü dünyanın elinde kalan tek ve uygulanabilir alternatifin “kullanma kılavuzu” olan Kur’ân’ı savunmaya çalışmak, bu çılgın dünyada bunu sürdürmeye çalışmak “yalnızlık ve nefret” dışında bir karşılık görmemekte, görememektedir.
Azgın azınlığın sessiz ve makul çoğunluğa hükmetmesi neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir mesele. Antik Yunan’da, Roma’da, Mısır’da, cahiliye Mekke’sinde… Her yerde karşımıza çıkıyor.
Kur’ân’ın bize hayatından bahsettiği Hz. Lut’un kavminin hikâyesi de aynı hikâye aslında. Azgın azınlık, sessiz çoğunluğa hükmediyor. Hz. Lut kıssasının bütününden çıkardığımız sonuç şudur: Aslında “eşcinsel ilişki” kavmin bütününe sirayet etmiş, “başat”lık kazanmış bir ilişki değil ancak azgın azınlık, dilediğini yapacak güce sahip olduğu için mesele çığırından çıkıyor ve “Hz. Lut kavminin pek azının yaptıkları yüzünden” helâk kaçınılmaz oluyor.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Hoca, işini yapıp Cuma hutbesinde “Kur’ân’a göre zina haramdır. Eşcinsellik de sapkınlıktır. Kur’ân eşcinselliği lanetler” deyince azgın azınlığın koparttığı fırtına, gücünü hâlihazırda dünyadaki yaygın ve hâkim “söylem”den alan bir fırtına. Ankara Barosu’ndan bilmem ne sivil toplum örgütüne kadar “suç duyurusunda bulunacağız”, “yedi asır öncesinin diliyle konuşuyor” böğürmeleri, cesaretini tam buradan devşiriyor.
Hangi desteği verirsek verelim, “Ali Erbaş Yalnız Değildir” kampanyasını ne kadar köpürtürsek köpürtelim Ali Erbaş yalnızdır. Bu çılgın dünyada Ali Erbaşların heybesine düşen yalnızlıktır.
Ne demek istiyorum? Anlatmaya çalışayım dilim döndüğünce.
Bu çılgın dünya ve onu yöneten azgın azınlık “kadim olandan, sabit olandan, köklü olandan nefret etmeye” ayarlıdır. İster ki insanın ve toplumun hiçbir sabitesi olmasın. Böylelikle “her an yönelimleri değişebilecek/değiştirilebilecek müşteriler” oluşsun dünyanın dört bir yanında ve bu müşterilerin satın alma arzuları hiç eksilmesin. Çünkü bu çılgın dünya için iki temel ilke vardır. Birincisi “müphemiyet”, ikincisi “piyasa devamlılığı.”
Müphemiyet yani belirsizlik, sabiteden nefret eder. Mesela asla faiz alıp vermeyecek bir tek insanın varlığını bile kendisine tehdit olarak görür. Mesela “toplumsal dayanışmayı” ekonomik ranttan bağımsız şekilde sürdürebilen insan topluluklarından tiksinir.
Bu çılgın dünyanın “müphemiyet ilkesi”ni ele veren en önemli mesele ise cinsiyet meselesidir. Sadece cinsiyet kavramının belirsizleşmesi değildir üstelik konu. Artık iş “birey sabah uyandığında kendisini hangi cinsiyette kabul ediyorsa kendini o cinsiyetle ifade etmelidir” yerleşik kalıbından “kişi kendini herhangi bir cinsiyet kalıbıyla tanımlamak zorunda değildir”e kadar ilerledi.
İş burada kalsa yine de bir bakıma “kabullenilebilir” bir durum çıkar ortaya. Yani “azgın azınlık kendini nasıl ifade etmek istiyorsa etsin” deyip geçilebilir. Dikkat isterim: “Geçilmelidir” demiyorum, “geçilebilir” diyorum. Fakat hayır. Sabiteden, ilkeden, “değişmeyecek olan”dan bahseden her metni ve her kişiyi düşmanlaştırmak da neredeyse değişmeyen bir yönelimidir çılgın dünyanın.
Ali Erbaş Hocayı o yüzden hedef tahtasına oturtuyorlar. Ali Erbaş Hocaya destek verenlere o yüzden “trol” deme iğrençliğine düşüyorlar. Çünkü “leş gibi” zihinleriyle “başkasının hakikati yoktur, benim doğrum vardır” diye düşünüyorlar. Olanca saldırganlıkları, olanca züppelikleri, olanca müptezellikleri de tam olarak buradan kaynaklanıyor.
Kur’ân büyük tehlike onlar için. Çünkü “sabiteler manzumesi” bir bakıma. Eşcinselliği “tedavi edilebilir bir hastalık” olarak tanımlayan onarım terapisi yaklaşımını bir şekilde alt edebileceklerini kestiriyorlar. “Aile elden gidiyor” tadında takılan “Hristiyan muhafazakâr kuşak”ı öyle ya da böyle yeneceklerini düşünüyorlar. Modern bilime önünde sonunda “eşcinsellik genetik bir gerçek” dedirtebileceklerini hesaplıyorlar. Fakat Kur’ân’ı yenmek, “sabite”yi yenmek çok zor.
İncil gibi aslında sadece “hadis literatürü” diyebileceğimiz bir metni yenebilmeleri bile 500 yıllarına mal oldu. Kur’ân gibi bir “kale”yi devirmenin ne denli zor olduğunun farkındalar. Ve bundan nefret ediyorlar. O yüzden “kendi hayatlarını yaşamak” yerine kuduz köpek saldırganlığıyla davranıyorlar her fırsatta.
Ve evet, bu mücadelede özelde Ali Erbaş Hoca da yalnızdır, dünyanın tüm diğer Ali Erbaşları da. Çünkü dünyanın elinde kalan tek ve uygulanabilir alternatifin “kullanma kılavuzu” olan Kur’ân’ı savunmaya çalışmak, bu çılgın dünyada bunu sürdürmeye çalışmak “yalnızlık ve nefret” dışında bir karşılık görmemekte, görememektedir.
Sabiteye değil müphemiyete iman etmiş çılgın dünyaya kafa tutmanın bedelini ödetmek istiyorlar bize. Başkası değil.
O zaman şöyle diyelim: Ne mutlu yalnızlara!
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.