Sosyal Medya

Önemli Şahsiyetler

Osmanlı son dönem kültürel birikimini Cumhuriyete aktaran alim: İbnülemin Mahmut Kemal İnal

İbnülemin Mahmut Kemal adını duyunca, yazdığı kıymetli biyografileri sebebiyle, son devir Osmanlı devlet adamları, şairleri, mûsikişinasları ve hattatları aklımıza gelir. Onun kitapları olmasa Osmanlı’nın son devrinde yaşamış pek çok isim unutulabilirdi belki de.



Merhumun kültür ve sanat tarihimize katkıları bununla da bitmiyor. Yazar, tarihçi, edebiyatçı, müzeci ve mutasavvıf olan İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Osmanlı Devleti’ne 33 yıl boyunca çeşitli görevlerde hizmet etmiş. II. Abdülhamid devrinde Yıldız Sarayı Arşivi’nde görev yapmış ve Cumhuriyet devrinde ise arşivin tasnif edilerek Başbakanlığa devredilmesine başkanlık etmiştir. 27 Nisan 1914 yılında Süleymaniye Camii külliyesinde “Evkaf-ı İslâmiye Müzesi” adıyla kurulan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin de kurucusudur.

17 Kasım 1871’de İstanbul’da Beyazıt’ta Mercan Ağa mahallesinde doğdu. Babası, Sadrazam Yûsuf Kâmil Paşa’nın yirmi yedi yıl mühürdarlığını yapmış, Rumeli Beylerbeyiliği pâyeli Mehmed Emin Paşa; annesi, dinî ve ahlâkî terbiyesinde çok şey borçlu olduğu Hamîde Nergis Hanım’dır. Babası, Hz. Hüseyin soyundan gelmekle “seyyid” unvanı ile tanındığı gibi İbnülemin de gerektikçe bu unvanı kullanmıştır. Babasının anne soyunca da Arapkir’de Yûsuf Kâmil Paşa ile akrabadırlar.

Çocukluk yıllarının çok zamanını Yûsuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında geçiren İbnülemin, ilk resmî eğitimine Mercan Ağa Sıbyan Mektebin’de başladı. Bu resmî öğrenim dışında asıl eğitimi küçük yaştan itibaren babasının ihtimamı altında başlamış, daha sonra da konaklarına gelen hocalardan gördükleri cami dersleriyle devam etmiştir. Konaklarına gelen hocalardan en ünlüleri arasında Mehmet Akif’in babası İpekli Mehmet Tahir Efendi de vardı.
 
İbnülemin ayrıca Trabzonlu Hoca Hüsnü Efendi’den tefsir, Sahih-i Buhârî ve Fars edebiyatı okudu. Ünlü hattat Hasan Tahsin Efendi’den hüsn-i hat meşkederek icâzet aldı. Kozan’da bulundukları sırada Süleymaniyeli Fânî Efendi’den Arap ve Fars edebiyatına dair yeni bilgiler kazanırken reji müdürü Leon Efendi sayesinde Fransızcasını ilerletti. Bu arada mutasarrıflık tahrirat kalemine devam ederek resmî muâmelât usullerini ve kalem işlerini öğrendi.
 
 
1892’de Sadâret Mektûbî Kalemi’ne alınan İbnülemin, buradaki başarısı dolayısıyla 1895 yılında Teftîş-i Islâhât Komisyonu başkâtipliğine getirilmiş. Mehmed Said Paşa’nın beşinci sadâretinde onun vaadlerine güvenerek yeniden Sadâret Mektûbî Kalemi’ne dönmüş fakat vaadlerin hiçbiri gerçekleşmemiş, Eyâlât-ı Mümtâze Kalemi’ne gönderilmek istenmiştir. İbnülemin bu durumları gençlik hayatını zehirleyen sıkıntılar olarak ifade eder. Gönderildiği vazifesine kırk gün gitmeyerek evine çekilir.
 
II. Meşrutiyet’ten sonra birtakım ara hizmetler yanında çeşitli komisyonlarda üyelik ve temsilcilik görevleri de verilen İbnülemin, II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi üzerine Yıldız Sarayı evrakının tetkik ve tasnifi ve birikmiş jurnallerin tasfiyesi işine memur edildi (29 Kasım 1911). Çalışmalara üç kişilik bir komisyon olarak başlanmışken bu görev zamanla tamamen ona emanet edildi ve bu evrakları şimdiki adı Başbakanlık Osmanlı Arşivi olan Sadâret Hazîne-i Evrak Dairesi’ne teslim etti.
 
 
I. Dünya Savaşı yılları İbnülemin’in yıldızının parladığı bir devredir. Vakıflara ait sanat eserlerini kaybolmak ve yabancı diyarlara gitmekten kurtarmak gayesiyle Süleymaniye Camii İmareti’nde Evkāf-ı İslâmiyye Müzesi’ni kurdu (27 Nisan 1914). Yerine getirdiği hizmetlerden dolayı kendisine üçüncü rütbeden Osmanlı nişanı verildi. Millî eserlerin korunmasına dair lâyiha ve bununla ilgili nizamnâme de onun kalemiyle son şeklini aldı.
 
İlgisizlikten dolayı bir zamandan beri yok olmaya yüz tuttuğunu gördüğü hat sanatını yaşatma çarelerini düşünen İbnülemin, aynı zamanda tezhip ve klasik cilt sanatlarının da ihyası gayesiyle, Medresetü’l-Hattâtîn’in kurulmasına ön ayak oldu (31 Mayıs 1914). Âsâr-ı Müfîde Kütüphanesi heyetinin en verimli üyesi olarak divan şiirinin üç seçkin simasının divanlarının neşri işini üstlendi.
 
İdarî hayattaki geniş tecrübesi ve tarihî kültür birikimi dolayısıyla sadrazamların, nâzırların kendisinden görüş aldıkları İbnülemin, I. Dünya Savaşı’nın sona erdiği sıralarda barış antlaşması esaslarının belirlenmesi için 11 Kasım 1918’de Hariciye Nezâreti’nde, Harbiye Nezâreti adına müsteşar sıfatıyla Miralay İsmet’in (İnönü) ve diğer nezâret müsteşarlarının da katıldığı fevkalâde komisyonda sadâret makamının temsilcisi olarak görevlendirildi.
 
İzmir’in işgal edildiği 15 Mayıs 1919 günü Fransız askerî makamlarınca, yarım asırdır oturmakta oldukları konaklarının yirmi dört saat içinde boşaltılıp kendilerine tesliminin istenmesi üzerine evlerindeki tarihî eşyanın, zengin kitap ve gazete koleksiyonlarının çoğunu alamadan ailece yuvalarını terk etmek mecburiyetinde kaldılar. Geri döndüklerinde bir buçuk yıl önce ayrıldıkları konağı kapı ve pencerelerine varıncaya kadar sökülmüş, dört duvardan ibaret kalmış halde buldular.
 
 
Bâbıâli Hükümeti son demlerini yaşarken İbnülemin, nihayet Bâbıâli’de en üst kademedeki vazifesi olan Dîvân-ı Hümâyun beylikçiliğine getirildi (1 Ağustos 1922). Bu son vazifesinde olanca dirayetini ortaya koyan İbnülemin'in bu parlak memuriyeti, Anadolu Millî Hareketi’nin iradesi altına giren Bâbıâli’nin lağvı ile 7 Kasım 1922’de sona erdi. Ailece düştükleri maddî sıkıntı içinde bunaldıkları bir sırada kardeşi Ahmet Tevfik’i de kaybetti (3 Mayıs 1923).
 
Bu arada İbnülemin’in inzivaya çekilişine razı olmayan dostları, Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi’nde ona bir memuriyet buldular (22 Eylül 1923). İbnülemin, orada bir araya geldiği edebiyatçılarla yaptığı sohbetlerle biraz teselli buluyordu ancak çok geçmeden Düyûn-ı Umûmiyye bütçesinde kısıtlanmaya gidilmesi üzerine tekrar işsiz kaldı (15 Mayıs 1924).
 
O sırada Maarif Vekâleti müsteşarı bulunan M. Fuad Köprülü, şahsına ve ilmine büyük saygı duyduğu İbnülemin’in Vesâik-i Târîhiyye Tasnif Heyeti başkanlığına gelmesini sağladı (22 Mayıs 1924). Ad ve statü değişikliğiyle Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ne müdür olarak tayin edildi (26 Haziran 1927).
 
 
Üye seçildiği Türk Tarih Encümeni, İbnülemin’in büyük çapta ilmî çalışma ve yayınları için yeni bir sayfa açtı. İlmî vukufunu ortaya koyan eserlerini burada art arda yayımlamaya başladı. Encümen, 15 Nisan 1931’de yerini Türk Tarih Cemiyeti’ne bıraktığı zaman üyelik dışında kaldı. Onun yerini 1935’te Türk Tarih Kurumu alırken de bir daha üye yapılmadı. Üzerindeki son resmî memuriyet olan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi müdürlüğünden 1 Ağustos 1935’te yaş haddi dolayısıyla emekliye ayrıldı.
 
14 Nisan 1935’te annesini kaybeden İbnülemin, ertesi yıl kendisine hac yolculuğu imkânı açmış olan Prenses Hatice Abbas Halim sayesinde hac farîzasını da yerine getirdi (İstanbul’dan hareketi, 23 Mart 1936). Yaşlılığının son on yılında üst üste gelen rahatsızlıklarla bedeni gittikçe çöken İbnülemin bir ameliyat sonrasında 24 Mayıs 1957’de vefat etti. Merkez Efendi Kabristanı’nda 27 Mayıs 1957’de toprağa verilen İbnülemin’in 86 yıllık bir ömrü sadece öğrenmek, araştırmak, yazmak ve memlekete hizmet vermekle geçirmişti.
 
 
İbnülemin, erken yaşlarından itibaren şiire başlamış olmakla beraber basında imzasının görünmesi bu şekilde olmadı. Onun yazı ve basın hayatına girişi gazetedeki yazıları iledir. İlk basılı yazısı “Ömr-i Beşer” adlı uzunca bir makaledir. Yazıları devrin muteber diğer basın organlarında da yer bulmakta gecikmedi. Basın dünyasına girişinin sekizinci ayında artık devrin en önde gelen gazetesi Tercümân-ı Hakîkat’te yazıyordu. Oradaki ilk yazısı, Irak’tan gönderilmiş bir okuyucu mektubuna cevap olarak yazdığı “Umrân-ı Irâk” adlı makalesidir. Kendisini gazeteye bağlayan ve devamlı yazma yolunu açan “Bir Hâlet-i Fizyolokiyenin İzahı” adlı ikinci yazısı oldu.
 
Önceleri makale ve kitapçıklarından bazılarına Emin Paşazâde Mahmud Kemal diye imza atmakta iken daha sonra isminin başına “İbnülemin” künyesini koydu ve o zamandan itibaren bu künye ile meşhur oldu. Ahlâk, terbiye, iktisat ve mûsiki gibi bahisleri ele alan İbnülemin’in yazılarında sosyal konular ağır basmaktaydı. Bir yandan İstanbul’daki gazetelere yazarken bir yandan da Selânik’in başta gelen yayın organlarından Asır Gazetesi ile Edebî Mütâlaa dergisine yazılar yetiştiriyordu. 1896 Ağustos’undan itibaren artık Mütâlaa’nın da yazar kadrosu içindeydi.
 
Bu dönemde kaleme aldığı yazılar, onun fikrî şahsiyetini aksettirdiği kadar roman ve hikâye yazarlığına açılan edebiyatçı tarafını da ortaya çıkarmaktaydı. Bu türe giren eserlerinde sürükleyici ve başarılı bir tahkiye kabiliyeti gösteren İbnülemin, önce “Sabîh” adlı tarihî romanla işe başlayıp daha sonra hissî konular seçerek gözyaşı döktürecek durum ve halleri işlemekten hoşlandığı roman ve hikâyelere yöneldi.
 
İlmi ve eserleriyle büyük bir çalışmanın sahibi olmaktan başka İbnülemin’in tarihî hüviyeti bakımından belirtilmesi gereken birçok yönü de bulunmaktadır. “İslâmiyet Mârifet” başlıklı makalesi ve bunu takip eden İslâm dini, medeniyeti ve ahlâkı hakkında düşüncelerini ortaya koyan diğer yazıları İbnülemin’in İslâm dininin yüceliğini anlatma ve savunma misyonunu üzerine almış bir yazar ve mütefekkir olarak doğuşunun habercisi oldu. Bu yazılarında İbnülemin’in çıkış noktası, İslâmiyet’in terakkiye mâni olduğu yolundaki görüşün bâtıllığını gözler önüne sermek, kendinden önceki dinlere nispetle medeniyete ve insanlık âlemine ne gibi değerler kazandırmış olduğunu ortaya koymaktır.
 
 
Müstesna eserlerinden bazıları şöyle:
 
Kâmil Paşa’nın Sadareti ve Konak Meselesi
Menafiüssavm
Ahlâk
Son Hattatlar (Kemalü'l-Hattatîn)
Ravzatül-Kemal
Hoş Sadâ
Hülâsa-i Ziraat
Son Asır Türk Şairleri
Bir Yetimin Sergüzeşti
Sabih (Hikâye)
 
Müellif: Büşra Pür / Kaynak: Ömer Faruk Akün, “İbnülemin Mahmut Kemal”, TDVİA, c: 21, ss. 249-262.- (https://islamansiklopedisi.org.tr/ibnulemin-mahmud-kemal)
 
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.