Sosyal Medya

Taha Kılınç: Kitap nasıl okunur?

Üstümüze yağmur gibi “kitap okuma listeleri” yağarken, “Bu kadar kitabı nasıl okuyacağız abi?” serzeniş -ve hatta feryadıyla- çok sık karşılaşırım.



Ortadoğu okumaları yaptığımız arkadaş gruplarıyla her oturumumuzda şuna benzer cümleler kurarım ben de: “Şu anda, biz burada hasbihal ederken bile, mutlaka okumamız gereken ama bırakın okumayı, elimizi sürmeye bile imkân ve vakit bulamayacağımız en az 10 ‘baba’ kitap raflarda ve kitap satış sitelerinde yerini aldı. Bu, sadece Ortadoğu için ve şu an için. Bir de başka diğer sahaları ve günün diğer vakitlerini düşünün. Sürekli kitap, dergi, makale... Asla baş edemeyeceğiz.”
 
Üstümüze yağmur gibi “kitap okuma listeleri” yağarken, sıklıkla dile getirilen bir diğer şikâyet de şu: “Okumaya heyecanla başlıyorum, bir süre öyle gidiyor. Sonra heyecanımı yitiriyorum. Günde yüzlerce sayfa okuduğum zamanlardan, haftalarca doğru-dürüst kitap yüzü açamadığım zamanlara savruluyorum. İstikrarı sağlayamıyorum bir türlü!” Günümüzün bol telaşlı ve karmaşalı şartlarında, hepimizin dönem dönem yaşadığı bir hal bu belki.
 
Okumak vazgeçilmez bir eylem olduğuna göre -ki bunda şüphe yok- yönteme dair bazı mühim noktaları hatırlamak ve hatırlatmak yerinde olur. Madem şu koronavirüs günlerinde -en azından teorik olarak- okumak için bolca vaktimiz var, bu vakitleri daha verimli geçirebilme adına…
 
Evvelâ, yayımlanan her kitabı ve yazılı eseri okumaya takat yetiremeyeceğimiz gerçeğiyle yüzleşeceğiz. Yüzlerce yıllık ömrümüz olsa, sürekli okusak ve okumaktan başka bir iş yapmasak bile, kitaplar bizi mutlaka mağlup edecek. Bu gerçeğe teslim olmak bizi sakinleştirecek ve daha rasyonel bir bakış açısına ulaşmamıza yardımcı olacaktır. Hayal kurarken makul çerçeveden uzaklaşıldığında (mesela burada: “Çıkan her kitabı okuyacağım, en azından karıştıracağım”), o hayal insana psikolojik rahatsızlık ve huzursuzluk olarak da dönebilir.
 
İkincisi, “kitap yığma” takıntısının bizi esir almasına müsaade etmeyeceğiz. Köşeye yığılan ve paylaşılmayan her şey, insan için zamanla yüke dönüşüyor. Belli zamanlarda kütüphanemizde elemeler yapmak, ihtiyacı olanlara kitap ulaştırmak, tabir-i câizse “kitap infakı” çok önemlidir. Yaşarken hasis bir şekilde kitaplarını hiç paylaşmayan birçok kimsenin, ölümlerinden sonra kütüphanelerinin yağmalandığını veya yok pahasına el değiştirdiğini çok görmüşümdür.
 
Üçüncüsü: Okumalarımızı “bizi ilgilendirenler” ve “ilgilendirmeyenler” olarak ayırmak da hayatî ehemmiyet taşır. Vaktimiz zaten kısıtlıyken, bir de lüzumsuz vadilerde oyalanırsak, istikameti hepten şaşırırız. Temel İslâm kültürümüze dair okumalar, meslekî formasyonumuz çerçevesinde bilmemiz gerekenler ve hayatı anlamlandırmada bize yardımcı olacak faydalı, öğretici ve keyifli metinler şeklinde bir sıralama yaparak, işimizi biraz kolaylaştırabiliriz.
 
Dördüncü olarak, okuma eylemini sürekli hale getirmek zorundayız. “Her gün mutlaka 30 dakika okuyacağım. Öldüğümde, o günkü okuma ödevim, tabutumun başında yerine getirilecek kararlılıkta hem de. Hiçbir şartta, okumadan gün geçmeyecek” diyebilirsek, “en hayırlı amel, az da olsa sürekli olanıdır” ölçüsünü yakalayabiliriz. İstikrar ve devamlılık, hayattaki her alanda, muvaffakiyetin anahtarıdır.
 
Ve nihayet, okuduklarımızı kalıcı hale getirebilmek için mutlaka kayıt altına alacağız. Kitap özeti çıkarmak, sohbet halkalarında anlatmak, sosyal medyada paylaşmak… Bunun için çok sayıda yöntem mevcut. Okunanları kayıt altına almak, şu mecburiyeti de beraberinde getirecek: Okuduklarımız, kalıcı hale getirilecek kadar önemli ve muhtevalı olacak.
 
Bu böyledir. Usule riayet etmeden yapılan işler, bu isterse okumak gibi faydası asla tartışılamayacak bir şey olsun, istenen neticeyi ve bereketi getirmeyecektir.
 
***
Dikkatli okurların gözünden kaçmamıştır: Yazımın başlığı (orjinali: Bu, böyledir) Mustafa Kutlu üstadımızdan. Öyle duru, öyle öz bir ifade ki, merâmımı kısaca anlatabilmek ve sözü mühürlemek için ödünç alıverdim.
 
***
Ramazan-ı Şerîf, bu sene bizi inziva halinde yakaladı. Şerrin hayr tarafından bakınca, bu aynı zamanda kendimize gelme, aklımızın ve kalbimizin tertibini gözden geçirme, dinginliğe ve sekînete erişme, tefekkür ve tezekkür fırsatı anlamına geliyor. Ve tüm bunlarla beraber, etrafımıza karşı daha fazla hassasiyet ve ilgi… Bu noktada belki de soracağımız ilk soru şu olmalı: “Komşumuz tok mu?” Ama belki ondan da önce: “Halini yakından bildiğimiz kaç komşumuz var?” Komşusu aç iken tok yatmama emri, herhalde “etrafınızda olan-biteni yakından takip edin!” hikmetine mebnî. Şu günlerimiz, bunun için de sıkı bir başlangıç olsun…
 
Hayırlı ve bereketli ramazanlar.
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.