Özel / Analiz Haber
Pandemi, S-400 ve Türkiye-ABD İlişkileri
Follow @dusuncemektebi2
“ABD-Türkiye ilişkisi uzun vadede ele alınması gereken bir dosya olsa da içinde bulunduğumuz günlerde öncelik riskleri en aza indirmek olmalı”
Bugünlerde hepimiz Covid-19 salgını ile yatıp kalkıyor olsak da, dünya dönmeye devam ediyor. Daha da ötesi biz bütün dikkatimizi salgına vermişken, salgın, takip etmeyi bıraktığımız dosyaları da köklü bir biçimde etkileme potansiyeli taşıyor. Bu dosyalardan birisi de ABD-Türkiye ilişkileri. Bu dosyada da bildiğimiz hâliyle yolun sonuna geldiğimiz görülüyor. İlişkileri etkileme potansiyeli bulunan iki gelişmeye ek olarak, Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400 sistemlerini aktive etmesi konusu da hesapları değiştirdi.
İDLİB MUHAREBESİ
Bu gelişmelerden birincisi, Türkiye ve Rusya destekli Suriye rejim güçleri arasında İdlib’de yaşanan ve son yıllarda ilk defa Türkiye ve ABD’yi yakınlaştıran muharebeydi. Çatışma süreci boyunca ABD yönetimi Türkiye’ye güçlü şekilde siyasi destek verirken, kapalı kapıların ardında daha fazlasını taahhüt etti. ABD’de uzunca süredir var olan Türkiye karşıtı söylem yumuşadı ve Türkiye’ye yönelik olumlu söylemler daha fazla duyulmaya başladı. ABD’de asıl heyecan yaratan Türkiye’nin Rusya’dan uzaklaşması ve ABD’nin Türkiye’yi yeniden kazanması için bir fırsat penceresi açılmış olmasıydı. S-400’ler, Barış Pınarı Harekâtı, Doğu Akdeniz’deki gerilim gibi ihtilaflar nedeniyle Türkiye’ye yaptırım uygulama konusu da gündemdeki yerini kaybetti.
Bu süreç, Türkiye’nin konvansiyonel bir savaşta ABD başta olmak üzere batılı müttefiklerinin desteğine duyduğu ihtiyacı da teyit etmiş oldu. Bunun en somut göstergesi, şüphesiz Türkiye’nin ABD’den topraklarına Patriot hava savunma sistemi konuşlandırılmasını talep etmesi oldu. Çok sınırlı bir alanda da olsa İdlib’deki muharebe ayrıca F-35’lerin önemini de ortaya koydu.
F35’ler Türkiye’ye teslim edilmiş olsa, radara yakalanmama özellikleri sayesinde Suriye hava savunma sistemlerini etkisiz hâle getirerek Türk hava kuvvetlerinin de çatışmaya dahil olmasının önünü açmış olabilirlerdi.
KÜRESEL SALGIN-ABD-TÜRKİYE
İkinci ve daha önemli olan gelişme ise şüphesiz 2019 sonunda Çin’in Wuhan Eyaleti’nde ortaya çıkan Covid-19 salgınının kısa sürede küresel bir mahiyet kazanması ve tek tek ülkeleri ama aynı zamanda uluslararası sistemi komaya sokması. Bu küresel salgının ne kadar şiddetleneceği, ne zaman kontrol altına alınıp ne zaman kabul edilebilir sınırlara çekilebileceği, ne kadar can alacağı, küresel ekonomide nasıl bir hasara yol açacağı bilinmiyor.
Bütün bu olan bitenin Türkiye-ABD ilişkileri ile iki açıdan ilgisi var: Öncelikle, hemen her ülkede olduğu gibi ABD’de gündemin birinci, ikinci ve üçüncü sırasını küresel salgın işgal ediyor. ABD medyasına, düşünce kuruluşlarının faaliyetlerine, siyasetçilerin demeçlerine bakarsanız sadece şunu görürsünüz: Küresel salgın ve Trump yönetiminin salgına karşı söylem ve politikaları. Bu da, ABD Başkanı Trump’ın Türkiye’ye karşı dosyaları çekmecede tutma yaklaşımını kolaylaştırıyor ki, Türkiye’ye zaman kazandıran bu gelişme elbette ikili ilişkiler açısından da çok olumlu.
Ancak salgının ABD’de ikinci bir etkisi oldu ki, o pek olumlu değil. Herhâlde tarihin en iyi yöneticisi veya yönetici kadrosu gelse, Covid-10 gibi bir salgını az hasarla ve herkesi memnun edecek bir yaklaşımla defedemez. Bu her ülkedeki mevcut yönetimlerin şanssızlığı. Ancak böyle bir problem en azından bir ciddiyet ve farkındalık gerektirirdi ki, Trump bunun tam tersi bir yaklaşımı kameraların önünde haftalarca sergiledi. Trump’ın bu rehaveti özgüven olarak algılanmış olacak ki, başlangıçta Amerikan seçmeninin çoğu tarafından onaylanıyordu. Ancak salgının sonuçları ortaya çıkmaya başlayınca eğilim tersine döndü ve Trump yönetiminin krizi yönetme biçimine yönelik onayı düşmeye başladı. Bu ortamda Demokrat Parti’deki tüm dağınıklığa rağmen Trump’ın bu senenin Kasım ayında yapılması planlanan seçimleri kaybetmesi göz ardı edilemeyecek bir olasılık olarak ortaya çıkıyor.
Bu, Washington’da tüm yumurtaları Trump’ın sepetine koymuş olan Türkiye için elbette kötü bir haber. Böyle bir ortamda olası bir Biden yönetiminin, örneğin CAATSA yaptırımlarını uygulamamak için Trump gibi siyasi sermaye harcamasını beklememeli.
Birkaç ay ötesini bile görmenin zor olduğu bir ortamda sekiz ay sonra yapılacak ve üstelik kimin kazanacağı belli olmayan bir seçimin sonucu ile ilgili kaygılanmak gereksiz görülebilir. Ancak tehdit kapımızda sekiz ay sonrasında değil. Zira ABD siyasi sisteminde görevdeki bir başkanın popülaritesinin azalması ve hele kaybetme olasılığının ortaya çıkması durumunda iktidar partisinin özellikle kendisi de seçime girecek olan Kongre Üyeleri yavaş yavaş Başkan’dan uzaklaşır, bunu da bazı konularda Başkan’dan farklı pozisyon alarak yaparlar. Bunu yaparkenki hedefleri Başkan’ın popülarite erozyonunun kendilerine sirayet etmemesidir.
TÜRKİYE’NİN ÖNÜNDEKİ SEÇENEKLER
Peki, geleceğe yönelik belirsizliklerle dolu böyle bir ortamda Türkiye ABD’ye yönelik nasıl bir politika izlemeli? Soruyu biraz daha spesifikleştirecek olursak, S-400’leri daha önce ilan edildiği gibi Nisan ayında aktive etmeli mi, etmemeli mi? Birinci seçenek, hemen her ülke gibi ABD’nin de küresel salgının sonuçları ile başetmekten başka bir şey düşünemediği bir ortamda S-400’leri aktive edip ABD’nin tepkisiz kalmasını beklemek. Başarılı olması durumunda, ki yabana atılır bir olasılık değil, Türkiye S-400’leri satın almanın ötesinde operasyonel hâle getirmiş ve F-35 programının dışına çıkartılmaktan başka, olumsuz bir sonuçla karşılaşmamış olur.
Tabiî yaptırım konusu sadece ötelenmiş olur ama ABD’de seçimlerdi, yeni yönetimin oluşmasıydı derken, bir yıla yakın zaman kazanılmış ve o zamana kadar da köprünün altından çok sular akar. Bu yaklaşımdaki zayıf nokta ise ABD’de şu anda Türkiye’ye yönelik görülen olumlu yaklaşımın aslında büyük ölçüde İdlib’deki muharebeden sonra Türkiye’nin Rusya’dan uzaklaşıp ABD’ye yaklaşma beklentisi olması. Bu beklenti ortadan kalktığı an, hayal kırıklığının verdiği öfke ile Senato’dan bir yaptırım kararı çıkması o kadar da uzak bir ihtimal değil. Küresel salgın sonucu ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik konjonktürde bir de ABD yaptırımını kaldırıp kaldıramayacağımız ise okurun takdiri.
İzlenebilecek bir diğer yol ise İdlib muharebesindeki dinamiklerden yola çıkarak ABD ile yaşadığımız S-400 sorununu dondurmak olabilir. Şu anda Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en yakın ve açık savaş riski Rusya destekli Suriye rejim birlikleri ile. TSK’nın envanterine alınmış olan S-400’lerin ise operasyonel hâle getirilmeleri durumunda Rus ve Suriye uçaklarına karşı etkili olup olmayacakları ise bir muamma. Türkiye bu veriler ışığında ABD ile kendisinin S-400’leri bir yıllığına aktive etmemesi karşısında, ABD’nin de Türkiye’ye bir yıllığına Patriot konuşlandırmasına dayanan ve karşılıklı mutabakatla süresi uzatılabilecek bir anlaşma yapabilir. Böyle bir anlaşma ile zaman kazanmakla kalmaz, bu olumlu dinamiği kullanarak ABD ile diğer dosyalarda da ilerleme sağlayabilir. Daha da önemlisi Trump’ın kaybetmesi veya zayıflaması olasılığını gözönünde bulundurarak, Washington’daki ilişkilerini çeşitlendirmek için zaman ve zemin kazanmış olur.
Tabiî kazanılan zaman, stratejik çerçevesi güncelliğini yitirmiş, karşılıklı şüphelerin zehirlediği ve konjonktürel gelişmelerin etkisine açık Türkiye-ABD ilişkisinin yeniden rayına oturmasını garanti etmez. Hatta bu zaman iyi değerlendirilmezse, büyük olasılıkla daha büyük bir krize kadar mola verilmiş olur. Öte yandan, ABD-Türkiye ilişkisi uzun vadede çok daha kapsamlı olarak ele alınması gereken bir dosya olsa da, içinde bulunduğumuz günlerde öncelik, riskleri en aza indirmek olmalı. Bu yazının kaleme alındığı sıralarda, Erdoğan ve Trump’ın bir telefon görüşmesi gerçekleştirmelerinden bir sonraki gün, uluslararası basında üst düzey bir Türk diplomata atıfla Türkiye’nin Covid-19 salgınının yarattığı güçlükler nedeniyle S-400’lerin operasyonel hale getirilmesini erteleyeceği haberi gündeme geldi. Haberin gerçeği yansıtıyor olması durumunda Ankara’nın S-400 sorununu dondurmak yönünde bir tercih yaptığını da söyleyebiliriz.
KİMDİR?
Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme bölümünden mezun olan Özgür Ünlühisarcıklı, Koç Üniversitesi’nde yüksek lisansını tamamladı. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) Kaynak Geliştirme Bölümü Müdürlüğü, ARI Hareketi direktörlüğü gibi görevlerde bulunan Ünlühisarcıklı, German Marshall Fund Ankara Direktörü.
Kaynak: Karar-Görüş
Henüz yorum yapılmamış.