Sosyal Medya

Yasin Aktay: Çağın idraki meselesi

Asrın idraki meselesine gelince, bu konudaki eleştirilerin zımnında şu kabul vardır: Asrımızın idraki, Kur’an’ın nazil olduğu asra hem zaman olarak uzak hem de dini anlayış olarak uzaktır ve bir idrake Kur’an’ı söyletmenin tek yolu o idrake uymaktır.



Ä°slam dünyasının modern dünyada maruz kaldığı ataletin hem teÅŸhisi ve tespiti hem de o ataletten çıkış için 19. yüzyıldan itibaren çok sayıda Müslüman çok ÅŸey söyledi. Bu söylenenler arasında teÅŸhis ve tedavi yolu konusunda çok ufuk açıcı, çok isabetli olanları da oldu. Ancak muhtemelen hiçbirisi Mehmet Akif Ersoy’un ÅŸu meÅŸhur “DoÄŸrudan doÄŸruya Kur’an’dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz Ä°slam’ı” dizelerinden daha fazla iddialı ve daha fazla Müslüman kalbine dokunanı, hatta silkip uyandıranı olmamıştır.
 
Akif bu dizelerin öncesinde “Yedi yüz yıllık eserlerle bu dînin hâlâ, Ä°htiyâcâtını kâbil mi telâfı? Aslâ” derken, sonrasında da, “Kuru da’vâ ile olmaz bu, fakat ilm ister; Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster?” de diyordu. Bununla aslında teÅŸhis ve tedavi yolunu bilmenin bir ÅŸey ancak bunun uygulamasının baÅŸka bir ÅŸey olduÄŸunu, neticede bir irade, bir inisiyatif ve bir liyakat gerektirdiÄŸini söylüyordu, böylece kuru bir teÅŸhisin de hiçbir zaman yetmediÄŸini.
 
Tabi Akif’in bu sözleri yıllarca Türk Ä°slam düÅŸüncesinin önemli sloganlarından biri haline gelmiÅŸ, kimilerini de tabii ki bir sloganın ötesinde ciddi anlamda düÅŸündürmüÅŸ, motive etmiÅŸtir.
 
Bir çok kesim ise “asrın idraki” deyimine takılmıştır. Akif “asrın idrakine Ä°slam’ı söyletmekle” ne demek istemiÅŸ olabilir? Bu soruyu bir ÅŸüpheyle, bir entelektüel tecessüsle soran bir kesim var ki, neredeyse Akif’i asrın malum idrakini baz alıp Ä°slam’ı ona uydurmaya çalışmakla suçlayacak noktaya getirir iÅŸi.
 
DoÄŸrusu kim ne derse desin, idrak meselesi aslında çaÄŸdaÅŸ Ä°slam düÅŸüncesinin etraflıca yüzleÅŸmesi gereken önemli bir konu. Farklı asırların farklı idrakleri var mıdır? Bu idrakler arasındaki fark Ä°slam’ın söyleminde de bir farklılaÅŸma oluÅŸturmak zorunda mıdır?
 
Akif’in bu dizeleri ise, sadece edebi deÄŸeri dolayısıyla deÄŸil, aynı zamanda Akif’in ÅŸahsının ve mücadelesinin, çaÄŸdaÅŸ Ä°slamcılık için temsil ettiÄŸi bütün konumlar dolayısıyla beÅŸer idraki ile vahyin karşılaÅŸmasının mahiyetine dair tartışmalar için önemli bir baÅŸlangıç noktası olabilir. Mehmet Akif’i asrın idrakine gereÄŸinden fazla prim vermekle, hatta böylece reformist olmakla eleÅŸtirenler, muhtemelen onun Abduh ve Efgani’ye olan yaklaşımlarını da bilerek, bu sonuca varıyorlar. Oysa Akif sözkonusu ÅŸahısların her görüÅŸüne körü körüne uyacak bir ÅŸahıs deÄŸil, üstelik onlara atıf yaptığı yerlerde bile onları eleÅŸtirmekten geri durmuyor, ama bu ayrı bir mesele ve ayrıca ele almak lazım.
 
Asrın idraki meselesine gelince, bu konudaki eleÅŸtirilerin zımnında ÅŸu kabul vardır: Asrımızın idraki, Kur’an’ın nazil olduÄŸu asra hem zaman olarak uzak hem de dini anlayış olarak uzaktır ve bir idrake Kur’an’ı söyletmenin tek yolu o idrake uymaktır.
 
Oysa “idrake bir ÅŸey söyletmek” demenin neden zorunlu olarak o “idrake uymak” olduÄŸu düÅŸünülüyor sorusu sorulmuyor bile. Kaldı ki Kur’an indiÄŸi dönemde farklı bir ÅŸey mi yapmıştır? O dönem de mesela önce Mekke halkının sonra Medine ve bilahare geniÅŸ alemlerin idraklerine Ä°slam’ı söyletmiÅŸ olmadı mı? Neticede Kur’an’a muhatap olan bir insan idraki vardır. Ä°nsanların Kur’an’la muhatap olduklarında ilk anda idraklerinden feragat etmelerini mümkün kılan bir iletiÅŸim biçimi veya bir anlama süreci yok ki. Her neslin, her asrın hatta bir yere kadar her bireyin kendi fani idraki vardır ve Kur’an neticede bu fani idrake muhatap olur. Neticede Kur’an’da “her kavme o kavmin diliyle” hakkı söyleyen bir elçinin gönderildiÄŸi buyurulur. Bu, hakkın veya hak kelamının deÄŸiÅŸtirildiÄŸi anlamına gelmiyor, o dil ve idrak içinde de o sözün karşılığının en uygun dilde ifade edilmesi, anlamına geliyor.
 
Bu deÄŸiÅŸim payı bilinmediÄŸinde bir dönem hak kelamının beÅŸeri yorumları baÅŸka zamanlar için kutsallaÅŸtırılmış ve onun yerine geçirilmiÅŸ olur. Bu açık gerçeÄŸi görmek için tarihselcilerin Kur’an’ın bir çok içeriÄŸinin tamamen indiÄŸi tarihsel dönemle mukayyet olduÄŸunu ve ÅŸu an için bize bir ÅŸey demiyor olduÄŸu yönündeki iddialarını elbette kabul etmek gerekmiyor. Ancak Kur’an’ın zamanla, tarihle, toplumsal baÄŸlamlarla mukayyet olmayan mutlak ilim sahibi Allah tarafından vahyedilmiÅŸ olması, onunla muhatap olanların hepsinin de mutlak bir idrake sahip oldukları anlamına gelmiyor.
 
Ä°ÅŸin doÄŸrusu, ilk dönem Müslümanları arasında bile Kur’an’a muhatap olan farklı bireysel idrakler arasında tam bir eÅŸitlik varsaymak mümkün deÄŸildir. Tabii ki, Kur’an’ın muhatap olduÄŸu zihinlerde ve kalplerde bir etki farkı o zaman da olmuÅŸtur ki, arada yaÅŸanan onca tarihsel fark içinde çok daha fazlası olmuÅŸtur. O yüzden Kur’an’a muhatap olan ve neticede Ä°slam’ı söyleyecek olan idraklerin tarihsel koÅŸullarına vurgu yapmak, tarihselci yaklaşımdan farklı bir ÅŸeydir ve bunun ehemmiyeti asla gözardı edilemez.
 
Aslında ilginç bir biçimde “asrın idrakine Ä°slam’ı söyletme” misyonunu eleÅŸtirenler, muhtemelen farkında olmadan, Kur’an’a her zaman muhatap olmaya hazır tarihsiz, toplumsuz, tabula rasa (algıladığını olduÄŸu gibi kaydeden boÅŸ levha) gibi iÅŸleyen veya bir tür “süper idrak” varsaymış oluyorlar. Bu durumda kendilerinin bu idraklere Ä°slam’ı kabul ettirmek için hiçbir çaba sarf etmeleri gerekmeyecektir. Ä°slam’ı idraklere kabul ettirme konusundaki bu tuzu kuruluÄŸun Ä°slam adına kaçınılmaz bir siyasetsizlik ve eylemsizlikle de buluÅŸması mukadder oluyor. Bir nevi mutlak bir bilgi kaynağı olan Ä°slam adına beÅŸerce üstlenilen haksız bir mutlaklık konumu.
 
Oysa Akif’in bahsettiÄŸi ÅŸey o idrake bulduÄŸu haliyle Ä°slam’ı uydurmak deÄŸildir, ona Ä°slam’ı söyletmektir. Ä°slam’ı söyleyen idrak, MüslümanlaÅŸmadan söylemeyecektir, yani deÄŸiÅŸecektir. Ve neticede Ä°slam’ı söyleyecek idrak bu asrın idrakidir. Yoksa bizim baÅŸka asırlarla ne iÅŸimiz olabilir ki?
 
YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.