Özel / Analiz Haber
İbrahim Kalın: Korkunç Türk, Muhteşem Osmanlı
Follow @dusuncemektebi2
Avrupa, Türkleri İstanbul’un fethinden dolayı hiç bir zaman affetmedi. Nitekim II. Pius adıyla Papalık koltuğuna oturan Enea Silvio Piccolomini, İstanbulun fethiyle ilgili şöyle der: Avrupalı yazarlar, Türklerin yükselişini izah etmek için sayısız girişimlerde bulunacak, sonlarının gelmesi için de en beklenmedik tarihi kurgulara başvuracaklardır.
Her ne kadar Fatih Sultan Mehmed Ä°stanbul’u fethettiÄŸi için Avrupa’nın zihin haritasına köklü bir ÅŸekilde kazınmışsa da “Osmanlı’nın ihtiÅŸamı”nı temsil eden asil tarihî ÅŸahsiyet, Kanunî Sultan Süleyman’dır. Ä°ncil’deki büyük peygamberlerden Hz. Süleyman’la adaÅŸ olan Süleyman, ‘Kanunî’ yani kanun-koyucu sıfatıyla ÅŸöhret salmıştı ve bu, onu Justinian gibi büyük Roma imparatorlarıyla aynı mertebeye koyuyordu. Fakat onun Batı dillerinde bugün de en çok bilinen ismi “MuhteÅŸem Süleyman”dır.
1520-1566 yılları arasında uzun bir süre Osmanlı tahtında oturan Kanunî, ülkesinin zenginliÄŸi, ordusunun gücü ve topraklarının büyüklüÄŸüyle Avrupa’nın hem korku hem de tutku nesnesi haline gelir. Montaigne ve Bodin gibi Avrupalı düÅŸünürler, Kanunî’nin adaletini örnek bir siyasî erdem ve model olarak anlatırlar.(39) Tîtian, ünlü Kanunî portresini kendisine ulaÅŸan bilgi ve tasvirlerden hareketle çizer. Hayranlık ve korku duyguları çaÄŸrıştıran Osmanlı sultanı, Ä°skender ve benzeri büyük komutanlar gibi vakar ve haÅŸmet içinde tasvir edilir. O herhangi bir kayzer, sultan yahut padiÅŸah deÄŸil, MuhteÅŸem Süleyman’dır. Bunun en çarpıcı ifadelerinden birini, Melchior Lorichs’in ünlü Kanunî gravüründe görürüz. 65 yaşındayken çizildiÄŸi tahmin edilen bu gravürde Sultan Süleyman, zayıf ve ince yüzlü, yüz hatları net ve keskin, sakallı,başında büyük bir sarık ve üstünde sade bir elbiseyle tasvir edilmiÅŸtir. Portrenin altında Arapça olarak güzel bir hatla yazılmış “es-Sultân ibni’s Sultani’s Sultân Süleyman-Åžâh ibni’s-Sultân Selim Hân azza nasrahu” ibaresi yer alır. Bunun altında üç satır halinde Latince bir ibare vardır. Kanunî Sultan Süleyman, Avrupalı ressam Lorichs’in çizgilerinden dünyaya muhteÅŸem bir dinginlik ve derinlik ile bakar.
Melchior Lorichs’in Kanuni Gravürü
Bu dönemde Avrupa, Osmanlı medeniyetine, devlet düzenine ve refahına hayranlık duymakta, ama Osmanlı’nın kılıcından ve fetihlerinden korkmaktadır. 16 ve 17. yüzyıllarda Orta Avrupa siyasetini belirleyen temel amil, Osmanlı’nın kiminle ittifak kurduÄŸu ve kimi düÅŸman ilan ettiÄŸidir. Avrupa siyasetinin Osmanlı esas alınarak ÅŸekillenmesi, bu dönemde ÅŸaşılacak bir durum deÄŸildir. Fransızlar, Almanlar, Ä°ngilizler, Habsburglar, Ruslar, Macarlar, Sırplar ve diÄŸer Balkan ve Avrupa milletleri kendi siyasetlerini belirlerken Osmanlı’nın jeo-politik hamlelerini her daim dikkate almak zorundaydı.
Bunun tezâhürlerini sosyal ve dinî hayatta da görüyoruz. Ä°stanbul’un fethinden sonra alarma geçen dinî çevreler, Hristiyanları daha fazla dua etmeye çağırır. Kilise ve manastırlarda yaklaÅŸan Türk tehlikesine karşı toplu dualar edilir. Almanların Türkenglocken olarak bildiÄŸi ‘Türk çanları’, günde üç defa çalar ve Hristiyanların günde en az üç defa Rabbin Duası’nı yapmalarını ve Ä°slâm’a karşı kendilerini tezkiye etmelerini salık verir.(41)
Kanunî’nin 1526’da Mohaç Savaşı’nı kazanarak bugünkü Macaristan topraklarını alması ve 1529’da Viyana’yı kuÅŸatması, Ä°stanbul’un fethinden sonra Avrupalı kralların, din adamlarının ve yazarların dikkatini tekrar Osmanlı Devleti’ne ve Türklere yöneltir. Türklerin bu önlenemez ilerleyiÅŸi, Avrupa’da Protestanlık’ın ortaya çıkması gibi iç çatışmalarla aynı zaman diliminde gerçekleÅŸir ve bu, pek çok idarecinin, din adamının ve yazarın iç ve dış tehditler hakkında uzun deÄŸerlendirmeler yapmalarına neden olur.
Hem Martin Luther’e karşı Katoliklik’i savunan din adamları hem de Vatikan’a karşı ÅŸüpheci bir tavır içinde olan hümanist yazarlar, Osmanlı-Türk tehdidi konusunda ittifak halindedirler. Ä°ster dinî ister hümanist bir zaviyeden bakılsın, Hristiyan Avrupa, Türk tehdidi karşısında birlik ve beraberlik içinde olmalıdır. Fakat bu birliÄŸin nasıl saÄŸlanacağı en büyük ihtilaf konusudur. 16. ve 17. yüzyıl Ingiliz edebiyatı, bu tartışma ve çekiÅŸmelerin örnekleriyle doludur.(42 )
………….
ModernliÄŸe DoÄŸru Türk Ä°majı
Avrupa, Türkleri Ä°stanbul’un fethinden dolayı hiç bir zaman affetmedi. Nitekim II. Pius adıyla Papalık koltuÄŸuna oturan Enea Silvio Piccolomini, Ä°stanbulun fethiyle ilgili ÅŸöyle der:
GeçmiÅŸte biz Asya ve Afrika’da yani yabancı ülkelerde yara aldık. Fakat bu sefer kendi topraklarımızda, kendi evimizde, Avrupa’da hücuma maruz kalıyoruz. DoÄŸru, Türkler Yunanistan’a Anadolu’dan çok zaman önce geçtiler; MoÄŸollar Avrupa’ya kadar geldiler ve Araplar, Cebel-i Târık BoÄŸazı üzerinden Ä°spanya’tun belli bölgelerini ele geçirdiler. Fakat biz bugüne kadar Konstantinopol ile mukayese edilebilecek hiçbir ÅŸehir ya da mevzii kaybetmedik.(96)
Bizans’ın gözdesi, DoÄŸu’nun Roması Ä°stanbul’un kaybı, fetih tarihinden yüzlerce yıl sonra öfke, hüzün ve serzeniÅŸle hatırlanmaya devam edecektir.
Kanuni Sultan Süleyman
Avrupalı yazarlar, Türklerin yükseliÅŸini izah etmek için sayısız giriÅŸimlerde bulunacak, sonlarının gelmesi için de en beklenmedik tarihi kurgulara baÅŸvuracaklardır. Bu yönelimin en renkli örneÄŸi, Tamburlaine (Timurlenk) adlı oyununu 1587 yılında yayınlayan Christopher Marlowe’dur. Marlowe, ünü Avrupa’ya kadar ulaÅŸan MoÄŸol komutam Tımurlenk’i oyununun baÅŸ kahramanı yapar ve ona “aÅŸağılık Türkleri” yeryüzünden silme görevini verir. MoÄŸolların Türkler karşısındaki askerî baÅŸarısı, Avrupa için bir tesellidir. öte yandan Marlowe, bir Rönesans adamıdır: Onun için tarihe yön veren ÅŸey, dini fikirler yahut Ä°lâhî müdahaleler deÄŸil, liderlerin sahip olduÄŸu güç, azim ve yetenektir.
Marlowe’un Tımurlenk’i, askerlerine Türklerin Kur’ân’ını yakmasını emreder ve ÅŸöyle haykırır: “Ä°nsanların boÅŸu boÅŸuna Muhammed’e taptıklarını görüyorum/Halbuki benim kılıcım milyonlarca Türkü cehenneme göndermiÅŸ/Bütün din adamlarını, akrabalarını ve dostlarını katletmiÅŸtir/Buna raÄŸmen Muhammed bana dokunamamıştır”.(97) Bir Budist/ÅŸaman olan Tımurlenk, böylece Avrupa ve Hristiyanlık adına Türklerden intikam alan bir kahraman haline gelir. MoÄŸol barbarlığı, Avrupa için bir intikam aracıdır.
Tersine çevrilmiÅŸ barbarlık teması ve buradan doÄŸan “barbar Türk” imajı, ünlü Fransız edibi ve Rönesans düÅŸünürü Francois Rabelais’in Pantagruel (1550) adlı epik eserinde zirveye ulaÅŸacaktır.
Eserin kahramanı Pantagruel, öÄŸrencisi Panurge’ye, Türklerin eline nasıl esir düÅŸtüÄŸünü ve sonra nasıl kurtulduÄŸunu anlatmasını söyler. AteÅŸle iÅŸkence yapmanın Ä°slâm’da yasak olduÄŸunu bilmeyen ve hayal gücünü zorlayana Rabelais, kahramanının aÄŸzından Türklerin nasıl iÅŸkence yaptıklarını ve vahÅŸeti bir zevke dönüÅŸtürdüklerini anlatır. Kendisi de bir doktor olan Rabelais’in “tabiplerin prensi” olarak bilinen Ä°bn Sina’yı okumuÅŸ olmasının, onun Ä°slâm algısında herhangi bir iyileÅŸmeye neden olmadığı anlaşılıyor. Ne de Rabelias’in “Rönesans hümanizmi” bir fayda saÄŸlamış görünüyor.
Bu Türk imajı, biraz daha yumuÅŸatılmış bir ÅŸekilde, Ä°ngiliz dilinin en büyük ÅŸairi Shakespeare’de de ifadesini bulacaktır. BeÅŸinci Henry oyununda Ingiltere Kralı Henry, Fransız Kralının kızı prenses Katherine’le evlenmek ister. Amacı, iki ülkeyi birleÅŸtirmektir. Evlilikleri, bu birlikteliÄŸi ebedîleÅŸtirecektir. Zifaf gecesinin iki kutsal gün arasında olmasını planlayan Henry, Katherine’e amacını doÄŸrudan ve açıkça söyler:
“Sen ve ben, Aziz Denis ile Aziz George günleri arasında, yarı Fransız, yarı Ä°ngiliz bir çocuk vücuda getirsek ve (o çocuk) Konstantiniyye’ye (Ä°stanbul’a) gidip Türk’ü sakalından yakalasa!” Ä°ster siyasette, ister dinde, isterse de tiyatroda olsun, Osmanlı-Türk imajı, Avrupa’nın hemen her alanında karşımızda çıkar.
Rönesans ve Reform hareketlerinin Avrupa tarihine damgasını vurduÄŸu 16. ve 17. yüzyıllar, bazı yönlerden yeni algılama ve iliÅŸki biçimlerinin ortaya çıktığı, bazı yönlerden ise tevarüs edilmiÅŸ önyargıların güçlendiÄŸi bir dönemdir. 1258’de MoÄŸolların Abbâsî Devleti’ni sona erdirmesiyle baÅŸlayan süreç, Arap siyasî ve kültürel gücünün gerilemesine, buna karşı Türk gücünün belirleyici bir unsur haline gelmesine neden olmuÅŸtur. Rönesans’ın vadettiÄŸi akılcılık, bilimcilik ve hümanizm, modern dünyanın doÄŸuÅŸuna zemin hazırlamış; fakat bu arada Ä°slâm, Müslüman ve giderek Türk algısının çerçevesini de belirlemiÅŸtir. Avrupa ve Osmanlı, Batı ve Ä°slâm dünyası, modern dünyaya bu tarihi yükü taşıyarak girmiÅŸtir.(98)
‘Türk despotizmi’ kavramı, bu algı biçiminin siyaset felsefesindeki önemli ifadelerinden biridir. Despotizm kelimesini ilk defa 1748’de Kanunların Ruhu adlı eserinde kullanan Montesquieu’ye göre, bu rejimde “hiçbir kanuna kurala baÄŸlı olmayan bir tek kiÅŸi, her ÅŸeyi kendi iradesine ve kaprislerine gör yönetir”. Asya’da yaygın olan bu yönetim biçiminin tarihteki en belirgin örneÄŸi, ona göre Osmanlı Devleti’ydi. Osmanlı hakkındaki bilgilerini daha ziyade dönemin seyyahlarının yazdıklarından devÅŸiren Montesquieu, despotizmin Müslümanların inanç sistemlerine en uygun yönetim tarzı olduÄŸuna inanıyordu. Ona göre, “padiÅŸaha tebası tarafından tapılmaktadır” ve “onu bir Tanrı gibi görmelerine neden olan bir tür putperestliÄŸin” varlığı bu sonucu doÄŸurmuÅŸtur.
Zihnindeki muhayyel Osmanlı modelini ‘despotizm’ kavramını temellendirmek için kullanan Montesquieu, Osmanlı’daki hukuk sisteminden, ÅŸeriattan, padiÅŸahın gücünü sınırlayan ve denetim görevi gören divan, ulemâ, meÅŸâyih, ordu ve halk gibi kuvvetlerden hiç bahsetmez. Alman düÅŸünür Herder de Montesquieu’nün izinden gider ve Türklerin despotik bir düzene sahip olduÄŸunu, bu yüzden fethettikleri topraklardaki büyük sanat eserlerini takdir edemediklerini ileri sürer.”
Montesquieu’nun bu temelsiz ve abartılı iddiasına cevap beklenmedik bir kalemden, Voltaire’den gelir. 1756 tarihli, Töreler Üzerine Deneme adlı eserinde Voltaire, Türk despotizmi kavramına ÅŸiddetle karşı çıkar: “Yanlış! Burada Türk hükümetinin despotik adı verilen saçma bir yönetim tarzına sahip olduÄŸu, insanların hepsinin sultanın kölesi olduÄŸu, kendilerine ait hiç bir ÅŸeyleri olmadığı, canlarının ve mallarının efendilerine ait olduÄŸu konusundaki ön yargıyı yıkmam gerektiÄŸine inanıyorum…”. Gururlu Türklerin törelerinin acımasız olduÄŸu doÄŸrudur, der Voltaire.
Bu yüzden diÄŸer milletleri küçük görürler. Fakat Montesquieu’nun iddia ettiÄŸi gibi Osmanlı kanunları “bir tek kiÅŸinin kaprisleri uÄŸruna binlerce adamı, zevk için beslenen yabanî hayvanlar gibi yok etmesine izin verecek” bir yapıda deÄŸildir. PadiÅŸahın da Kur’ân’ın ortaya koyduÄŸu temel kurallara uymak zorunda olduÄŸuna dikkat çeken Voltaire, Osmanlı’da özel mülkiyetin bulunduÄŸunu ve bu yüzden veraset kanunlarının yürürlükte olduÄŸunu söyler. Dahası, Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu farklı din, dil ve etnisiteye sahip ‘otuz farklı halktan oluÅŸmuÅŸtur’. Böyle bir devletin, Montesquieu’nun hayal ettiÄŸi türden bir despotizmle yönetilmesi asla mümkün deÄŸildir.(100)
Daha önce karşımıza çıkan Büyükelçi Ogicr de Busbecq, Montesquieu ve Voltaire’den iki asır önce bu konulara deÄŸinmiÅŸ ve Avrupalıların Türk kültürünü ve Ä°slamı daha kolay anlaması için çeÅŸitli mukayeselerde bulunmuÅŸtur. Busbecq, köleliÄŸe karşı çıkar ama Osmanlı’da kölelere adil ve merhametli davranıldığını söyler. Avrupa’da yaygın olan “Aristokratlar, kralların despot olmasına engel olur; bu yüzden aristokrasi sınıfı gereklidir” iddiasını temelsiz bulur. Ona göre Osmanlı Devleti, böyle bir sınıfın çıkar ve taleplerine mecbur olmadığı için halka karşı daha adil davranabilmektedir (101)
Türkler ile Avrupalıların 19. ve 20. yüzyıllardaki iliÅŸkilerine ileride tekrar deÄŸineceÄŸiz. Osmanlı’nın yıkılışından Ä°stiklal Harbi’ne, Türkiye’nin NATO’ya girmesinden AB üyelik sürecine ve Avrupa’da yaÅŸayan milyonlarca Türk’ün varlığına kadar çok geniÅŸ bir yelpazeye yayılan bu tarih, hem Türklerin hem de Avrupalıların ‘ben’ tasavvurunu ve ‘öteki’ algısını belirlemeye devam ediyor. Bunun çarpıcı örneklerinden birini, 1947 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Fransız ÅŸair ve yazarı Andre Gide’de buluyoruz. 1914 te Ä°stanbul ve Konya’yı ziyaret eden Gide, Avrupa merkezci bir kültürel üstünlük duygusuyla kaleme sarılır:
Konstantiniyye (Ä°stanbul) bütün önyargılarımı doÄŸruluyor ve Venedik le beraber kiÅŸisel cehennemime dahil oluyor. Bir mimari eseri, bir caminin cephesini takdir etmeye baÅŸladığınızda, (aynen ÅŸüphelendiÄŸiniz gibi) onun Arnavut yahut Ä°ranlı olduÄŸunu öÄŸreniyorsunuz … Türk kıyafetleri aklınıza gelebilecek en çirkin kıyafetler; doÄŸrusunu söylemek gerekirse (Türk) ırkı da bunu hak ediyor … (EgzotikliÄŸe olan muhabbetimden, kendi kendimi ÅŸövenist bir ÅŸekilde mutlu ettiÄŸim korkusundan ve belki de tevazudan dolayı) uzun bir süre birden fazla medeniyet olduÄŸunu, sevgi ve heyecanımızı hak eden birden fazla kültürün bulunduÄŸunu düÅŸünmüÅŸtüm … Åžimdi görüyorum ki bizim Batı (az daha Fransız diyecektim) medeniyetimiz sadece en güzel deÄŸil, inanıyorum ki aynı zamanda yegâne medeniyettir – yani sadece bizlerin tevarüs ettiÄŸi o Yunan medeniyeti.”(102)
Gide’in kadim Yunan’dan alıp modern Fransa ve Avrupa’ya taşıdığı bu tarih tasavvurunda Türk, Osmanlı ve Müslüman, Batı’nın üstünlüÄŸü ve estetik zarafeti karşısına bir ‘öteki’ olarak konumlandırılır. Gide’in kültürel ırkçılığı, birden fazla medeniyetin var olma imkânını ortadan kaldırır. DoÄŸu’yu egzotik bir nesne olarak görmesi bile, DoÄŸulu Türklerin kültürleri hakkında olumlu bir ÅŸey söylemesine imkân vermez. Avrupa merkezciliÄŸin tipik ifadelerinden biri olan bu tasvirler, dönemin Avrupa aydınlarının Batı emperyalizmine sunduÄŸu fikrî ve estetik katkıdan öte bir anlam ve iÅŸleve sahip deÄŸildir. Osmanlı’yı parçalayan, Ä°slâm ülkelerini sömürgeleÅŸtiren, Afrika’dan Hindistan’a dünyanın dört bir tarafında kendilerine köleler edinen Avrupalıların medeniyetten, kültürel üstünlükten, estetikten ve Ä°nsanî geliÅŸmiÅŸlikten bahsetmesi, bu tarihin acı çeliÅŸkilerinden biridir.
Kaynak: Ä°brahim Kalın,Ben,Öteki ve Ötesi(Ä°nsan yay.),syf;210-217,242-246
Dipnotlar:
34.Solnon, Sarık ve İstanbulin, s. 65.
35.Fatih’in gül koklayan portresinin, NakkaÅŸ Sinan’ın talebesi Bursalı Ahmed’e ait ola¬bileceÄŸi görüÅŸü de ileri sürülmüÅŸtür. Bkz. Zeren Tanındı, “Sinan Bey”, TDV Ä°slâm Ansiklopedisi, Cilt 37, s. 228.
36.Solnon, Sartk ve Ä°stanbulin, s. 82
37.Nakleden, Solnon, Sarık ve İstanbulin, s. 83.
38.Ä°lginç bir notu da burada ekleyelim: Vlad’ın memleketi olan Romanya’nın Transi vanya bölgesini doÄŸal koruma altına almak isteyen Ä°ngiltere veliahtı Prens Charles» Vlad Dracul ile kan bağı olduÄŸunu ileri sürmüÅŸ ve bu bağın kendisine bu bölgeyi koruma altına alma hakkını verdiÄŸini söylemiÅŸtir.
39.MuhteÅŸem Yüzyıl dizisiyle tekrar gündeme gelen Kanunî ve dönemi, popüler kültür düzeyinde Arap ülkelerinden Balkanlara kadar geniÅŸ bir coÄŸrafyada merak ve ilgi konusu olmaya devam ediyor. Tarih ile efsanenin, gerçek ile hayalin, olgu ile fantazinin birbirine karıştığı bu tür durumlarda, Ä°slâm-Batı iliÅŸkileri de yeni boyutlar kazanır. ÖrneÄŸin Süleyman’ın Müslüman bir Türk, gözde eÅŸi Hürrem Sul- tan’ın ise Ukraynah bir devÅŸirme olması, dikkat çekici bir nokta olarak tekrar ifade edilir.
40-Bu ve diÄŸer Kanunî portreleri için bkz. Semavi Eyice, “Avrupalı Bir Ressamın Gözü ile Kanunî Sultan Süleyman, Ä°stanbul’da bir Safevî Elçisi ve Süleymaniye Ca¬mii”, Kanunî ArmaÄŸanı, Seri VII, Sayı 55 (1970), s. 129-170;Prof. Dr. Semavi Eyice Külliyatı /, der. Sema DoÄŸan (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2015), s. 375-427.
41-Paula Sutter Fichtncr, Terror and Toleration: The Habsburg Empire Confronts Ä°slam 1526-1850 (London: Reaktion Books, 2008), s. 24.
…..
96.Aktaran, Car dini, Europe and Ä°slam, s. 128.
97.Christopher Marlowe, Tamburlaine the Great, yayına hazırlayan J. S. Cunningham London,981)BölümV,s. 303’ten aktaran Reeves, Muhammad in Europe, s. 113.
98.Yukarıda bazı örneklerini verdiÄŸimiz bu algılar, bugün de mevcuttur. Almanya’da- ımajının tarihî arka planı ve günümüzdeki yansımaları için bkz. Nevide Akpınar Dellal, Alman Kültür Tarihinden Seçme Tarihi ve Yazınsal Ürünlerde Türkler (Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002), özellikle s. 7-29.
99.Bkz. Onur Bilge Kula, Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk Ä°mgesi (Ä°stanbul: Türkiye Ä°ÅŸ Bankası Yayınları, 2010), s. 97.
100.Alıntılar için bkz. Solnon, Sarık ve Ä°stanbulin, s. 319-321.
101.Fichtner, Tenor and Toleration s 79
102.Andre Gide,Journals 1989-1949 (New York: Vintage Books, 19S6), Cilt I, s. 177,
Bu emperyalist saldırılara karşı Türklerin ve diÄŸer Müslümanların verdiÄŸi cevabı, ilerleyen sayfalarda ele alacağız. Ret, direniÅŸ, savaÅŸ, uzlaÅŸma, kabul, eleÅŸtirel iliÅŸki, taklit ve asimilasyon gibi farklı ÅŸekillere bürünen bu cevaplar, aynı zamanda Ä°slâm-Batı iliÅŸki¬lerinin modern tarihinin temel unsurlarını oluÅŸturur.
Henüz yorum yapılmamış.