Sosyal Medya

İnsanın yazgısında salgında hasarsız bir zafer olmayacak

Tarih boyu cihangirler Tanrı'nın Kılıcı, Kırbacı gibi sıfatlarla anıldı. Virüslerse Tanrı'nın görünmez ordusu olsa gerekti. Bağışıklık sistemimizle girdikleri bu cenk kıyamete dek sürecek. İnsan için hasarsız zafer hiç gerçekleşmeyecek.



Tarihin en büyük öznesinin en küçük varlıklar oluÅŸu ne tuhaf bir tecellidir. Ä°deolojiler tarihin baÅŸat gücünün ne olduÄŸu bahsinde didiÅŸedursun, mikroskobik yaratıklar altyapı-üstyapı demeden toplumları kırıp geçirmiÅŸ, ortaya koyduÄŸu dehÅŸetli meydan okumayla da uygarlığın baÅŸlıca mimarlarından olmuÅŸtur.
 
Ä°nsan toplulukları, onunla avcı-toplayıcılıktan yerleÅŸik hayata geçtiÄŸi evrede tanıştı. 12 bin yıldan beri bu tanışıklığın demografik, kültürel, iktisadî, siyasî ve elbette ki askerî neticeleri oldu. Günler içinde imparatorlukları telef eden bir güçle baÅŸ etmek, askerî planlamanın da aslî unsurlarındandı. Ordular karşı karşıya geldiÄŸinde savaÅŸ talihi kimi zaman salgınlar eliyle iÅŸ görüyordu. Bazen bir orduyla gizli bir iÅŸbirliÄŸi yapıp diÄŸerine çullanıyor; bazen de üniforma ve flamaya aldırmaksızın ikisini de hezimete uÄŸratmak için kendi askerini sahaya sürüyordu.
 
Ordu ve savaÅŸ kavramları, kalabalık kitleleri barındırdığından eski çaÄŸlarda salgınların da birincil taşıyıcıları oldu. DenizciliÄŸin geliÅŸmesiyle mikroplar yeni bir ulaşım yolu bulmazdan önce bir beldeden diÄŸerine en çok orduların intikaliyle taşınıyordu. Kalabalıkların birbiriyle yakın temasta olduÄŸu, saÄŸlıksız ÅŸartlarda konaklamak zorunda kaldığı, beslenme ve temizlenme imkânlarının çok kötü olabildiÄŸi koÅŸullar en çok ordu ve savaÅŸla bir araya geldiÄŸinden salgınların baÅŸlaması için de uygun birer ortam iÅŸlevi gördüler.
 
Apollon’un gazabı
 
SavaÅŸ ve veba kelimeleri bir kitapta ilk kez 3 bin yıl evvel geçti. M.Ö. 1180’lerde yaÅŸanmış Truva Savaşı’nı anlatan Ä°lyada ve Odysseia destanında. Anadolu’nun Ege’ye bakan kıyılarında yaÅŸamış kör bir ÅŸair tarafından söylenen 16 bin mısra arasında, tıpkı insanlar gibi savaÅŸa tutuÅŸan tanrıların da maceraları anlatılmaktaydı. Tanrı Apollon’un gazaba gelip hasım orduya veba salması cenkte önemli bir dönemeçti. Korkusuz savaÅŸçıları dize getiren, kralları teslime zorlayan, surları yıkan en güçlü orduydu veba. Apollon’un farelere de hükmeden tanrı oluÅŸu da dikkate ÅŸayandı. Fare pireleriyle taşınan bir hastalık için oldukça mantıklı bir tanrı seçimi.
 
“… Yakarmalarımı nasıl dinlediysen bundan evvel
 
Akhaların ordusuna yumruğunu nasıl indirdiysen beni sayıp
 
Åžimdi de tez elden yerine getir ÅŸu dileÄŸimi:
 
Uzaklaştır amansız salgını Danaolardan
 
Böyle yakardı Foibos, Apollon da dinledi onu.”
 
Kara bahtlı Kartaca
 
 
Resmî kayıtlara geçen ilk vaka ise M.Ö. 431’de yaÅŸandı. Yunanistan’ın en güçlü iki ÅŸehir devleti kozlarını paylaÅŸmak için Atina surları önünde karşılaÅŸtığında. SavaÅŸçı Sparta kurnaz Athena’ya üstünlük kuramazken baÅŸkent içinde baÅŸ gösteren veba salgını Atinalıları köÅŸeye sıkıştırdı. Bu, Spartalıların hamlelerinden daha güçlü bir darbeydi. Nüfusun üçte birini, 100 bin kiÅŸiyi kıran hastalık donanmaya da sıçradığında Atina halkı umutsuzca barış arayışına girdi. Savunma komutanı Perikles’in de canını alan veba, bütün orduların en çok çekindiÄŸi hasım sıfatıyla adını askerî tarihe orada yazdırdı. Savaşın kaderine ilk müdahalesi deÄŸildi bu, son da olmayacaktı.
 
M.Ö. 406’da Kartaca kumandanı Hannibal Mago, Sicilya’ya çıkarma yaptığında tarih bambaÅŸka bir çehreye bürünebilirdi. Veba buna izin vermedi. Büyük zayiat içinde kumandan da vardı. Kartaca ordusu, 396’da bir kez daha gelip Sirakuza’yı kuÅŸattığında, Ä°kinci Sicilya Savaşı’nda, bir kez daha veba tarafından arkadan vuruldu. Çökme noktasına gelen ordu kuÅŸatmayı kaldırmak zorunda kaldı. Åžu açıktır ki, veba araya girmeseydi Roma Ä°mparatorluÄŸu yerine asırlara damgasını vuran ad Kartaca olacaktı.
 
Roma Ä°mparatorluÄŸu’nu kurtaran da yıkan da aynı menhus güç olacaktı. Marcus Aurelius’un M.S. 161’deki OrtadoÄŸu seferinde ordu veba tehdidiyle geri çekilmeye zorlanacaktı. Ne var ki ordu anayurda ölüm taşıyacaktı. Ä°mparatorun diÄŸer adıyla Antonine Vebası olarak anılan salgın, günde 2 bin Romalı öldürerek, 15 yıl içinde nüfusun yüze 25’ini, 5 milyon insanı canından edecekti.
 
Veba diyoruz ama aslında kimse emin deÄŸil, belki de bir çiçek türüydü. Nitekim Çin’den Mısır’a kadar her yerde namını duyurmuÅŸtu. Hatta hicrî 2. asırda dedesinden duyduÄŸu kıssaları kaleme alan El-Ezrakî, 571’de Kâbe’yi yıkmaya gelirken “biçilmiÅŸ ekin tarlasına dönmüÅŸ” Ebrehe ordusunu helâk eden ÅŸeyin çiçek salgını olduÄŸunu rivayet eder.
 
Mikroplar, mahiyetinin tam anlaşılmadığı çaÄŸlarda dahi en öldürücü silah oldukları fark edilmiÅŸti. Asurlular, M.Ö. 6. asırda düÅŸmanı zehirlemek için su kuyularına çavdardan elde ettikleri kimyasallar atıyordu. Yunanlılar da bakteri kullanımında geri kalmıyordu. Atinalı Solon müshil bir otu Kirissa KuÅŸatması’nda düÅŸman kuyularına attırmıştı. Rakip böylece kendisiyle deÄŸil ishalle cebelleÅŸecekti. Bu iki hadise, biyolojik silah kullanımına dair ilk vakalar olarak kayıtlara geçmiÅŸti.
 
Ok uçlarına zehir
 
 
Kuyu sularının zehir deposuna dönüÅŸtürülmesi eski çaÄŸlardan günümüze deÄŸin devam etti. Su kaynaklarına hayvan ve insan cesetleri atılarak salgın kaynağı hâline getirilmesi Amerikan Ä°ç Savaşı’nda da 2. Dünya Savaşı’nda da denenmiÅŸ bir yöntemdi. Orgeneral Sherman, Anılar’ında su kaynaklarında çiftlik hayvanlarını kasten öldürdüklerini itiraf ederek piÅŸmanlık beyanında bulunuyordu. Her iki taraftan ölen 600 bin askerin 400 bininin salgın kurbanı oluÅŸu göz önüne alınırsa gecikmiÅŸ bir nedametti bu. Organik zehirlerin ok uçlarına sürülerek kullanımı cilalı taÅŸ devrinden beri uygulanan bir teknikti. Gelgelelim salgının düÅŸmanın üstüne salınması biçiminde bir uygulama çok geç bir tarihte kaydedildi. 1346’da Altınorda’nın son hükümdarı Kırım’daki Keffe Kalesi’ni kuÅŸattığında. Cenevizlilerin direniÅŸini kırabilirdi ama ordusu veba tarafından kırılmaktaydı. Vebanın kemirdiÄŸi cesetleri tuttu mancınıkla kaleden içeri attı. Gerçek manada ilk biyolojik silah kullanımı böylece Tatarlara nasip oldu.
 
Vebadan kaçarcasına
 
Cenevizliler vebadan kaçarcasına kaleyi boÅŸaltıp gemilere atlayıp Akdeniz üzerinden Venedik ve Cenova gibi pek çok limana dağıldılar. Bazı sahillerde ise kıyıya vuran gemilerin güvertelerinde irinli cesetlerden baÅŸka bir ÅŸey yoktu. Bir de taze kan arayan aç fare pireleri. En az 25 milyon Avrupalı bu pirelerden haberi dahi olmaksızın canından olacaktı. Pireler cellât ve tiranların tamamından fazlasına kıyacaktı.
 
Vebalı cesetlerin düÅŸman üstüne atılmasının sonuçları o kadar muazzamdı ki sonraki devirlerde de birçok ordu kolay zafer umuduyla bu yola baÅŸvuracaktı. 1422’de Prag yakınlarındaki görkemli Karlstejn Kalesi’ni kuÅŸatan prens, 2 bin el arabası dolusu ceset ve dışkıyı mancınıkla içeri atacak; Ruslar da bir benzerini 1710’da Reval’de Ä°sveçlilere reva görecekti.
 
Yeni Dünya’nın sonu
 
 
14. asırda kıta nüfusunu biçen veba, Avrupalıları iÅŸgücü bakımından yıkıma uÄŸratmıştı. Feodalitenin sonunu getiren salgın, yeni tekniklerin olduÄŸu kadar yeni kıtaların keÅŸfinin de itici gücü oldu. Kıta sakinlerini kâÅŸiflere çeviren salgın, gittiÄŸi yerlerde bambaÅŸka suretlerde ölümlerin vesilesi olacaktı. 1492’de Kolomb’u müteakiben Amerika kıtasına çıkanlar kılıçtan çok yanlarında götürdükleri mikroplarla yerlilere galebe çaldı.
 
Eski Dünya’nın bağışıklık kazandığı marazlar karşısında Yeni Dünyalılar pek savunmasızdı. BaÅŸta çiçek olmak üzere, yanlarında götürdükleri domuzlardan bulaÅŸan Domuz gribi de, kızamık ve tifüs de tüfeklerden daha çok iÅŸ gördü. Çiçek virüsü bulunan bir battaniye bütün bir kabileyi ölümle örterken Beyaz Adam’ın yorulmasına gerek kalmadı. Yıkım o kadar büyüktü ki iÅŸgücü temini için baÅŸka bir kıtaya dadanma lüzumu duydular. Afrika’yı köle deposu olarak kullanıp Amerika’ya taşıdılar. Yeni konuklar yanlarında sıtma ve sarı humma da getirmiÅŸti; kalan yerliler için bir baÅŸka ölüm sebebi daha. Nüfusun yüzde 90’ı, milyonlarca yerli böylece buharlaşıp gitti. Onlar sömürgecilik salgınının kurbanlarıydı.
 
Mikropların da hakkını yememek lazım. Halklarımızı korudukları da oldu. 964’te Bizans Tarsus’u ve Antakya’yı kuÅŸattığında ordusunu saran marazlardan kaçmak için geri çekilmek zorunda kaldı. 1096’dan itibaren çekirge sürüsü gibi bölgeye doluÅŸan Haçlıların emellerine tam olarak ulaÅŸmasına gene mikroplar engel oldu. Ä°lk seferdeki 500 bin Haçlıdan 100 bini mikrop marifetiyle öldü. 1189’daki Ä°kinci Haçlı Seferi’nde de Antakya önlerinde 600 bin civarındaki ordunun 1o’da birini gene veba halletti. 1218-19’daki Dimyat kuÅŸatmasında da 17 bin askeri vebanın elinden alamadılar. 1227’de 2. Frederick sefere destek için ordusunu gemilere bindirmiÅŸ fakat dizanterinin diÅŸ göstermesiyle gerisin geri limana dönmüÅŸtü. (Asırlar sonra baÅŸka bir Frederick, Fransız devrim ordusuna karşı harekete geçtiÄŸinde 42 bin kiÅŸilik sefer gücü gene dizanteriden 30 bine düÅŸünce adaşıyla aynı ÅŸeyi yapacaktı.)
 
General Tifüs
 
Salgınların bizim fatihlerimizi durdurduÄŸu da vakidir. 1153’te Sultan Mesud Çukurova’ya girdiÄŸinde sıtma tarafından durduruldu. Fatih Sultan Mehmet 1476’da BoÄŸdan seferinden, safları arasında veba yayılınca vazgeçmek durumunda kaldı. Mikrop orduları karşısında hepsi maÄŸluptu. Fakat hiçbir general Napolyon kadar salgınların gadrine uÄŸramadı.
 
1801’de Haiti’yi zapta kalktı, 50 bin askerinden 47 bini döküldü. 2 milyon kilometrekarelik araziyi satmaktan baÅŸka çare bulamadı; ABD’yi iki katına çıkarıp abat etti. 1812’de Rusya’yı zapta kalktı, Moskova’yı aldı fakat General Tifüs karşısında 600 binlik ordusundan geriye çok az döküntü kaldı. DiÄŸer savaÅŸlarında ise askeri frengiden kıvrandı. Bu kadar dramatik ve enfekte bir sicile sahip kumandanın Waterloo’yu hemoroidi yüzünden kaybetmiÅŸ olması ayrı bir cilveydi.
 
Tanrı’nın Kılıcı
 
 
1. Dünya Savaşı, salgınların tüm güçlerini sergilediÄŸi en zalim harp oldu. Herkes ağır bedel ödedi ama Osmanlı’nın bilançosu içler acısıydı. Müttefikimiz Alman ordusunda bu oran yüzde 10’ken bizdeki asker ölümlerinin yarısı hastalıktandı. Hastane kayıtlarına göre 338 bin can. En feci tablo Erzurum merkezli 3. ordununkiydi. 116 bin. Tifüs, dizanteri ve sıtma, bakımsız, ilaçsız, yolsuz, ikmalsiz askere merhamet etmedi. Hastalıktan ölüm, yaralı ölümlerinin 28 katıydı. SavaÅŸtan Almanya nüfusu artmış olarak, Fransa ise yüzde 1 kayıpla çıkmıştı. Bize gelince, insanımızın yüzde 30’unu kaybetmiÅŸtik. Yüzde 10’u göçle, geri kalanı da salgınla.
 
Yine de bizi kurtaran bir baÅŸka salgın oldu: Ä°nfluenza. 1918 baÅŸlarında yayılan grip olmasaydı savaşın galipleri toparlanıp yarım kalan hesaplarını görmek üzere hamle yapacaktı. Ancak savaÅŸtan daha fazla insan katleden virüs, Avrupa’yı hayli yıpratmış, bizimle uÄŸraÅŸacak mecal bırakmamıştı.
 
Tarih boyu cihangirler Tanrı’nın Kılıcı, Kırbacı gibi sıfatlarla anıldı. Virüslerse Tanrı’nın görünmez ordusu olsa gerekti. Bağışıklık sistemimizle girdikleri bu cenk kıyamete dek sürecek. Ä°nsan için hasarsız zafer hiç gerçekleÅŸmeyecek.
 
Müellif: Bülent Tokgöz/ Åžair-Yazar -Kaynak: Star / Açık GörüÅŸ
 
Kaynakça:
 
David Swan- Hoarding during the reign of Marcus Aurelius, and its relation to the Antonine Plague
 
Engin Kurt- SavaÅŸların Sonuçlarını Etkileyen Salgın Hastalıklar
 
Kenneth Kahn- The ‘Spanish’ Influenza pandemic and its relation to World War I
 
Laura K. Donohue- Pandemic Disease, Biological Weapons, and War
 
Lisa Kallet- Thucydides, Apollo, the Plague, and the War
 
Muazes Demirel- EskiçaÄŸ Ön Asya Toplumlarında Görülen Salgın Hastalıklar
 
Murat Yolun- Ä°spanyol Gribinin Dünya Ve Osmanlı Devleti Üzerindeki Etkileri
 
Prof. Dr. Hikmet Özdemir- Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914-1918
 
Stefan Riedel, Biological Warfare and Bioterrorism: A Historical Review
 
Süleyman Tekir- Sarıkamış Harekâtı Sonrasında Türk Ordusunda Görülen Salgın Hastalıklar ve YaÅŸanan Kayıplar

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.