Yasin Aktay: Doğa, insan ve toplum üzerinde kontrol kurma arzusu
Follow @dusuncemektebi2
Bugün, birbirlerine karşı, birbirlerini en yaratıcı biçimde ve binlerce kez imha edebilecek silah teknolojilerini üreten devletlerin, kendi insanlarını onurlu bir biçimde yaşatmak için hiçbir şey düşünmemiş oldukları ortaya çıkıyor.
Sosyoloji ilminin ilk ortaya çıkmasını saÄŸlayan motivasyon, insanın doÄŸa bilimleri alanında ortaya koyduÄŸu çerçeveleme, kontrol etme ve olacakları tahmin etme arzusuydu. DoÄŸa üzerinde tamamlanmış olduÄŸu düÅŸünülen iktidarın bir de toplum alanına kusursuz bir biçimde uzatılması arzulanmıştı. Ä°nsan dışı varlıkların, yani doÄŸanın davranışları öngörülüp kontrol edilebiliyorsa, toplumların da davranışları neden tanımlanıp, tabi oldukları kurallar tespit edilemesindi?
Bu soru eskiden tarih ilminin çatısı altında sorulurdu ve soranlar genellikle krallar, emirler, sultanlar olurdu. Ä°bn Haldun’un meÅŸhur Mukaddime’si tarihte devletlerin ve toplumların ömürlerinin ne olduÄŸuna ve bu ömrün alınabilecek bazı tedbirlerle ne kadar uzatılabileceÄŸi sorusuna bir cevap arayışıydı. Danışmanlığını yaptığı sultanların devletlerini daha uzun yaÅŸatma arzusuyla sordukları soruya.
Ä°bn Haldun Kuzey Afrika topraklarında tarih anlatımları üzerinden toparlayabildiÄŸi geçmiÅŸ ve halihazır devlet örnekleri üzerinden devletler tarihinin tabi olduÄŸu bir tarihsel-toplumsal düzenlilikleri “Allah’ın yaratışındaki sünnet” baÅŸlığı altında toparlamaya çalıştı. Bunu da sultanların kontrol arzularını karşılamaktan ziyade onlara ibret alacakları bir nasihat formunda toparladı. Kitabının aslı adı da Ä°bretler Kitabına Mukaddime idi (el-Mukaddime li Kitabu’l Ä°ber).
ÇaÄŸdaÅŸ sosyoloji pratiÄŸinin ilk örneÄŸini oluÅŸturduÄŸu kabul edilen bu düÅŸünce tarzında tarih ve sosyoloji kontrol edilebilecek bir alan olmaktan ziyade ibret alınacak bir alandır ancak ne kadar ibret alınacak olsa da mukadder olan bazı kurallardan kaçınılamaz. Zira toplumlar ve devletler de insan tekinin tabi olduÄŸu biyolojik kurallara benzer kurallarla doÄŸup yaÅŸadıkları gibi belli bir zamana baÄŸlı olarak ölürler. Ä°yi yaÅŸarsa, saÄŸlıklı beslenirse, Allah kaza bela vermezse, bu ömür belki uzatılabilir ama nihai sondan kaçınılamaz.
Tarihi ve sosyolojik gerçeklikleri kendilerinden ibretler alınacak birer ders gibi okumak ile onları bir araÅŸtırma nesnesi olarak görmek arasındaki fark buradan çok kolaylıkla fark edilebilir tabi. Modern sosyoloji insana, toplumlara, hadiselere bir nesne gibi bakarak bu nesnelerin davranışları arasındaki düzenlilikleri üzerinden “toplumsal yasa”ya oradan da toplumları kontrol altına alacak bilgiye ulaÅŸmaya çalışır.
Bugün yaÅŸamakta olduÄŸumuz hadise aslında dünya tarihinde insanlığın başına neredeyse düzenli olarak gelen bir olay. Ancak bizim neslimizin başına bu ölçekte gelinceye kadar bu gerçeÄŸi unutmuÅŸuz nerdeyse. Belki kendi hayat süremiz içinde insanlığın kaydettiÄŸi yüksek seviyeli teknolojik geliÅŸme hızının yol açtığı kibir ve böbürlenmeden biz de nasibimizi almış ve bu yalın gerçeÄŸi, tarih içindeki bu düzenli salgın ihtimalini biz de topyekun unutmuÅŸ oluyoruz.
Bunu bize unutturan bu teknolojik geliÅŸmelerle dünyanın artık baÅŸka bir dünya olduÄŸu hikayesine fazla güvenmiÅŸ olmamız. Bize artık bir ÅŸey olmaz, virüs dediÄŸin ÅŸey nedir ki? Nasılsa insanlık vereme de, sıtmaya da, koleraya da envai çeÅŸit hastalığa da ilaç bulmadı mı? Bilim ve teknolojinin daha da geliÅŸmiÅŸ olduÄŸu bu aÅŸamadan sonra insanlığın çözümünü bulamayacağı nasıl bir hastalık olabilir ki?
Oysa tarihten yeterince ibret alınmış olsa, tarih ibret amacıyla okunmuÅŸ olsa, tam da insanın kendi ilmine, teknolojisine güvenmenin de yeni bir ÅŸey olmadığı görülmüÅŸ olurdu. Tarih boyunca insanların kendi kurdukları medeniyetlerin yıkılmaz, sarsılmaz ve ebed-müddet olduÄŸu düÅŸüncesine yine düzenli olarak ve sürekli olarak kapılmış olduÄŸu da görülürdü. Ä°ktidar böyle düÅŸündürür, hümanist iktidar bütün insanlık adına herkesi böyle düÅŸündürür ve bu dünyadaki asıl varoluÅŸ anlamından insanı uzaklaÅŸtırır.
Ä°nsanın doÄŸa üzerinde kurduÄŸu kontrolün aynısının toplum alanı üzerinde de kurma arzusuyla ortaya çıkan sosyolojinin en önemli tespiti insanın aslında doÄŸa üzerinde kurduÄŸunu düÅŸündüÄŸü kontrolün de ideolojik bir yanılsama olduÄŸunu tespit etmesi olacaktı. Ä°nsan kurduÄŸu teorilerle, yaptığı kavramsallaÅŸtırma ve isimlendirmelerle aslında yavaÅŸ yavaÅŸ kendine baÅŸka bir ÅŸeyi göremediÄŸi bir dünya yaratıyor. Bu dünya onun için içinden çıkılması çok zor bir zindana dönüÅŸür zamanla. Ali Åžeriati’nin bahsettiÄŸi dört zindan türünden bir zindan.
Bu arada yaÅŸanan baÅŸdöndürücü teknolojik geliÅŸmelerle herÅŸeyin kontrol altında olduÄŸu düÅŸüncesine karşılık insan davranışı da içinden çıkılmaz paradoksal mantıklarla çalışır. Ä°ÅŸin içine matematiÄŸi de katsak, insan davranışının bütün ihtimalleri önceden tüketilemiyor. Geçen yazımızda verdiÄŸimiz örneklerin yanına isterseniz aynı kaynaktan (Margaret M. Polama) ÅŸu örneÄŸi de bir kenara yazalım:
“Pek dost olmayan iki ülke askeri bütçelerini hazırlıyorlar. Her bir ülke, daha güçlü bir ordu kurarak diÄŸeri üzerinde askeri avantajı ele geçirmek ister ve herbiri buna göre harcama yapar. Sonunda her ikisi de aynı güce sahip olur ve daha da yoksullaşır.”
Bugün, birbirlerine karşı, birbirlerini en yaratıcı biçimde ve binlerce kez imha edebilecek silah teknolojilerini üreten devletlerin, kendi insanlarını onurlu bir biçimde yaÅŸatmak için hiçbir ÅŸey düÅŸünmemiÅŸ oldukları ortaya çıkıyor.
ABD’de en temel saÄŸlık hizmetleri için bile dünyanın parası isteniyor, ölenlerin gömülmesi için yakınları bütün varlıklarından vazgeçmek zorunda bırakılıyor. Bir tarafıyla uzaya merdiven dayamış olan insanın, baÅŸka bir yanıyla hayatiyet ifadesi bütün yapraklarını döküÅŸünün resmidir bu.
Tarihi ibret için okumuÅŸ olsak aynı tavrı nice Firavunların, nice kralların, nice Nemrutların örneklerinde de görmez miyiz?
Henüz yorum yapılmamış.