Sosyal Medya

İran için öncelik virüs mü? İstikrar mı?

İran uzmanı Taha Kermani “İran’da açıklanan resmi veriler şaibeli olsa da yansıyan rakamlar bile durumun ciddiyetini yansıtıyor. Ancak yönetim ve halk hâlâ önlemler konusunda gevşek gözüküyor” diyor.



Koronavirüs salgını ve onunla ilgili haberler dünyanın birinci gündemi. Vaka sayısının çığ gibi büyümesi ve can kayıplarının hız kesmeden çoğalması meselenin diğer boyutlarına gölge düşürdü. Salgının yayılmaya başladığı ilk haftalarda Hollywood komplo filmlerini aratmayan birsürü teori ortaya atılmışken şimdilik anlaşılan dünya can derdinde. Koronavirüs olayının Çin’de ortaya çıkmasından sonra meselenin Türkiye’de en çok konuşulmaya başlaması virüsün İran’da yayılmasıyla oldu. Ancak hadise sadece sınır komşusu olup yoğun bir insan trafiğinin riski artırması değil Tahran yönetiminin aşırı ciddiyetsizliği ve tedbirsizliği de tartışmalara konu olmuştu.
 
Siyaset ve tıp dünyasında tarihe geçecek açıklamalar ve uygulamalarıyla günlerce basının ilgi odağında oldular. Özellikle Türkiye’deki İran algısının sonucu gerçek dışı ve abartılmış “İran devlet aklı” ve “İran halkının yüksek medeniyeti” gibi tanımlarla uyuşmayan “karantina yönteminin toptan reddedilmesi” ve “türbelerin yalanması” gibi görüntüler şaşkınlığa yol açtı. Zaman ilerledikçe, vaka ve ölü sayılarının artmasıyla durumun ciddiyeti daha artmış oldu.
 
Açıklanan resmi veriler her ne kadar gerçeği yansıtmaması konusunda şaibeli olsa da açıklandığı kadar bile durumun ciddiyetini anlatmaya yeterli olmalı gözüküyor. Ancak ilginç bir şekilde yönetim ve halk halen önlemler konusunda gayet rahat ve gevşek gözüküyor ve bu durumun vahametini uzaktan bakınca daha da yüzeye çıkarmış oluyor. Bunca boşvermişliğin sadece yönetim zafiyeti ve toplum bilinçsizliği ile açıklanmadığı bir ortamda İran’da koronavirüsten ziyade başka belirleyici faktörlerin olduğunu bir kez daha göstermiş oluyor. İşte tam da bu noktada İran’da koronavirüs krizinin kısa zamanda başka boyutlara evrileceği ve hatta gündemi değiştirebileceğine dair işaretler dikkat çekmeye başladı.
 
İran’da ilk koronavirüs vakasının Kum’da olduğu resmi ağızdan söylendiği zaman zaten çoğu tabu kırıldı. İran politik Şii ve Velâyet-i fakîh sisteminin teori kalesi Kum’un her anlamda vichesini ciddi anlamda önemsemektedir. Tahran’a yakın olduğu ve dini medreselerin merkezi sayıldığı Kum’dan etraf illerle arasında günlük yoğun bir yolcu trafiği de çok fazladır. Bu yüzden etkin bir karantinanın uygulanması için sağlam bir altyapı kaçınılmaz gözüküyordu. Karantina karşısında direnen İran yönetiminin altyapı yetersizliğinin yanında başka bir belirleyici husus da dikkat çekiyordu, o da Kum’un sıradışı bir şekilde önemsendiği olarak ifade edilebilir. Bugün salgının Kum’dan her tarafa hatta bölge ülkelere kadar yayılmasıyla birlikte artık ilk günlerdeki karantinaya karşı tavır unutulup gündem dışı olsa da, altındaki motivasyonların önemi bugün ve ilerleyen süreçte de geçerli olacak. Türbelerin ısrarla açık tutulması konusundaki açıklamaların gözden geçirilmesi ise konuyu anlamakta daha da yardımcı olabilir.
 
Velî-i fakîh Ali Hamaney’in Kum’daki sorumlusu Muhammed Saidi özellikle salgının ilk günlerinde Hz. Mesume türbesinin kapanmasına şiddetle karşı çıkan isimlerin biriydi. Saidi “Biz bugüne kadar türbeler darüşşüfa’dır ve her derde devadır demiştik şimdi salgına karşı nasıl kapatırız? Bu tam aksine halkın moralini düşürür” tarzında açıklamada bulunmuştu. Bu tarz açıklamaların etkisini dini boyutunun yanı sıra toplu ibadetlerdeki kısıtlama ve nihayetinde çok sonra türbelerin ziyarete kapanışından sonraki tepkilerde de görebiliriz. Ayrıca yetkililerin virüsün Kum’a nasıl bulaştığı konusundaki tavırları da kentin ideolojik konumunun ne kadar önemsendiğini tekrar göstermiş oldu. İlk başlarda virüsün aktarmalı ve yabancı bir hava yolu şirketi kullanan tacirden bulaştığı ileri sürüldü ve Kum’da dini eğitim alan Çinli talebelerin rolü tamamen yalanlanmıştı. Ancak sonraki haftalarda salgının tüm ülkeye yayılması ve kentin odak noktasından çıkmasından sonra Sağlık Bakan Yardımcısı Çinli talebelerinin Koronavirüsü ilk olarak ülkeye bulaştırdığına itiraf etti. Ayrıca Sağlık Bakan Sözcüsü Kiyanuş Cihanpur da Kum’un karantinaya alınmadığına yönelik eleştirilere “Zaten virüs tüm ülkeye yayılmıştı ve karantinanın da bir anlamı kalmamıştı” yanıtı, salgının resmi açıklanmasından çok önce başladığı ve yönetimin bundan haberdar olduğunu gösteriyordu. Kasım ayının sokak protestoları, Kasım Süleymani’nin ölümü ve düşürülen Ukrayna yolcu uçağı krizlerinden sonra 21 Şubat’ta meclis seçimlerini rejimin meşruiyetini geri kazanmak [veya öyle göstermek] açısından fırsat bilen İran, koronavirüsün tüm ülkeye yayılmasını göze almıştı. Halk içinde de sıkça dile getirilen bu şaibeye Cumhurbaşkanı Ruhani dahi açıklama getirme zorunda kaldı. Ama anlaşılan o ki İran halkı ile devletinin giderek açılan arasının bu çabalarla kapanacağını beklemek pek gerçekçi görünmüyor. Şimdi dönüp geriye bakıldığı zaman tüm ülkeyi zora sokan ve hayatı sekteye uğratan hastalığın adeta devletin simgesi olan Kum şehrinden çıkıp etrafa bulaşmasının psikolojik olarak İran toplumunda etkisi daha da net görülebiliyor.
 
Devrim lideri Ali Hamaney koronavirüsle ilgili yaptığı ilk açıklamada, salgının ABD tarafından yapılmış bir biyolojik saldırı olabileceği ihtimali üstünde durdu ve Trump’ın İran’a yardım teklifinin güven vermediğini ileri sürdü. Bu denli politik açıklamaları, hastalığın ülkeye sıçradığı ilk günden beri birçok yetkiliden sıkça duyabiliyorduk. Yaklaşımların geneline bakıldığı zaman sağlık bakanlığı yetkilileri dahil yönetimin konuya hep politik gözlükle bakması dikkat çekti. İran’ın Türkiye dahil olmak üzere birçok ülkeden yardım aldığı biliniyor. Ancak krizin başından beri ABD yaptırımlarının etkisi hep dile getiriliyordu. Maddi kaynakların darlığından teknolojik cihazların güncel olmadığına kadar hepsinin gerekçesi ambargolar gösteriliyordu. Daha sonra İran bunu tam bir koronavirüs diplomasisi olarak ele aldı ve bu konuda ciddi bir mesai sarf etmeye başladı. Bu propaganda ülkenin içini hedef aldığı gibi uluslararası arenada da ciddi anlamda ele alındı ve ambargoların kaldırılması için kampanyalar yürütülmeye başlatıldı. Tam da bu bağlamda İran az da olsa klasik stratejik arkadaşlıklarını titizlikle korumaya çalışıyor.
 
Örneğin İran Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Kiyanuş Cihanpur, Çin yönetiminin yeni tip koronavirüsle ilgili açıklamalarını eleştirerek “Çin, Kovid-19’dan ölenler ve hastalarla ilgili açıkladığı rakam ve istatistiklerle dünyaya acı bir şaka yaptı” dedi. Bu açıklamalardan sonra Hamaney’e yakın isimler tarafından adeta linç edildi. Bu olay bu kadarla da bitmedi ve Çin’in İran Büyükelçisi, Sağlık Bakanı Sözcüsü’ne diplomatik olmayan bir dille “Beyefendi, büyük Çin halkının çalışmalarına saygı duyacağınızı ümit ediyorum” tarzında paylaşım yaptı ve devrim liderine yakınlıklarıyla anılan isimler tarafından İranlı yetkiliye karşı desteklendi. İran tüm çabasını koronavirüs krizinin bu anlamda bir fırsata çevirmeye odaklansa da anlaşılan İran halkı ile devlet arasındaki güvensizlik duvarları bu gibi çabalarla aşılmak için çok daha yüksekti. Aslında koronavirüsün durdurma veya en azından yayılmasının hızını azaltma mantığı basit olarak “Hastalığın bulaşma zincirini kırmaktır”. Bunun için sosyal mesafe ve kabaca insanların evlerinde kalmaktan başka bir çaresi yok görünüyor. İşte tam da bu noktada İran’ın yapısal eksikliklerinin ne denli faciaya yol açabileceği ortaya çıkıyor. Birinci devletin dakik ve sağlıklı bir veri tabanı yoktur. Örnek için idari sistem olarak kendini güncellemeyen İran’da Türkiye’de olduğuna benzer e-Devlet gibi bir sistem söz konusu değil. Yani devletin temel ihtiyaçlarında ciddi zorluk yaşayan vatandaşlara ulaşması başlı başına bir sorundur. Ulaşabileceğini varsayarsak minimum sosyal imkânlardan yoksundur. Özellikle içinde bulunduğumuz kriz döneminde İran gibi halk-devlet ilişkilerinin çöktüğü bir ülkede sürecin iki taraflı güvene dayalı yürütülmesi de söz konusu olamaz. Dolayısıyla Ruhani’nin ülkede olağan bir günmüş gibi “Ekonomik faaliyetler yeniden başlatılmalı” demesi kısaca halka kendi başının çaresine bak demektir. Nevruz tatilinden sonra İran’ın Tahran ve Tebriz gibi çoğu büyük şehrindeki kalabalık sokaklar korkutucu olsa da aslında İran’ın bilen birine pek de şaşırtıcı gelmiyor. Kısaca İran devleti halkın evde oturması için ne minimum asgari geçim imkânlarını temin etme kabiliyetine sahiptir ve ne de eğer son aylardaki halk ayaklanmaları göz önünde bulundurursak katı davranmaktan doğan riskleri göze alacak cesaret vardır. Bundan sonra olası gelişmelerde yönetimin yön değişeceği uzak bir ihtimal olmayabilir ancak özellikle salgının yayılmasındaki hızı düşünürsek, zayiat ancak sağlık bakanlığının gerçek dışı ölü ve vaka sayılarıyla o da kâğıt üzerinde kontrol edilebilir. 
 
Kaynak: Karar-Görüş

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.