Gökhan Özcan: Zaman yavaşladığında hayat da genişler
Follow @dusuncemektebi2
“Her şey yavaşladı mı, bana mı öyle geliyor” dedi bordo kanepede oturan kadın. “Hayat yakasını elimizden kurtarıp kendi ritmine dönüyor sadece” dedi ayaktaki adam. Yavaşladığını düşündüğümüz her şey, kendi öz ritmine yaklaşıyor aslında.
Bir sebeple temposu düşmüş, akışkanlığı, ritmi azalmış bir hayatın, insana dair her tür duraksama zamanları gibi hatıraları zihnimize çağırdığını biliyoruz. Bekleme anları böyledir mesela, özellikle bir şeyleri yoğun duygularla beklediğimiz zamanlar... Hareket, hele bizim hayatlarımızdaki gibi dur duraksız hareket, çoğu zaman zihnin arka taraflarına iteliyor hatıraları. Hep yapacak, yaşayacak, bir şeylere yetişecek, bir şeyleri başka şeylere bağlayacak, sürekli tamamlayıp yeniden başlayacak bir şeyleri olanların ayıracak pek o kadar zamanı olmuyor geçmişte yaşadıklarına. Oysa hayatın sonu gelmez döngüsü, devinimi, kargaşası tarafından ele geçirilmiş, dolayısıyla eksik bırakılmıştır böyle zihinler... İnsan sadece şimdiki zamanı yaşar, evet... Ama şimdiki zamanını inşa eden, ona şeklini, kıvamını, rengini, dokusunu, hissiyatını veren geçmişidir, her şeyi ‘şimdi’ye bağlayan bütün o yol, bütün o yolculuk, her şeye anlamını veren hikayesidir hayatın.
Hayat duraksadığında ve zihnimiz geçmişi iyi kötü hatıralarıyla iş başına getirdiğinde her şeyin nereden başladığını, buraya nasıl geldiğini ve neden böyle olduğunu düşünmeye zamanımız olur. “Öyle acı tatlı duygularımız var ki bunlardan çok kere sanki hep yaşlı doğuyor, hiçbir geçmişleri yokmuş gibi bahsediyoruz. Çünkü neşeli heyecanlarımızdan birçoğuna bilhassa karışmış olan çocukça duyguların çoğunu bilmiyoruz. Halbuki bugünkü zevklerimizi yakından yoklarsak kim bilir kaç tanesinin geçmiş zevklerin birer hatırası olduklarını göreceğiz. Bunların arasından geçmiştekilere hatıralarını çıkarırsak doğrudan doğruya yeni olarak duyulanları kim bilir ne kadar az kalacaktır” diyor Fransız düşünür Henri Bergson, ‘Gülme - Komiğin Anlamı Üzerinde Deneme’ isimli eserinde.
Sürekli hareketin belirsiz hale getirdiği yaşanmışlıklar yeniden anlamını aramaya başlar. Şuur tazelenmenin çarelerini arar. Hatıraların acı tatlı izleri, şimdiki zamana dair çözümlemelere zemin kazandırır. Duygu ve düşüncelerimizin hayatımızın evvel zamanlarına uzanan kökleri görünür hale gelir. Bu bir tür geçmişle yenilenme, hayatımızın bir yerlerde birikmiş anlamına erişim kazanma imkanı, fırsatıdır.
Ve herhalde bu fırsat, pek azımızın farkında olduğu büyüklükte bir değere sahiptir, yani bir altın fırsattır.
“Geçmişle ilgili beni en çok büyüleyen şey çocukluğumdur; yalnızca ona baktığımda üzülmem yok olur giden zamana. Çünkü onda bulduğum, geri döndürülemeyen değil de ortadan kaldırılamayandır: Yani dönem dönem hâlâ bende ortaya çıkan her şey; çocukta, oldukça açık biçimde kendimin karanlık yüzünü, can sıkıntısını, incinebilirliği, umutsuzluklara (iyi ki çok sayıda) yatkınlığı, ne yazık ki hiçbir biçimde dile gelmemiş iç heyecanı okurum” diyor Roland Barthes.
Hep düğmeleri ilikliyor gibi yaşıyorduk, şimdi biraz düğmeleri çözüyor gibi yaşayalım. Bize acele ettiren şeylerden biraz da olsa huzur, dinginlik, sükunet vadeden şeylere doğru...
Her şeyin tahammül edilemez şekilde yavaşladığı zannına kapılarak sıkılıyoruz. İnsana doğru yürümek istiyorsak sıkılmak ilk vazgeçmemiz gereken şey... Çünkü yavaşladığını düşündüğümüz her şey, kendi öz ritmine yaklaşıyor aslında. O ritmi hızlandırmayı bir saplantı haline getiren biziz. Kendimizi huzurlu hissettiğimiz bir şeyler yaşamak istiyorsak, bu hız takıntısından kurtulmalıyız bir an önce. Çünkü hayatın ritmi bizimkinden farklı; biz hayatın hızlı gösteriminde yaşamayı alışkanlık haline getirdik sadece.
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.