Sosyal Medya

Yusuf Kaplan: Hira maÄŸara deÄŸil, senin kalbindir

Evini Hira’n yapabiliyor musun? Hira’n yani mağaran: arındığın, dirildiğin, kendine geldiğin yurdun, umudu bulduğun ufkun? Mağara’na yani inzivaya kapanarak kendini, hakikati keşfe çıkabiliyor musun? Hira, mağara değil, Hira senin kalbin; kalbini bulduğun yerin; yerini bildiğin, haddini bildiğin, kendini bildiğin, Rabbini bildiğin, kalbine döndüğün, kendine geldiğin ve kendini aştığın, binbir çileyle ulaştığın, göklere yaklaştığın dağın zirvesi.



ÜmmîleÅŸebiliyor musun; kalbine yani evine yani kendine dönebiliyor musun?
 
JOHN BERGER’IN EVLERÄ°, GÖZLERÄ° VE KALBÄ°
 
John Berger’i bilir misiniz?
 
Görme biçimlerimizi silbaÅŸtan deÄŸiÅŸtiren, ayarlayan, kuran, yeniden oluÅŸturan adam.
 
Yakınlarda öldü. O öldü, dünya körleÅŸti; görme melekelerini çoktan yitirdiÄŸi için!
 
Gören adamdı. Duyarlı adam. Kalbi yoksullara, kimsesizlere, ötekilere, dışlananlara ayarlı ve açık adam.
 
Kalbi olduÄŸu için görebiliyordu, diyeceÄŸim. Gözüm var deme boÅŸuna, kalbini yitirmiÅŸsen göremezsin, zira.
 
Sosyalistti, iÅŸçi sınıfının çocuÄŸu. Sonuna kadar sınıfına sadık biri. Kalbi olan biri, dedim ya. Londra’da iÅŸçi sınıfı semtlerinden birinde, Stoke Newington’da doÄŸmuÅŸtu, orada yaÅŸadı ölene kadar. Dünya kadar ününe raÄŸmen, semtine, sınıfına, kalbine ihanet etmedi.
 
Bu adam görüyordu; kalbi vardı çünkü.
 
Yanılmıyorsam, 1978 yılıydı. Ecevit’in baÅŸbakan olduÄŸu yıllar... John Berger, merak bu ya, Ä°stanbul’da bir varoÅŸ evine gider. Ne de olsa iÅŸçi sınıfından geldiÄŸi için varoÅŸta, yoksullar arasında, yaÅŸayan, ölmeyen, yitirmediÄŸimiz bir yan kalmıştır beklentisiyle bir varoÅŸ evini ziyaret eder, misafir olur.
 
Yoksulluk diz boyudur.
 
Ama John Berger, bu yoksulluÄŸun kolgezdiÄŸi, her yere, her ÅŸeye -insanların yüzlerine bile elbette- sirayet ettiÄŸi gördüÄŸü bu yoksulluktan, yoksullar arasından zenginleÅŸerek çıkar...
 
“Türk evi: Cennet” baÅŸlıklı bir makale olarak yazar, nasıl zengileÅŸtiÄŸini gösteren nefis bir metin.
 
EV’Ä°NE DÖN, TEVHÄ°D’İ TEMÂŞ EYLE...
 
Evine dön... Kalbine... Ä°çine... Kendine yani.
 
BaÅŸkalaÅŸma. Haddini aÅŸma. Ä°stikametten ÅŸaÅŸma.
 
Ä°çimiz boÅŸ, bomboÅŸ. Harap olmuÅŸ evimiz. Kalbimiz katılaÅŸmış, taÅŸlaÅŸmış. Kaskatı kalp insanın insanlığından çıktığına, uzaklaÅŸtığına, her ÅŸeyden önce kendine yabancılaÅŸtığına alâmet’tir, deÄŸil mi?
 
İnsan insanın yurdu, umudu ve ufkudur, demiştim.
 
Ä°nsan bir âlem’dir, bir dünyadır; âlemin ruhudur çünkü. Ruhtur insan.
 
Bu imtiyaz yalnızca insana lûtfedilmiÅŸtir.
 
Rabbinden üflenen ruha sahiptir; bundan büyük imtiyaz olur mu?
 
Ä°nsanın bu imtiyazı, suistimal etmemesi için emanet yüklenmiÅŸtir; hilafet yani kulluk emaneti. KulluÄŸunu bildiÄŸi zaman, kul olduÄŸunun bilincine erdiÄŸi zaman, insan, beÅŸerlikten insanlığa yükselir. Kulluk makamlarında yaptığı yolculukla kemâl merdivenlerini tırmanma ÅŸerefi lûtfedilir...
 
Rabbinin bütün isimleri ve sıfatları o yüzden yalnızca insanda tecellî ve tezahür eder; nebatat’ta tenzihî, hayvanatta teÅŸbihî özellikler, insanda ikisi birden sema eder, kendinden geçer, bir olur, birlik olur, tevhid olur; birleÅŸir, âlem kendine gelir, sükûnete erer...
 
İnsan, tevhid makamıdır: Tevhid yani sultanlık.
 
Sultanlığın en âlâ mevkisi kulluktur.
 
Kulluk, sultanlığın zirvesi. Kul olan, Rabbine kul olan, kula ve pula kulluktan kurtulur, sultan olur.
 
Ä°lâhî saltanatı, temâÅŸâ eder, seyre dalar, kendinden geçerek kendine gelir, kendine gelerek kendinden geçer... Kendini aÅŸar... TaÅŸar...
 
Mâverâ’ya, ötelerin ötesine kanat çırpar...
 
NE KADAR KÄ°RLENDÄ°N EY Ä°NSAN! ÜMMÎLEÅžMELÄ°SÄ°N O HÂLDE!
 
Ne kadar kirlendin ey insan!
 
Ne kadar uzaklaştın kendinden, nasıl da terkettin kendini, değil mi?
 
Kendini yani kalbini.
 
Kalbini yani kendini inÅŸa ettiÄŸin, kendine geldiÄŸin, içini, hazineni keÅŸfettiÄŸin evini, yurdunu, Hira’nı, maÄŸaranı.
 
Kabe kâinâtın, ev insanın kalbi.
 
Çok kirlenmiÅŸtin. Temizlenmen gerekti. Arınman, dirilmen, kendine gelmen...
 
ÜmmîleÅŸmen yani.
 
ÜmmîleÅŸmen için de maÄŸarana çekilmen...
 
Her insanın bir maÄŸarası vardır; maÄŸarası yani kendini bulduÄŸu, hakikatle buluÅŸtuÄŸu, beÅŸerlikten kurtulup hakikat olduÄŸu, insan olduÄŸu, eÅŸref-i mahlûkât olmanın sırrına erdiÄŸi Hira’sı, Hira yolculuÄŸu...
 
HÄ°RA’N HÄ°CRET’Ä°N SENÄ°N, KALBÄ°NÄ° BULACAÄžIN YURDUN, HAKÄ°KAT YOLCULUÄžUN...
 
Hira, maÄŸara deÄŸil. Hira, yolculuk. Hira, insanın hicreti: Ä°çine, evine, kalbine, kendine, Rabbine hicreti... Sabırla, çileyle, iradeyle, kalple örülen hakikat yolculuÄŸu çilesi, mücahedesi. Zihni harekete geçiren, zihni putlardan temizleyen önce; evet, önce insanı zihin putlarından, zihnini çaÄŸdaÅŸ hurafeler çöplüÄŸüne dönüÅŸtüren zihin putlarından temizleyen; arındıran, ümmîleÅŸtiren, kendine getiren; sonra kalbini onaran, kalbinde herkese yer verecek, herkesi kendine getirecek bir dünya inÅŸa eden ve nihayet insanlığı diriltici, kendine getirici ruhu yeÅŸerten bir direniÅŸ, diriliÅŸ ve varoluÅŸ yolculuÄŸu...
 
Hira, beşerin insanlaştığı, kendini aştığı, Rabbine ulaştığı yolculuğun adı. Zirveye, dağın en tepesine, zirvesine yapılan biliş, buluş ve oluş yolculuğunun. İlim, irfan ve hikmet yolculuklarının yani.
 
Hira, maÄŸara deÄŸil, dünya maÄŸarasından kurtulma yurdun, ufkun ve yolculuÄŸun senin...
 
Hira, maÄŸara deÄŸil, Hira senin kalbin; kalbini bulduÄŸun yerin; yerini bildiÄŸin, haddini bildiÄŸin, kendini bildiÄŸin, Rabbini bildiÄŸin, kalbine döndüÄŸün, kendine geldiÄŸin ve kendini aÅŸtığın, binbir çileyle ulaÅŸtığın, göklere yaklaÅŸtığın dağın zirvesi.
 
Hira aydınlanman, iç-aydınlanman, nurlanman, yerin ve göklerin Nûru Hakkın hakikatine, Hak bilgisine, hakikat bilgisine ulaÅŸman ve nihayet hakikat olma yolculuÄŸun... Öyleyse Hira’na sahip çık...
 
Hira’na çık: Hicret’ine... Evini, kendini, kalbini,
 
hakikati, ruhunu ve dünyaları keÅŸif yolculuÄŸuna...
 
Ve unutma: Her Hira bir inkılaptır; her ev bir Hira!
 
Vesselâm.
 
 
YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.