Selahattin Çakırgil: De Gaulle bize ancak değerlerimizle var oluruz demişti
De Gaulle, 1968 sonunda Türkiye'yi resmen ziyareti sırasında Meclis'te yaptığı konuşmada, 'Siz büyük bir tarihi olan bir ülke ve halksınız, Avrupa Birliği içinde yer almaya çalışmanızın yanlışlığını düşününüz.. Sizin bir Muhteşem Süleymanınız, bir Mimar Sinanınız, Bâqi gibi bir büyük şairiniz var.. Siz dünyada ancak kendi değerlerinizle yer alabilirseniz saygıyla karşılanırsınız..' mânâsına gelen görüşler dile getiriyordu,
Gençlik yıllarımızda, dünyada ve ülkede cereyan eden hadiseleri, iletiÅŸim imkanlarına ulaÅŸabildiÄŸimizce ve onların yansıtabildiÄŸi kadarıyla anlamaya, deÄŸerlendirmeye çalışıyoruz arkadaÅŸlarımızla.. Okullarda öÄŸrendiÄŸimizi zannettiÄŸimiz yabancı dilleri günlük hayatta iÅŸe yarar hâle getirmek mümkün deÄŸil.. Çünkü, hem yabancılar gelmezdi, hem de bizim yazı dilindeki kurallarla öÄŸrendiÄŸimiz o dillerin günlük hayattaki konuÅŸmalarda pek yeri yoktu. Zengin aile çocukları da deÄŸildik ki, Londra veya Paris'e gidip oralarda öÄŸrenelim..
Ayrıca, turistler, parmakla gösterilecek kadar az idi. Olanlar da bizim dünyamıza aid deÄŸillerdi.. BaÅŸka ülkelerden gelen Müslümanlarla ise, hem onların diliyle konuÅŸamadığımız için irtibatımız sadece 'selâm aleyk ve aleykumselam'la sınırlı idi; hem de o yabancılarla neler konuÅŸtunuz diye sorguya çekilme korkusu hâlâ sürüyordu. Ama, özellikle Sovyet Rusya'dan gelenlerle hiç konuÅŸamazdık. Hattâ, Türkçe bilenleriyle de.. Ve onların, 'esaret'ten kurtulması için dua eder ve kendimizi 'hür' sanır; durumumuzu sorgulamazdık. Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti'nin, dergisinde yayınladığı, 'Nerde benim Altay- Ural daÄŸlarım.. /AkÅŸam olur-sabah olur, aÄŸlarım..' gibi mısralarla bezeli ÅŸiirleri, büyük Turan dünyasının kurtarılması gibi idealleri bazı genç beyinlerde yine de etki uyandırabiliyordu.
Radyo sadece devlet elindeydi.. Matbuat da tamamiyle programlanmış olarak, topluma, kemalist-laik ideolojinin istediÄŸi bir bakış açısı kazandıracak ÅŸekilde yayınlanıyordu. Bir de 'Polis radyosu var, o serbest..' diyorlardı, ama orada da herhangi bir görüÅŸ açıklamak yok, sadece TRT'nin kalite ölçülerine uygun bulunmadığı söylenen ÅŸarkılar-türküler ve süzgeçten geçen dinleyici telefonlarından bazı bölümler yayınlanıyordu. Ama, hemen bütün komÅŸu ülkelerde var olan TV yayınları Türkiye'de henüz yoktu ve nasıl bir ÅŸey olduÄŸunu bilmiyorduk.
Yugoslovya'dan göç edip gelen tanıdıklarımızın evine gittiÄŸimizde, gelirken diÄŸer ev eÅŸyası meyânında getirdikleri ve evin bir köÅŸesine kurdukları TV'ları görürdük, ama, haliyle herhangi bir yayını alması mümkün eÄŸildi. Åžimdiki gibi 'uydu'lardan yapılan yayınlar da yoktu ki, oralardan alınsındı..
Öyle bir dönemde günlük gazetelerde Müslüman halka yakın gelen bir gazete de pek yoktu.. 'Tercüman' gazetesinin yıllar yıla bitmeyen Adalı Halil, Koca Yusuf, Aliço vs. gibi namlı pehlivanların güreÅŸlerinin günler- aylar-yıllar boyu devamlı anlatılıp durduÄŸu 'pehlivan tefrikaları' halkın bir kesiminin ilgisini çektiÄŸi için onlara en yakın yayın organlarından birisi olarak görülüyordu. Bu yayınlar, siyasî konulardan daha fazla ilgisini çekiyordu, kahvehane cemaatlerinin. Bir ara 'Yeni Ä°stanbul' gazetesi vardı, sahibi el deÄŸiÅŸtirince çizgisi de deÄŸiÅŸmiÅŸti.. 'Bâb-ı Âli'de SABAH gazetesinin ve daha sonra 'Bizim Anadolu' gazetesinin devreye girmeye çalıştığı haberlerini alıyorduk..
Güç imkânlarla çıkarılmaya çalışıldığı, kağıdından, baÅŸkısından, renkli fotoÄŸraflara yer verememesinden de anlaşılan Yeni Ä°stiklal, Büyük DoÄŸu, Hilâl, Toprak, Serdengeçti vs. gibi dergilerde kendimize aid bir takım yarım cümleler bulmaya çalışıyor ve bulduÄŸumuzda onlarla bile memnun oluyorduk.
Ben de bu arada, 1961'lerden itibaren dünyada yaÅŸananlar üzerine, bazı dergilere ve 'Yeni Ä°stanbul' gazetesinin 'Gençlik KöÅŸesi'ne yazılar gönderiyorum.. Bazıları yayınlanıyor, bazıları özetleniyor, bazıları olduÄŸu gibi yer veriyorlardı.
(Tabiî bu arada belirtmeliyim.. Ankara'da SaÄŸlık Okulu'nda yatılı olarak okuduÄŸum öÄŸrencilik yıllarımda, okulun kültür iÅŸleri bana tevdi edilmiÅŸti. Bu arada radyonun bütün okula hoparlörle verilecek ÅŸekilde bazı saatlerdeki yayınlarının açılıp kapanması da benim elimdeydi. Cuma sabahları 07.00 civarında Kur'an okunurdu radyodan.. O zaman radyoyu mutlaka açardım.
Bir de haftada ve bazen de 15 günde bir, bir duvar gazetesi hazırlayıp asıyordum koridordaki duvara.. Bu duvar gazetesinde bir-iki makale yazıyordum, gerisi de öÄŸrencilerin görüÅŸleri, ÅŸiirleri vs. ile doluyordu.
En azından 450-500 kiÅŸilik bir okuyucu /öÄŸrenci kitlem vardı.. 40-50 kadar da, çoÄŸu doktor olan hocalar.. O koridordan geçerken öÄŸretmenlerin bir çoÄŸu da o duvar gazetesini okuyorlardı..
Süreyya Bey isimli bir Dr. Hocamız vardı.. Çok gösteriÅŸli birisiydi ve âdetâ diÄŸer hocalardan daha seçkin birisi gibi bir havası vardı. AÄŸabeyi Muzaffer Bey'in de M. Kemal'in özel doktorlarından olduÄŸunu söylerdi, yeri geldiÄŸinde.. Bu hocalar sırayla, geceleri nöbet tutarlardı, okulda.. Onun nöbetçi olduÄŸu bir gecenin sabahı beni çağırttı. Gittim, odasına.. Bana derslerinde özel bir itibarı vardı. Çünkü, sözlü imtihana kaldırdığı öÄŸrencilerin bilmediÄŸi bir konu olursa, ve kimseden doÄŸru cevap gelmezse, bana, 'Sen söyle..' der, verdiÄŸim cevab üzerine, beni hiç sözlü imtihana kaldırmadan, en yüksek numarayı sessizce yazardı not defterine.. Yani aramızda böyle bir irtibat vardı.
Åžimdi bu hoca beni sabah erkenden odasına çağırmıştı.. 'Bak evlâdım, dedi; sabahın erken saatinde, henüz öÄŸrencilerin bir kısmı yatarken, radyoyu açtın ve Kur'an dinlettin herkese.. ÇoÄŸunun belki abdesti bile yoktu veya belki de gusl alması gerekiyordu. Duvar gazetesindeki baÅŸmakaleni de okudum. Hz. Peygamber'le ilgili bir yazı yazmışsın.. Yazıya da itirazım yok.. Ama, henüz bu yaÅŸta bu konularla ilgilenmeni ve yazmanı doÄŸru bulmam.. Beni Hz. Peygamber'e karşı birisi zannetme.. Bak, ben Encyclopaedia Britannica'yı takib ediyorum. Bunu çok az kiÅŸi takip eder.. Orada onun Hz. Peygamber'in hakkında yazılan bir makaleyi okudum geçenlerde.. Sonunda, Hz. Peygamber hakkında, 'O beÅŸeriyetin en büyük insanlarından birisi idi..' deniliyordu. Bu Ä°ngilizler öyle kimseye kolayca ihtiramla yaklaÅŸmazlar. Ama, senin bu konularla meÅŸgul olmanı istemem..' diye ikaz etmiÅŸti.
Tamam mı evlâdım..' dedi, ben dinlemekle yetindim ve çıktım.
Onu anlamakta zorlanmıştım. 'Ne şiş yansın, ne kebab..' kabilinden mi konuşuyordu; yoksa, hedefi neydi?
Bunu, bizim gençliÄŸimizin geçtiÄŸi zaman tünelinin anlaşılması için bir örnek olarak aktarıyorum. Bu ikazın bana öÄŸrettikleri olmadı mı? Olmaz olur mu?
Demek ki, en mâkul, aklı başında olan bir öÄŸretmenimiz bile böyle düÅŸünüyorsa, gerisini artık siz hesab ediniz.. Nitekim, Okul müdürü olan bir diÄŸer doktor, 20-22 sene öncelerde ölen bir siyasetçi için yapılan bir resmî anma /aÄŸlama toplantısında, bir 'büst'e dönerek, aÄŸlıyor, ve 'Sana inanıyoruz, sana tapıyoruz..' diyordu. Ama, bizim birkaç arkadaÅŸla -o da, en alt kattaki kalorifer dairesine serdiÄŸimiz bir battaniye üzerinde- namaz kıldığımızı bildiÄŸinden; çağırdığında, 'Evlâdım, benim annem-babam da hacca gitmiÅŸlerdir, ve ben de namazımı gizlice kılarım.. Ama, burada böyle konuÅŸmamız gerekiyor.. Fazla bir dinî görüntü vermemeye dikkat edin..' derdi.)
Bu anlattıklarım, 1960-62'lere ait idi. Aslında 65-70 arasında da değişen fazla bir şey yoktu.
1966-67'lerde dünyada meydana gelen en çarpıcı hadiselerin başında Haziran-1967'deki '6 Gün Savaşı' ve Ä°srail rejimi ile Mısır, Suriye ve Ürdün rejimleri arasında meydana gelen ve bu üç ülkenin Ä°srail rejimi karşısında çok ağır ve korkunç bir yenilgi almaları ve onun ağır sonuçları geliyordu. O konu üzerinde daha önce etraflıca durmuÅŸtuk..
Bunun dışında, Afrika'da 1960'larda baÅŸlayan 'bağımsızlık mücadeleleri ve hareketleri' ilgimi çekiyordu.. Kongo'da, Patrick Lumumba'nın baÅŸlattığı ve amma Amerikan istihbarat ajanlarınca kaçırılıp bir uçakta korkunç iÅŸkenceler altında öldürülmesiyle baÅŸka mecralara kayan ve sonra da kanlı kabile savaÅŸlarından sonra Kongo ve Çombe liderliÄŸinde Orta Afrika Cumhuriyeti diye ikiye bölünüÅŸ.. Gana'da Nkrumah, Kenya'da Yomo Kenyatta, Senegal'de Abdi Diouf, büyük bir Müslüman kitlenin bulunduÄŸu Tanzanya'da Nyerere'nin liderliÄŸinde verilen mücadeleler.. Kezâ, Güney Afrika'daki beyaz ırkçı rejimin zulmüne karşı direnen siyahî kitlelerin ve onların lideri Nelson Mandela'nın verdiÄŸi çetin mücadeleler, derilerinin rengi siyah olduÄŸu için hayvandan bile aÅŸağı tutulan kitlelerin gözyaÅŸları.. O mücadelelerin önde gelenlerin isimlerinden dünyaya yansıyan çarpıcı görüÅŸler..
Ve.. Sonra, bu mücadelelerin birçoÄŸunun kendi içinden ihanete uÄŸraması ve emperyalistlerin direkt olarak yapamadıklarının, kendilerini o emperial güçlere satmış, beyinlerini kiralamış, kuklalaÅŸmış yerli ajanlar eliyle yapılması..
Afrika'nın nüfusu en yüksek olan ülkelerinden Nijerya'da Ebubekr Bello liderliÄŸinde mücadeleler sonunda, Müslümanlar iktidara gelmiÅŸlerdi ama, kısa süre sonra, Ebubekr Bello ve arkadaÅŸları katledilmiÅŸti. Ama, iktidarı ele geçirenler ve arkalarında duran emperial güçler istedikleri ÅŸekilde duruma hâkim olamayınca..
Nijerya'nın kuzeybatısında 'Biafra' diye ayrı bir devlet kurmaya kalkıştılar Hristiyan azlık için; Yaqubu Gowon liderliÄŸinde.. Ä°ç-savaÅŸ yıllarca sürdü, 1,5 milyondan fazla insan can verdi ve sonunda Biafra yenildi, devlet olamadan yok oldu.. *
Bu hadiselerin yanında, Avrupa ve Amerika'da büyük sosyal çalkantılar devam ediyordu. Latin Amerika'da hemen her ülkede birbiri ardından, ardı-arkası kesilmeyen askerî darbeler olup durmaktaydı.. Tıpkı Suriye'de olduÄŸu gibi.. Evet, o sıralarda Suriye'de de her 6 ayda bir askerî darbe oluyordu. (Ki, sonuncusunu 1968'de General Hâfız Esed gerçekleÅŸtirmiÅŸ ve darbe dönemini kapatmıştı. Çünkü, önceki darbelerde, darbecilerin arkasında duran, dayandıkları bir halk kitlesi yoktu. Hâfız Esed ise, yüzde 11-12'lik bir halk kitlesini oluÅŸturan bir inanç grubuna, Nusayrîlik denilen ve Åžia'da 7 Ä°mam Mezhebi olarak ortaya çıkan ve -bugün Ä°ran'da hâkim olan-12 Ä°mam -Ä°mâmiye-i Ä°snâaÅŸeriyye -veya Caferî-Mezhebi'nce sadece mezheb dışı deÄŸil, inançlarındaki karanlık noktalar dolayısiyle Müslüman da sayılmayan Ä°smailîlerin uzantısı olup, Mısır'da Fatımîler olarak bilinen bu grubun Suriye'deki ismi olan halk kitlesine dayanıyordu; çünkü kendisi de o gruptandı..)
Fransa'daki deÄŸiÅŸimlere de bakmak gerekiyordu. General Charles de Gaulle (Dö Gol) 'ün iktidara geliÅŸi üzerinden 5 sene kadar bir zaman geçmiÅŸti. Ki, hatırlayalım, bu ülke, Ä°kinci Dünya Savaşı sonrasından beri sokaklarda sürünüyordu ve hükûmetler gelip geçiyor, 2, 3, 4 ve 5. Cumhuriyet diye numaralamalardan sonra, zamanın Devlet BaÅŸkanı tarafından iÅŸbaşına davet olunan General Charles de Gaulle döneminde ise, ülke kısa zamanda disiplin altına alınıyordu. Ve, Fransa, Büyük Okyanus'da, kendi hâkimiyetinde olan Morurua adasında yaptığı baÅŸarılı denemeyle kendisinin de bir nükleer güç olduÄŸunu açıklıyor ve De Gaulle, arkasından da, Fransa Ordusu komutanlarının, yabancı komutanların emri altında bulunmasına artık bir son vermek gerek diyerek, 1966'da Fransa'yı NATO'nun askerî kanadından çekiyor ve bir süre sonra da dünya para sisteminin Dolar'a deÄŸil, eskiden olduÄŸu gibi 'altın'a indekslenmesi gerektiÄŸine dair sözleriyle Amerikan emperyalizminin hışmını üzerine çekiyordu.
De Gaulle, nev'i ÅŸahsına münhasır, örneÄŸi az görülen liderlerden biriydi.
Ä°ktidara geldiÄŸinin ilk 6-7 ayında, Cezayir'de 1,5 milyona yakın Müslümanın hayatına mal olan Ä°stiklâl /Bağımsızlık Savaşı' üzerine, konuÅŸmalarını, 'Cezayir demek Fransa demektir, YaÅŸasın Fransa Cezayiri..' diye bitirmiÅŸken, bu çetin meselenin, bağımsızlığı kabulden baÅŸka bir yolunun olmadığını anladığı zaman, 'YaÅŸasın Hür Cezayir!' diyecek kadar kesin kararlı ve bu konuda Cezayir'deki 1,5 milyonluk dev Fransız ordusunun Fransa'yı iÅŸgal etmek tehditlerine bile teslim olmayan bir liderlik göstermiÅŸti. (Ki, bu konuya daha önce deÄŸinilmiÅŸti..)
De Gaulle, 1968 sonunda Türkiye'yi resmen ziyareti sırasında Meclis'te yaptığı konuÅŸmada, 'Siz büyük bir tarihi olan bir ülke ve halksınız, Avrupa BirliÄŸi içinde yer almaya çalışmanızın yanlışlığını düÅŸününüz.. Sizin bir MuhteÅŸem Süleymanınız, bir Mimar Sinanınız, Bâqi gibi bir büyük ÅŸairiniz var.. Siz dünyada ancak kendi deÄŸerlerinizle yer alabilirseniz saygıyla karşılanırsınız..' mânâsına gelen görüÅŸler dile getiriyordu, hatırımda kaldığına göre.. Yanlış da deÄŸildi sözleri.. Ondan sonraki AB liderleri ise, Türkiye'ye, yıllarca 'Åžu hareketi yapın, bu hareketi de yapın..' deyip istediklerini yaptırıyorlar , sonra da yine 'Hayır!' diyorlardı, AB üyeliÄŸi için.. *
De Gaulle, 1969 ortalarındaydı, Kanada'ya resmî bir ziyarette bulunuyor ve ziyaretinin son günlerini de Fransızca konuÅŸulan Québec eyaletine ayırıyordu. De Gaulle bu eyalette hele de eyalet baÅŸkenti olan Montreal'de coÅŸkun tezahüratla karşılanıyor ve o da o coÅŸku karşısında yaptığı konuÅŸmasını 'YaÅŸasın Hür Québec!' sözleriyle noktalıyor ve Québec'teki ayrılıkçı cereyanın gücü de zirveye tırmanıyordu. Ama, Kanada Hükûmeti, derhal 'De Gaulle'ü, -misafiri evden koÄŸmanın diplomasideki ibaresi olan- 'Persona non grata!/ Ä°stenmeyen Adam' ilân ederek, 48 saat içinde Kanada'yı terk etmeye çağırıyor ve o da Kanada'dan, daha da güçlenmiÅŸ büyük bir 'fransız nasyonalisti' olarak dönüyordu.
De Gaulle 1969 sonunda, Fransa'nın idarî taksimatında yapmak istediÄŸi deÄŸiÅŸiklikler için referanduma gitme kararı vermiÅŸti. De Gaulle, 'Referandumda önerdiÄŸi deÄŸiÅŸikliÄŸin reddi halinde bunu, halkın kendisine olan itimadının kaybolduÄŸu mânasına alacağını' açıklayıp, önerdiÄŸi deÄŸiÅŸiklikle ilgili olarak yapılan referandum'da 49.50'ye karşı 50.50'lik, yani yüzde yarımlık bir ekseriyetle reddedilmesi üzerine derhal istifa edip doÄŸduÄŸu köyüne çekildi ve iki sene sonra da vefat etti Vasiyetnâmesi açıldığında, 'köylülerinden ve akrabalarından baÅŸka kimsenin, kilisede yapılacak törende bulunmamasını, sâde bir mezar taşına da, yalnızca 'DoÄŸum tarihi (1890) ve ölüm tarihiyle Charles de Gaulle' yazılmasını istediÄŸi görülüyordu.
Fransa devleti ise, De Gaulle için iki hafta sonra Paris'te, ünlü 'Notre dan de Sion Katedrali'nde dünya liderlerinin katıldığı bir resmî anma toplantısı tertib etmiÅŸti, o kadar..
Kaynak: Fikriyat
Henüz yorum yapılmamış.