Yasin Aktay: Batılı söylem olarak sekülarizmin evrensellik iddiası
Follow @dusuncemektebi2
Postmodern denilen dünyayı niteleyen en önemli özelliklerden birisi insanların inanacakları, yoluna kitlesel olarak seferber olacakları büyük davaların, büyük hikayelerin, onun deyimiyle meta-anlatıların hükmünün kalmayacak olmasıydı.
Özgürlük, eÅŸitlik, sosyalizm, aydınlanma, adalet gibi 19. ve 20. yüzyılın tarihinde büyük rol oynamış bu meta-anlatılar sona erecek, insanlar artık daha yerel, daha mikro düzeyde ve son derece çoÄŸalmış hikayeleriyle baÅŸbaÅŸa kalacaktı.
Bu, postmodernlerin bir ideali veya arzusu deÄŸildi elbet, bir durum tespiti idi. Ancak bir durum tespiti olarak bile fazlasıyla aceleye gelmiÅŸ olmalıydı. Çünkü insanlığın kendine yeni putlar edinmesinin tarihi kolay kolay sona erecek gibi deÄŸil. Meta-anlatılar nihayetinde insan doÄŸasında içkin sanal gerçeklikler inÅŸa etmek ve insanları bunlara inanmaya sevketme dürtüsünün doÄŸal sonuçları. Ä°nsanların kendi putlarını kendileri yapıp onlara bir alıcı bulmalarının tarihinin insan var oldukça sonu olmuyor.
Daha postmodern dönemlerde Batı hegemonyasının kendi anlatısını sürdürme adına diktatörlükler altında inim inim inleyen geri kalmış bölgelere “demokrasi götürme” anlatısı bir süre daha etkili biçimde berdevam oldu. Bu büyük anlatı adına Afganistan’a, Irak’a “demokrasi” götürülmedi mi? Bu yeni büyük anlatıya insanları ikna etmek için hiçbir argüman ileri sürülmedi; 11 Eylül saldırılarının toz dumanı içerisinde ABD ve müttefikleri insanları her türlü hikayeye mazur görülmüÅŸ bir ağıt kipinde ikna edebildi.
Kabul edelim ki, Irak’a demokrasi götürüp ekmiÅŸ ABD ve müttefiklerinin oradan nasıl terör biçebilmiÅŸ olduklarını hiç kimse yeterince sorgulamadı. Bilahare ABD ve bütün bir Batı ittifakının güvenlik anlatısını dayandırdıkları sözümona “Ä°slami terör” demokrasi götürdükleri bölgelerde neÅŸet edip durdu ve kendi savaÅŸlarına ihtiyaç duydukları haklılığı saÄŸladı. Tabii bu haklılık veya büyük anlatıların ikna ediciliklerinin bir emrivaki kurma gücüyle doÄŸrudan irtibatlı olduÄŸunu ayrıca görmek gerekiyor.
Belki bu fiili güce iÅŸaret eden en büyük anlatılardan biri de sekülerleÅŸme anlatısıdır. Sekülarizm Batı’nın bugünkü dünyada kendini tanımladığı ve evrensellik iddialarını da dayandırdığı en önemli bileÅŸenlerden birisidir. SekülerleÅŸme Batı’yla özdeÅŸleÅŸmiÅŸ bir kavram olarak aynı zamanda Ä°slam’ın da karşıtıdır.
Dolayısıyla evrensel bir deÄŸer olarak sekülerleÅŸmede mesafe kat edildikçe, Batılı hegemonyanın, yani modernizmin de mutlak zaferine doÄŸru adım adım gidildiÄŸi kabulü zihinlere yerleÅŸik bir kaziye gibidir. Niyazi Berkes’in “Türkiye’de ÇaÄŸdaÅŸlaÅŸma” isimli meÅŸhur eserinde, çaÄŸdaÅŸlaÅŸmanın zihinsel ve kurumsal anlamda batılılaÅŸmayla, onun da sekülerleÅŸmeyle aynı anlamda kullanıldığı malumdur.
Buna mukabil Ä°slam’ı çaÄŸrıştıran ve gündeme getiren bütün tezahürler, yansımalar, semboller, evrensellik iddiası olan sekülerleÅŸmeye bir itiraz, iÄŸreti bir istisna ve bir skandal gibi yansıtılır.
Salman Sayyid’in analizlerine göre sekülerleÅŸme söylemlerinin bu direniÅŸi kırma konusunda sarıldıkları baÅŸka bir yan-söylem var ki, o da Ä°slam’ın içinden, tıpkı benzer direniÅŸleri sergileyebilecek baÅŸka kültürlerin içinden olduÄŸu gibi, sekülerizme paralel hareketler, düÅŸünceler ve eÄŸilimleri önplana çıkarmak. Böylece özü itibariyle Batı patentli olsa da sekülarizmin evrensellik iddiasına sarılmak oluyor.
Nitekim Müslümanların sekülerleÅŸmesi adına bazı Müslümanların serzeniÅŸi yoluyla da olsa ortaya konulan söylemler bu iddiaları desteklemiÅŸ oluyor: SekülerleÅŸmeyi Ä°slam’ın veya Müslümanların içinde de tezahür edebilecek kadar evrenselleÅŸtirmek.
Oysa Batılı hegemonyanın güçlü anlatılarından birisi olarak sekülerleÅŸmenin göze çarpan en büyük iddiası evrensellik iddiasıdır. Bu evrensellik iddiası dünyanın her yanında ve her kültürde bulunabileceÄŸi gösterilerek ispatlanmaya çalışıldığı gibi aynı zamanda eninde sonunda bütün insanlığın ulaÅŸacağı bir evrim çizgisinin nihai noktası olarak da sunulur. O yüzden bugün bu mukadder evrim yolunun önünde engel gibi görünen Müslümanlar bile eninde sonunda sekülerleÅŸecektir.
Ünlü felsefecilerden Charles Taylor’un bir süre önce (2007) yayınlanan ve Templeton Büyük Ödülü’nü alan “Seküler ÇaÄŸ” isimli devasa kitabı da (Türkçesi, Dost Körpe, Ä°ÅŸ Bankası Yayınları) bu anlatıya büyük bir sadakatle baÄŸlı olarak dünyada bütün kültürlerin ve inançların kendi içlerinde mündemiç olan seküler aklı nasıl bulduklarını göstermeye çalışıyor. Aslında Taylor bütün çalışmalarını çok kültürlü, barışçıl bir dünyanın inÅŸasına adamış dindar bir Katolik bile sayılabilir, ama onun da bütün felsefi gücüyle yayılmasına hizmet ettiÄŸi bu sekülerleÅŸmenin evrenselliÄŸi anlatısı, postmodernlerin geride kaldığını düÅŸündükleri anlatı örneklerinden biri haline geliyor.
Bu anlatıyla baÅŸetmek Salman Sayyid’in “Hilafeti Hatırlamak”ta giriÅŸtiÄŸi Müslüman öznelliÄŸinin inÅŸası arayışında önemli bir adım.
Belki bu anlatıyı felsefi olarak birkaç soruyla sarsmayı deneyebiliriz. ÖrneÄŸin, sekülerleÅŸmenin izlerinin en eski zamanlarda bulunuyor olduÄŸunu görmek onun evrenselliÄŸinin mi iÅŸareti yoksa alabildiÄŸine arkaik bir tutum oluÅŸunun mu?
Veya dünyanın bütün kültürlerinde bu düÅŸünceye veya tutuma yönelik eÄŸilimlerin olması yine onun evrenselliÄŸini deÄŸil de, aÄŸyarını mani efradını cami kılamayan bir karışım olduÄŸunu mu gösteriyor? Buradan ilerleyelim..
YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.