Sosyal Medya

Kudüs asıl kimindir?

“Aslında Kudüs kimin?” sorusunun cevabı koskoca tarihe dönüp baktığınızda kendiliğinden ortaya çıkıyor. Kudüs, ismine Yeruşalim diyenlerin değil, ‘Yeruşalim’ ifadesinin anlamı olan ‘barış beldesi’ni tesis edenlerin, Arapça ‘kuds’ kelimesindeki bereketi topraklarına getirenlerindir.



Tarih medeniyetler, medeniyetler de şehirler etrafında şekillenir. Şehirlerin medeniyet kurucu, düşünce mayalayıcı etkilerini anlamadan tarihi anlamak ve günümüzü açıklamak mümkün değildir. Yeryüzünde yükselen pek çok şehrin arasında başka bir şehir yoktur ki yaklaşık 5 bin yıldır herkes onu elde etmek istesin ve herkes için mukaddes bir belde olsun. Bu şehir Kudüs’tür.
 
Tarihçilerin kuruluşunu M. Ö. 4000 yıllarına kadar uzattığı bu belde dinî kaynaklarda daha eskiye gider ve Yüce Allah’ın dünyayı yaratmaya başladığı mekan olarak taçlandırılır. İbranice “Yeruşalim” yani “Barış Beldesi” anlamına gelen şehir Arapça “Kuds” yani “Bereketli, mübarek olan” anlamındadır. Kudüs’ün vahiy kültüründe özel bir mevkisi vardır.
 
Hükümdar-peygamber Hz. Davud’un M. Ö. 11. yüzyılda Kudüs şehrini ele geçirip burayı krallığının başkenti yapmasıyla şehrin mukaddesliğinin yanı sıra günümüze dek sürecek siyasi kimliği de belirlenmiş oldu. Ardından gelen yine hükümdar-peygamber Hz. Süleyman’ın zamanında adeta dünyanın siyasi merkezi haline geldi. Hz. Süleyman tarafından inşa edilen Mescid-i Aksa yani Batılıların deyişiyle Süleman Mabedi, ihtişamın somutlaşmış şekli gibiydi.
 
Hz. Ömer’in emannâmesi
 
Kudüs öyle cazibeli bir merkezdi ki, Osmanlı dîvan şiirinde sık sık geçen mum ve pervane benzetmesini hatıra getirmekteydi. Devletleri şiirlerdeki aşık pervanelere benzetecek olursak, Kudüs kendilerini aşkla çarptıkları ateş gibiydi. Bu nedenle Ortadoğu dediğimiz bölgede egemen olan her güç mutlaka Kudüs’e yöneldi.
 
Hz. Davud’un şehri alarak başkent ilan etmesinden sonraki dönemlerde şehir Babil kralı Nabukadnezar’ın, Perslerin, Bü-yük İskender’in, Romalıların, Müslüman Arapların, Selçuklu Türklerinin, Fatimîlerin, Haçlıların, Memlüklülerin, Osmanlıla-rın, İngilizlerin ve İsrail Devleti’nin eline geçti. Ama Kudüs her el değiştirdiğinde insanlara sunduğu ya barış ve bereket ya da acı ve ızdırap oluyordu. Tarih göstermekteydi ki Kudüs kenti bir ayna gibiydi. Her medeniyet şehri alarak kendisini Kudüs aynasında izliyor ve insanlığa da onu Kudüs üzerinden yansıtıyordu.
 
Hükümdar-peygamberler Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın adaletli yönetiminde Kudüs şehri barış ve bereket kaynağı oldu. Fakat peygamberlerin kurduğu sistemden sonra Yahudilerin bu anlayıştan uzaklaşması ve birbirlerine düşmesi acı ve ızdı-rabı hazırladı. Doğudan gelen Babil kralı Nabukadnezar, şehre ateş ve kan getirdi. Şehir ve Hz. Süleyman Mabedi yerle bir edildi. Yahudiler topluca sürüldü.
 
Babillilerin Perslere mağlup olmasıyla Yahudiler Kudüs’e döndü. Kral Herod Hz. Süleyman Mabedi’ni tekrar inşa etti. Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa’nın yaşadığı yıllarda yine topraklar barış ve bereket havasını soludu. Fakat bu kez Kudüs’e Batılı bir güç geldi: Romalılar!
 
Romalılar kan ve gözyaşı getirdi Kudüs’e. Yahudiler M. Ö. 138’de Romalılara karşı bir ayaklanma başlattı. Bu ayaklanma da M. Ö. 135 yılında Romalı Hadrianus tarafından bastırıldı ve şehir ikinci bir yıkıma uğradı. Hadrianus şehri daha sonra yeniden inşa etti ve Elya Kapitolino adını verdi. Yahudiler M. Ö. 66 yılında Bizans kralı Titus’a karşı yeni bir ayaklanma başlattı. Bu ayaklanma dört ay sürdü ve ayaklanmanın bastırılmasından sonra Titus, Yahudileri şehirden tamamen sürdü. Şehir pagan Roma kültüründen Hristiyanlık’a 627’de Bizans eliyle geçti. Ama Hristiyanlar kente Yahudilerin girmesini yasaklamıştı. Yahudiler şehre giremediler ta ki Müslümanlar gelene kadar.
 
Kudüs Müslümanların ilk kıblesi, Hz. Peygamberin “isra” yani “gece yürüyüşü” yaptığı mukaddes bir beldedir. Takvimler 637 yılını gösterdiğinde bu kez Kudüs’e isra yolculuğunu yapan Hz. Muhammed’in ashabı Kudüs’ü fethetti. Peki ne getirdi Müslümanlar Kudüs’e? Tıpkı Hz. Davud ve Hz. Süleyman dönemindeki barış ve bereketi. Halife Hz. Ömer Kudüs şehri fethedilince devlet başkanı olarak hizmetkarı ile tek deveye sıra ile binerek Kudüs’e geldi. Kudüs’ün anahtarını Hıristiyan patrik Sophrinius’tan aldı. Karşılığındaysa Kudüs’ün Hıristiyanlarına bir emannâme verdi. Emannâme ile Hıristiyanların canları, malları, kiliseleri bağışlanmış, inançları konusunda zorlamaya tabi tutulmayacaklarına dair teminat verildi. Kudüs 637 yılından itibaren yine barış ve bereket kaynağı oldu. Ta ki batıdan yine bir zorba güç yani haçlılar gelene kadar.
 
Hz. Ömer’in Kudüs’ü İslam dairesine yani aslına döndürmesinden sonra 11. yüzyıla dek şehrin barış ve bereket kaynağı olması sürdü. Bu arada faklı idareciler ve devletler arasında el değiştirdi ama esas olarak şehir İslam medeniyet ve inanç dairesinde olduğundan hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler için bir esenlik beldesiydi. Fakat Avrupa’da Papalık tarafından düzenlenen Clermont konsülünden yükselen kışkırtıcı bir ses, yaklaşan felaketi haber veriyordu. Papalık önderliğinde Avrupa şövalyeleri ve onların peşine takılan fanatik bir Hristiyan kalabalık Kudüs’ü almak için Ortadoğu’ya aktı. Şehir 15 Temmuz 1099’da düştü. Şehre giren haçlılar kan ve gözyaşını da beraberlerinde getirdi. Haçlı seferlerinin tarihçisi o günün tanıklığını şöyle döktü satırlarına:
 
“Müslümanların bir kısmına merhamet edildi ve bunların yalnızca başları vuruldu. Diğerlerinin göğsü kulelerden atılan oklarla delindi. Diğerleri ise canlı canlı yakıldı. Evler ve sokaklar insan başlarından, ellerinden, ayaklarından oluşan yığınlarla doluydu. Şövalyeler ölü bedenleri çiğneyerek sağa sola koşardı. Askerler atlarının dizine dek ulaşan kan denizinde ilerledi”
 
Bu vahşet tablosu içinde ne sinagoglar ne de camiiler korunamadı. Haçlı fanatizmi Hz. Ömer’in emannamesine karşılık Kubbetüssahra’ya ve diğer camiilere haç dikmeyi yeğledi. Kudüs Haçlıların elinde yine acı ve ızdırap beldesi oldu. Ama Haçlıların zulüm dolu idaresinden 88 yıl sonra büyük Müslüman hükümdar Selahaddin Eyyubî, Haçlıları önce Hıttîn savaşında mağlup etti ardından da Kudüs kentini kuşattı ve bir Miraç kandili günü şehri Haçlı yönetiminden kurtardı. Hıristi-yanlar 88 yıl öncesinin intikamını beklerken Selahaddin Eyyubî gayrimüslimleri bağışladı. O kadar ki Hıristiyan dünya Kudüs’ü ellerinden aldığı için hem Selahaddin’i hiç affetmedi hem garip bir şekilde bu merhametine olan hayranlıklarını itiraf etmekten kendisini alamadı.
 
En bahtiyar mevsim
 
Büyük Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim 1517’de Kudüs’e girdiğinde bu mukaddes şehir için çok önemli bir dönem de başlamış oluyordu. Çünkü Osmanlılar Kudüs şehrinin çoklu dinî yapısını adeta bir kimya formülü titizliği ve hassasiyeti ile yüzyıllar boyu muhafaza etti.
 
Yavuz Sultan Selim döneminde korunan Hz. Ömer emannamesi ile gayrimüslimler huzur içinde hayatlarını sürdürdü. Ama bu kadarla kalmadı. Şehir imar edildi. Kanuni Sultan Süleyman Yahudilerin “Ağlama Duvarı” olarak adlandırılan bölgede ibadet etmelerine izin verdi. Şehrin Yafa kapısı üzerine yazdırdığı “La ilahe İllallah İbrahim Halilullah” ifadesiyle bir İslam Devleti olarak himayesinde yaşayan Hıristiyan ve Musevilere Kudüs’ün onlar için de bir esenlik beldesi olduğu teminatını veriyordu.
 
Bunun yanında yüksek rütbeli Kudüs kadısına her mezhebin davalarını görecek farklı kadı yardımcıları atanması ve Kanuni’nin hasekisi Hürrem Sultan’ın her gün 999 kişiye yemek dağıtan imaretinin kurulması devletin halka uzandığının bir göstergesi oldu.
 
Batı kolonyalizmi 
 
Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılda sarsılması Kudüs için de kötü günlerin yaklaşmakta olduğunun habercisiydi. Avrupa’daki Yahudilerin Siyonizm ideolojisi etrafında birleşip kendi ilahiyatlarına ters düşecek biçimde yeniden bir Yahudi Devleti kurmak için girişimlerde bulunmaları doğrudan Osmanlı Devleti’ni odak noktası yaptı. Siyonist lider Theodor Herzl, Sultan II. Abdülhamid’den borçların ödenmesi karşılığında Kudüs’e yerleşme hakkı istedi. İsteğin şiddetle reddedilmesi üzerine siyaset çarkı dönmeye başladı. Batıya kaçan muhalif Jön Türkler himaye edildi, Sultan Abdülhamid’e karşı Kızıl Sultan diyerek karalama kampanyası başlatıldı. Psikolojik savaş meyvesini verdi ve Sultan II. Abdülhamid tahttan indirildi.
 
Kısa bir süre sonra Osmanlı Devleti tecrübesiz kadrolarla I. Dünya Savaşı’na sürüklendi. Savaş sürerken 1917’de dünyanın en büyük sömürgeci gücü İngiltere, Siyonistlerle işbirliği anlamına gelen Balfour Bildirisi’ni yayınlayarak Kudüs’ün Müslümanlardan alınacağını açıkça işaret etti.
 
Bu işareti anlamayan bazı Arap kabileleri ve İngiltere’nin işbirliği ile 9 Aralık 1917’de Kudüs kenti düştü. Kenti son gücüne kadar savunan Osmanlı ordusu, İngilizlerin obüs mermilerinin şehirdeki mukaddesatı tahrip etmeye başladığını görünce, mutasarrıf İzzet Bey eliyle yazılan bir mektupla, şehrin tahrip edilmemesi teklifiyle şehri bıraktı. Osmanlı hassasiyetle girdiği kentten hassasiyetle çıktı. 401 yıllık Osmanlı idaresinin son bulmasıyla 1948’e kadar sürecek İngiliz sömürge idaresi başladı. Kudüs yine acı ve ızdırap beldesine dönüştü. Yahudi göçleri, Arapların tepkileri, çatışmalar, şiddet tekrar Kudüs’e hakim oldu.
 
19.yüzyılda temelleri atılan Siyonizm düşüncesi 20. asırda ideallerinin çoğuna kavuştu. 1948’de yeniden İsrail Devleti’nin kurulması ve 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı’nda Kudüs’ün ele geçirilmesiyle artık Kudüs aynasında Siyonizm ve Yahudi fanatizmi kendisini seyretmeye başladı.
 
1967’den itibaren Kudüs’te yine kan, zulüm ve gözyaşı. Şimdi “Aslında Kudüs kimin?” sorusunun cevabı koskoca tarihe dönüp baktığınızda kendiliğinden ortaya çıkıyor. Kudüs’e ismen Yeruşalim diyenlerin değil Kudüs’te “Yeruşalim” ifadesinin anlamı olan  “barış beldesi”ni tesis edenlerin hem de Arapça’daki “kuds” ifadesindeki bereketi Kudüs’e getirenlerindir.
 
 
Koray Şerbetçi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.