Koray Şerbetçi: Osmanlı'da salgına karşı alınan üç önlem
Follow @dusuncemektebi2
Osmanlı'da kamu otoritesi hastalığa karşı üç noktaya ağırlık verdi: hava, su ve ahlak. Havanın kalitesinin artırılması için atıkların ve mezbahaların düzenlenmesi, sokakların temizlenmesi sağlandı. Su yolları bakıma alındı. Mezbelelikler de ahlakı bozduğu için yıkıldı.
Fransız düÅŸünür Voltaire, Felsefe SözlüÄŸü adlı eserinde bu aÅŸağılık dünyanın üç yaman bileÅŸeninin; savaÅŸ, kıtlık ve veba olduÄŸunu söyler.. Burada düÅŸünürün dile getirdiÄŸi veba ile ilgili bir de not düÅŸmek gerekiyor. Osmanlı’da kullanıldığı üzere veba kelimesi özel olarak ölümcül salgınları karşılar. DiÄŸer bir kelime olan taun ise Yersina Persis bakterisinin yol açtığı hıyarcık vebası hastalığıdır. O nedenle denilebilir ki taun vebadır ama her veba taun deÄŸildir. Yine Batı’da “Kara Ölüm” olarak bilinen veba, Osmanlı ülkesinde kıran ismiyle de bilinirdi. Adına ne denirse densin hastalık gerçekten korkunçtu. Bu illete tutulanlar; ekseriyetle boyun, kasık ve koltuk altlarında oluÅŸan hıyarcık biçiminde ÅŸiÅŸlikler ve kan kusma gibi belirtilerle yaklaşık bir iki gün içinde ölürlerdi. Özellikle dönemin tıp bilgisinin yetersizliÄŸi ve bilhassa Avrupa toplumlarının anti-hijyenik yaÅŸam tarzı gibi etkenler de tabloyu ağırlaÅŸtırmaktaydı.
Osmanlı ve veba
14.asırdan 19.asra dek Anadolu, Balkanlar, DoÄŸu Akdeniz ve Kuzey Afrika’yı da içine alan geniÅŸ bir bölgede görülen veba salgınları, Osmanlı toplumu için de pek çok kez bir âfet manzarası göstermiÅŸtir. Osmanlı ülkesi veba salgını ile ilk kez 1466-67 yıllarında tanışır. Balkanlar üzerinden gelen bu salgın kısa bir sürede Trakya’yı ve Ä°stanbul’u vurmuÅŸtur. Çok geçmeden 1492 senesinde de bu kez Anadolu üzerinden gelen yeni bir veba salgını baÅŸlamış ve etkisini 1503 senesine kadar sürdürmüÅŸtür.
Veba salgınları 1838’de modern karantina uygulamasına geçene dek Osmanlı insanı için karanlık bir kâbus olmuÅŸtur.
16.asırda 1539, 1573, 1576, 1578, 1591-92, 1596 salgınları ile 17.asırda 1615’te baÅŸlayıp kısa aralıklarla yeniden alevlenen altı veba salgını buna örnektir. Özellikle bu asırda 1637 salgını “Büyük Taun”, 1655 salgını ise “Åžiddetli Taun” olarak belleklere kazınmıştır.
Günde 3 bin cenaze
Durumun vahametini anlatmak için Sultan II.Selim devrinde yaÅŸanan salgında günde 3 bin cenazenin görüldüÄŸünü söyleyen tarihi kayıtlara kulak vermek yetecektir.
17.asrın ünlü seyyahı Evliya Çelebi, gezileri sırasında pek çok veba ile karşılaşır. ÖrneÄŸin 1652 senesinde Rumeli eyaletinde Sofya’da taun salgınına tanık olur. Anlattığına göre durum o kadar vahimdir ki:
“Yevmiye beÅŸer yüz âdem merhûm ve merhûme olurdu. Tâ bu mertebe kim niçe bin âdem Sofya’dan firâr edüp sâ‘îr bilâdlara gitdiler.” demiÅŸtir. Yine 1668’de Mora’ya giderken uÄŸradığı Fener-âbâdân’da halkın taun yüzünden her ÅŸeylerini bırakarak ÅŸehirden kaçtıklarını bu yüzden evlerin harabeye döndüÄŸünü söylemiÅŸtir. 18.asırda, 1812 senesinde Ä°skenderiye’den baÅŸlayıp payitaht Ä°stanbul’a ulaÅŸan veba son ve büyük ölümcül kozunu oynamıştır. Öyle ki bu salgın belleklere “Büyük Kıran” adıyla kazınmıştır. Her ne kadar sonra bir salgın daha görülecek olsa da 130 bin kiÅŸinin canını alan “Büyük Kıran” unutulmayacak âfetlerden biri olmuÅŸtur. Bu ÅŸiddetli illetin Osmanlı ülkesinde kimi zaman bölgesel bir salgın olarak kaldığını kimi zaman da geniÅŸ bir sahaya yayılarak memleketin bütün yaÅŸam akışını derinden sarstığı görülmektedir.
Fareler ve pireler
Farelerin taşıdığı pireler aracılığıyla insandan insana bulaÅŸan ölümcül vebanın yayılmasında çok çeÅŸitli faktörler etkili olmuÅŸtur. Vebalı birisiyle yakın temas, hastanın eÅŸyaları, kıyafetleri, ortaya çıktığı ÅŸehirdeki iç içe yaÅŸam ve sosyal etkinlikler salgına yardımcı olmaktaydı. Bunun dışında bir bölgeden diÄŸerine taşınmasında tüccarlar, kervanlar, ulaklar, hacılar, göçebeler, askerler, yolcular etkili unsurlardı.
Bunun en somut örneÄŸi 1812 salgınıydı. Hastalık Mısır’ın liman ÅŸehri Ä°skenderiye’de baÅŸlamış ve Akdeniz’deki ticaret gemileriyle liman ÅŸehri olan Ä°zmir’e taşınmıştı. Burayı tam üç sene kasıp kavuran hastalık yine Rum tüccar gemileriyle Ä°stanbul’a bulaÅŸtırılmıştı.
Ä°zmir’den Ä°stanbul’a gelen gemilerdeki Rum tayfalar karaya çıktıklarında doÄŸruca mekan tuttukları Galata ve Tatavla’ya girmiÅŸler, buradakilere de hastalığı bulaÅŸtırmışlardı. Öyle ki tayfaların karaya çıkmasıyla hastalık belirtileri sonucu ölümlerin görülmesi arasında on saat gibi kısa bir süre yetip artmıştı bile.
BaÅŸlayan ölümler bu semtlerde yaÅŸayan gayri müslimlerde bir korku dalgalanması meydana getirmiÅŸ, ahali can havliyle Fener ve Kumkapı’daki ahbaplarının yanına kaçmıştı. Ama bu ölümcül bir hata oldu. Çünkü salgın böylece bir anda çığırından çıktı. Rum mahallelerini saran veba illetinin Müslüman mahallelere de sıçraması çok sürmedi. Ä°stanbul ÅŸehri ne olduÄŸunu anlayamadan vebaya teslim oluverdi. Artık günde beÅŸ yüz kiÅŸinin can vereceÄŸi büyük kıran baÅŸlamıştı. Veba salgını hastalığın yapısı gereÄŸi Ä°lkbaharda havaların ısınmasıyla baÅŸlıyor, yaz aylarında zirveye çıkıyor, kışın sönüyordu.
ÖrneÄŸin 1778 yılında Osmanlı ülkesinde baÅŸlayan ve Taun-ı Cesim-Veba-yı Azim olarak tarihe not düÅŸülen salgın, Ocak ayında baÅŸ göstermiÅŸ, bahar aylarında kontrolden çıkmış yazın ise dehÅŸetli bir hal almıştı. Bu salgın ancak Kasım ayında arkasında büyük bir yıkım bırakarak dinmiÅŸti.
Evliya Çelebi’nin anlattığına göre veba ile karşılaÅŸan insanlar genelde salgının olduÄŸu bölgeden kaçmaktaydılar. ÖrneÄŸin Mora’ya giderken uÄŸradığı Fenerâbâdân’da ahalinin taun yüzünden ÅŸehirden kaçtıklarını ve hatta her ÅŸeylerini ortada bırakarak evlerini terk ettiklerini anlatır. Yine Hac yolculuÄŸunda uÄŸradığı Sakız adasında da taunla karşılaÅŸmış, taun salgınından firar eden Mühürdar PaÅŸa köydeki çiftliÄŸine sığınmak zorunda kalmıştır.
Kaçmak caizdir
Yine Fatih Sultan Mehmet de Ä°stanbul’da 1455- 1475 senelerinde etkili olan ÅŸiddetli vebadan dolayı ÅŸehri terk etmiÅŸ ve aylarca Rumeli’de farlı yerlerde konaklamıştır. Bununla da kalmamış, 1455- 1475 yılları arasında farklı zamanlarda ÅŸehre hâkim olan hastalık nedeniyle Balkanlarda bulunarak en az beÅŸ kere baÅŸkent Ä°stanbul’a dönüÅŸünü ertelemiÅŸtir. 1778 büyük veba salgınında da Ä°stanbul’da Galata ve Pera’da yaÅŸayan Avrupalılar ise Büyükdere ve Tarabya gibi BoÄŸaziçi köylerine sığınarak kendilerini veba salgınından korumaya çalışmışlardı.
Ama Fatih Sultan Mehmed’in sergilediÄŸi önleyici tavır zamanla terkedildi. ÖrneÄŸin Ä°stanbul’da büyükelçi olarak bulunan De Busbecq’e Sultan Süleyman’ın kendisine hastalıktan kaçmanın Allah’ın iradesine karşı çıkmak anlamına gelen bir söz söylediÄŸini aktarır. Bu dönemde artık hastalıktan kaçarak korunmak isteyen kimselerle alay edilmekte, ayrıca hastalığın bulaşıcılı olduÄŸu fikri tamamen reddedilmekteydi. Evliya Çelebi de Fenerabadan’da halkın veba korkusuyla eÅŸyalarını bırakarak evlerini terk etmelerini yadırgamış yöre halkını “urûmÅŸa” diyerek küçümsemiÅŸti. Fakat dönemin ÅŸeyhülislamı Ebussuud Efendi farklı düÅŸünür. Vebadan ölümleri engellemek için ahalinin bölgeden kaçmasının caiz olduÄŸuna dair fetva vermiÅŸtir.
19.asırda hekim Åžânîzâde meseleyi hem dinî hem tıbbî olarak ele alır, hatta korunma ve tedavî yollarını anlatan bir de eser kaleme alır. Eserinde Hz. Peygamberin ‘Bir yerde bulaşıcı hastalık varsa oraya girmeyin, hastalık olan yerde iseniz ordan çıkmayın’ hadisine istinaden karantina usulünü önerir. Fakat önermekle de kalmaz. Hastalığın temasla bulaÅŸtığını anlayana Åžanizade, Ortaköy’deki yalısında kendisine bütün ev halkına karantina ve tecrid uygular.. Evinin kapılarını kapar, ne içeri kimseyi alır, ne de kimseyi dışarı bırakır.
Sosyal yıkım
Osmanlı’da görülen veba salgınları adeta bir sosyal yıkımı da peÅŸinden getirmiÅŸti. ÖrneÄŸin Büyük Kıran adıyla bilinen 1812 salgınında Ä°stanbul’da çok sıkıntı yaÅŸanmıştı. Bu senede ÅŸehir ahalisi, temel gıda maddelerini temin etmekte bir hayli zorlanmıştı. Öyle ki fırın önlerinde uzun ekmek kuyrukları oluÅŸmuÅŸtu. Bunun yanında odun kıtlığı da yaÅŸandı. Ä°stanbul’da meyve ve et sıkıntısı baÅŸ gösterince birden bire bu ürünlerin fiyatları da fırlayıvermiÅŸtir. Pahalılık artınca da ahali günden güne ÅŸikayetlenmeye baÅŸlar. Hatta “Âsitâne gâni (baÅŸkent zengin)yeridir, elvermeyen vilâyetine gitsünler.” Tarzı sözler edilmeye baÅŸlanır.
Salgına karşı tutumlar
Zaman içerisinde görülen veba salgınlarına karşı farklı tutumlar sergilendi. Elbette 15.asırdan 19.asra kadar geçen sürede Osmanlı toplumu ve idari anlayışı da bir deÄŸiÅŸim göstermiÅŸti. Bunun yanı sıra geniÅŸ bir sahaya yaygın Osmanlı ülkesi birbirinden farklı din, dil, mezhep ve sosyolojik dokuyu bünyesinde barındırıyordu. Bu sebeple tüm salgınlarda standart tepkilerin verildiÄŸini söylemek gerçekçi olmayacaktır.
ÖrneÄŸin III. Selim döneminin önde gelen bürokratlarından Osman bin Süleyman Penah Efendi bir Müslümanın hiçbir tedbir almaması gerektiÄŸi fikrini savunurken buna karşı Ä°dris-i Bitlisi hekim Åžanizade Ataullah ve TaÅŸköprüzade ise vebaya karşı tıbbi tedavi uygulanması, bireyin muhakkak tedbir almasını ÅŸiddetle savunur.
Tıbbi tedavi olarak genelde insan vücudunda oluÅŸan ÅŸiÅŸ ve kabarcıklar ustura ile çiziliyor ve çizilen bu yerden“ÅŸiÅŸe çekme” yoluyla kanın akıtılması saÄŸlanıyordu. Yumruları tedavi etmek için “kil-i ermeni” denilen gülsuyu sürülmekte ve bazı merhemler kullanılmaktaydı. AteÅŸ üstünde bulunan bir kazanın veya tencerenin dibinde biriken “kara” denilen islerin vücudun vebalı bölgelerine sürüldüÄŸüne rastlanmaktaydı. Çakmak taşının ateÅŸte kızdırılarak bir bez içinde iltihaplı yerlere konulması ve sülük kullanılarak gerçekleÅŸtirilen tedavi yolları da tanık olunan yöntemler arasındaydı.
19.asrın son veba salgınındaysa, BeyoÄŸlu sokaklarında yabancıların siyah muÅŸambalar giyerek dolaÅŸmaya baÅŸladığı görülür oldu. Ä°nsanlar ev ziyaretlerine gittiklerinde söz konusu evin yakınlarında kurulan bir kabinde tütsülenerek veba hastalığından kendilerini esirgemeye çalıştılar.
Devletin tedbirleri
Osmanlı yetkilileri veba salgınlarında kamu düzenini korumak, hastalığın önlemek ve halkın maneviyatının yüksek tutmak için uÄŸraÅŸtılar. ÖrneÄŸin Sultan II. Selim dönemindeki veba illetinden kurtulmak için Ayasofya Camii’sinde toplanıldı. BeÅŸiktaÅŸlı Yahya Efendi önce halka vaaz ve nasihat verdi ardından da bu illetten kurtulmak için dua etti. Yine 1812 vebasında ise minarelerden dualar okunması için fermanlar yayımlandı. Duhan Suresi’nin ÅŸehir içinde yüksek sesle okunması hakkında bir ferman çıkarıldı. Devlet diÄŸer yandan sert tedbirler de alıyordu. Kamu otoritesi hastalığa karşı üç noktaya ağırlık verdi: hava, su ve ahlak.
Havanın kalitesinin artırılması için atıkların ve mezbahaların düzenlenmesi, sokakların temizlenmesi ve kaldırım taşıyla döÅŸenmesi gibi adımlar attı. Ayrıca içme suyu saÄŸlama ve suyollarının bakımı saÄŸlandı. Bir de toplumun ahlakını bozduÄŸu düÅŸünülen gruplara ait mezbelelikler kamu güçlerince yıkıldı. Fakat bu doÄŸrultuda atılan adımlardan biri gerçekten ilginçtir:
1812 senesindeki günde yaklaşık iki bin kiÅŸinin öldüÄŸü salgında durumu fırsat bilen mezarcılar fahiÅŸ fiyatla cenaze levazımatı ve mezarlık satmaya baÅŸlarlar. Kulağına gelen ÅŸikayetler üzere durumu teftiÅŸ etmek için Kaimmakam RüÅŸtü PaÅŸa tebdil-i kıyafet mezarlık ziyaretine çıkar. Rastladığı bir mezarcıyla pazarlık eder ve söylenenlerin doÄŸru olduÄŸunu kendi gözleriyle görür. Zira fırsatçı mezarcı karşısındakinin paÅŸa olduÄŸunu bilmeden kazacağı mezar için epey bir yüksek bir fiyat ister. Kabul edilince mezarı kazar. Bunun üzerine paÅŸanın emriyle fırsatçı adam yakalanır. Ceza olarak da kendi kazdığı mezara konur ve ceza olarak bir gün boyunca mezarda bırakılır.
Osmanlı yönetimi bu çabalarının yanı sıra, taÅŸrada büyük çapta ölümlerden sonra ortaya çıkan krizi hafifletmek için bazı vergileri erteler ya da geçici vergi affı getirir.
Velhasıl tarih bize öÄŸretiyor ki hastalıklar ve toplumlar deÄŸiÅŸir ama medeniyet ne kadar ilerlese de insanoÄŸlunun hastalıklarla sıkıntılı mücadelesi hep bâkidir.
Henüz yorum yapılmamış.