Murat Bardakçı'nın kaleminden: Mehmet Akif'ten salgına karşı tavsiyeler
Follow @dusuncemektebi2
Âkif’e mektup gönderen bir okuyucu, memlekette geçmişte salgınlar çıktığı zaman para ile hafızlar tutulduğunu, bunların memleketin dört bir tarafına gönderildiğini hatırlatmış ve Âkif’ten canlar alan kolera salgınında da aynı âdetin devam ettirilmesi için hükümete tavsiyede bulunmasını istemiş! Mehmed Âkif’in cevabı, sadece o zaman için değil, “Ben duayı elden bırakmıyorum, Koronavirüs bana bulaşmaz diyen zamâne cahillerine de mükemmel bir ders mahiyetindedir…
Bilim dünyası Koronavirüs’e çare ararken hem batı hem de doÄŸu dünyası duayı ihmal etmiyor…
TV’lerde görmüÅŸsünüzdür: Amerika’nın en meÅŸhur Evanjelist vaizlerinden biri ÅŸeytan çıkartma âyini yapar gibi hareketlerle “Ä°nsanlardan uzak dur! Git buradan, defol!” diyerek Koronavirüs’ü lânetliyor; Ä°spanya’da doktorlar, hemÅŸireler ve diÄŸer saÄŸlık çalışanları hastahane koridorlarında hep beraber ilâhiler okuyorlar…
Vaziyet bizde de aynı… Evlerde her zamankinden belki de daha fazla dua edilirken minarelerden her akÅŸam tekbirler refakatinde yakarışlar yükseliyor…
Ä°nancın gereÄŸi olan dua aynı zamanda moralleri yüksek tutup iç dünyalarda sükûn ve huzuru saÄŸlamaya yarayan mükemmel bir vasıtadır ama “Ben iman sahibiyim, her an dua ediyorum, Korona Morona bana gelmez” diyenlere, hattâ sokakta, çarşıda-pazarda TV kameralarının karşısında bile bu sözleri sarfedenlere ne diyeceÄŸiz?
Böylelerine cevabı müsbet ilim tahsil etmiÅŸ ve asıl mesleÄŸi veteriner hekimlik olan millî ÅŸairimiz, yani Ä°stiklâl Marşımızın ÅŸairi Mehmed Âkif versin…
1908’de ilân edilen Ä°kinci MeÅŸrutiyet’in ardından yayın hayatına giren ve düÅŸünce tarihimizde çok önemli yeri olan “Sırât-ı Müstakim” dergisinde baÅŸyazarlık yapan Âkif, “salgın” ve “dua” hususlarına derginin 17 Kasım 1910 tarihli sayısındaki “Koleraya Dair” baÅŸlıklı makalesinde temas ediyor.
O günlerde, Ä°mparatorluÄŸun dört bir yanında kolera vardır ve devlet sahip olduÄŸu gayet zayıf imkânlarla salgını durdurmaya çalışmaktadır.
Âkif’e mektup gönderen bir okuyucu, memlekette geçmiÅŸte salgınlar çıktığı zaman para ile hafızlar tutulduÄŸunu, bunların memleketin dört bir tarafına gönderildiÄŸini hatırlatmış ve Âkif’ten canlar alan kolera salgınında da aynı âdetin devam ettirilmesi için hükümete tavsiyede bulunmasını istemiÅŸ!
Mehmed Âkif’in cevabı, sadece o zaman için deÄŸil, “Ben duayı elden bırakmıyorum, Koronavirüs bana bulaÅŸmaz diyen zamâne cahillerine de mükemmel bir ders mahiyetindedir…
Burada, Âkif’in yazdıklarının bazı yerlerini günümüzün diline naklettikten sonra, meraklıları için “Sırât-ı Müstakim”deki yazının tamamını üslûbuna dokunmadan aynen vereceÄŸim…
Önce, baÅŸmakaleden yaptığım ve bugünün Türkçesi’ne nakletmeye çalıştığım bölümü okuyun:
“Aldığımız mektupların birinde ‘Bir zamanlar memlekete kolera gibi, veba gibi salgın bir hastalık çıkınca fedakârlık yapılarak para ile hafızlar tutulur ve memleketin etrafında dolaÅŸtırılırlardı. Bugün Ä°stanbul’da ve çevresindeki vilayetlerde koleradan epeyce kayıplar olduÄŸu rivayet edilirken böyle bir teÅŸebbüste bulunmak kimsenin aklına gelmiyor. Sırat-ı Müstakim dergisi hükümete bu eski fakat dindarca usûlün canlandırılmasını tavsiye etse büyük bir hayır iÅŸlemiÅŸ olacak’ deniyor.
Evet, öyle bir eski usul vardı, lâkin hiçbir vakit dindarâne deÄŸildi! Sabık hükûmet mevkini güçlendirebilmek için millete bütün gücüyle saldıran felâketlerden bile istifade etmek isterdi, yoksa bulaşıcı hastalıklara karşı saÄŸlık kurallarını tamamiyle uygulamaktan baÅŸka bir tedbir olamayacağını pekalâ bilirdi.
…Ä°yice bilmeliyiz ki gerek ÅŸahsî, gerek bulaşıcı ne kadar hastalık varsa, ortadan kaldırılması için tıbbın tavsiye edeceÄŸi karantina ve tedavi tedbirlerinden baÅŸka yapılacak birÅŸey yoktur. Esasen bir köylünün bile yakından bilmesi icabeden bu basit gerçek, bizi öteden beri pek çok aldattıkları için, hâlâ olanca açıklığı ile gözümüze çarpamıyor.
Ä°slâm Åžeriatı’nın tıbba ne büyük yer mevki verdiÄŸini hepimiz biliyoruz da, sonra iki üç riyakârın sözüyle yine o ÅŸeriata dayanarak en açık hakikatlere karşı gözlerimizi kapatıyoruz!
Hazret-i Peygamber “Cenab-ı Hak hiçbir hastalık vermemiÅŸtir ki devâsını da vermiÅŸ olmasın. O halde, o devâyı aramalısınız.” buyuruyor. Tıptan baÅŸka bir ÅŸey olmayan bedenî ilmi din ilmi takdir buyuran Peygamber’den o devânın dua kitaplarında aranması lâzım geleceÄŸi gibi bir iÅŸaret yahut bir açıklama asla vâki olmamıştır.
…GeçmiÅŸteki büyük adamların hayat hikâyelerini ve eserlerini okurken çoÄŸunun tabip olduklarını, zamanlarındaki tıbbî geliÅŸmeleri tamamiyle kavradıklarını görmüyor muyuz? Müslüman hakîmlerden tıpla uÄŸraÅŸanlar sadece Ä°bni Sînâ ile Ebûbekir Râzî deÄŸildir. Ümmetin pek çok büyüÄŸü aklın, naklin bu büyük san’ata gösterdiÄŸi hürmeti hakkıyle takdir ederek fevkalâde çalışmışlar, yaÅŸadıkları asra göre fevkalâde yararlıklar göstermiÅŸlerdir.
Herkesçe bilinen bu gerçekleri tekrardan maksadımız okumakla, üflemekle hastalık tedavisine kalkışmanın zannedildiÄŸi gibi dindarâne bir usûl olmadığını, bizim dinimize asla böyle birÅŸey sığmayacağını söylemektir.
Kur’an-ı Kerim hastalara, ölülere okumak için inmemiÅŸtir. Kur’andaki ÅŸifa, cahillerin anladığı gibi deÄŸildir!..
MeÅŸhur fıkradır: Arabın biri uyuza tutulmuÅŸ develeri için Hazret-i Ali’den dua istemiÅŸ; hazreti Ali de uyuza karşı en etkili duaların katran kadar tesirli olamayacağını söylemiÅŸtir.
Ä°ÅŸinin ehli tabiplerimiz “Koleraya karşı en faydalı ÅŸahsî tedbir, yemeye-içmeye dikkatten ibarettir” diye bağırıp dururken hâlâ bir çoÄŸumuz Allah’a tevekkül ederek pisboÄŸazlıktan geri durmuyor! DoÄŸrusu tevekkülü pek iyi anlamışız!
Allah aÅŸkına olsun dinin esası ile riyayı birbirinden ayıralım; hayatın gerçeÄŸi olan Ä°slâm ÅŸeriatını cehaletimize, tembelliÄŸimize, aptallığımıza delil gibi gösterip durmayalım. Åžeriatın aslını Allah’ın kitabından, peygamberin davranışlarını ve ahlâkını hadisten alamayacaksak Kur’an’ı, peygamberin sünnetini uygulayan gerçek Müslümanlar’ı önder kabul edelim.
Yoksa, din ile aralarındaki mesafe çok çok uzak olan cemaatlerin cahillerine yahut ümmetin rezillerine uyacak olursak koleralar, vebalar hakkımızda rahmetin tâ kendisidir!”.
Ä°ÅžTE, ÂKÄ°F’Ä°N MAKALESÄ°NÄ°N TAMAMI
AÅŸağıda, Mehmed Âkif’in “Sırât-ı Müstakim” dergisindeki “Hasbıhal” köÅŸesinde 17 Kasım 1910’da yayınlanan “Koleraya Dair” baÅŸlıklı baÅŸyazısının tamamı yeralıyor. BilmediÄŸiniz kelimelerin mânâlarını sözlüÄŸe bakarak öÄŸrenebilir; üstelik ÅŸayet evde kalanlardan iseniz, böylelikle vaktinizi iÅŸe yarar bir iÅŸe sarfetmiÅŸ olursunuz…
Ä°ÅŸte, Âkif’in baÅŸyazısı:
“Aldığımız mektupların birinde deniyor ki :
“Bir zamanlar memlekete kolera gibi, veba gibi müstevlî bir hastalık gelince fedakârlık yapılarak para ile hafızlar tutulur ve memleketin etrafı devrettirilirdi. Bugün Ä°stanbul’da, civar vilayetlerde koleradan epeyce telefat olduÄŸu rivayet ediliyorken hiç öyle bir teÅŸebbüste bulunmak kimsenin aklına gelmiyor. Sırat-ı Müstakim hükümete bu eski fakat dindarane usûlü ihya etmesini tavsiyede bulunsa büyük bir hayır iÅŸlemiÅŸ olacak...”
Evet, öyle bir eski usul vardı, lâkin hiçbir vakit dindarane deÄŸildi! Hükûmet-i sâbıka mevkini tahkîm için millete savlet eden felâketlerden bile istifade etmek isterdi, yoksa sârî hastalıklara karşı nizâmat-ı sıhhiyeyi tamamiyle tatbikten baÅŸka bir tedbir olamayacağını pekalâ bilirdi.
Yıldız’da yüksek sesle tilâvet edilen Buharîler hastalığı defetmek için deÄŸil, safdil halkın hissiyat-ı diniyesini okÅŸayarak huluskâr bir padiÅŸaha ihlâs celbetmek içindi. Yoksa bir taraftan tâ Rusya hududundaki koleranın gölgesinden ürkerek sarayında en sıkı tedâbîr-i tahfîziyeyi ifâ ettiren; diÄŸer taraftan külhanlar dolusu kütüb-i diniyeyi cayır cayır yaktıran adamın Buhârîler’e, salât ü selâmlara zerre kadar ehemmiyet vermeyeceÄŸini azıcık düÅŸünenler pek kolay kestirebilirdi.
Ä°yice bilmeliyiz ki gerek münferid, gerek sârî ne kadar hastalık varsa, izâlesi için tabâbetin tavsiye edeceÄŸi tahaffuzî, ÅŸifâî tedâbîrden baÅŸka yapılacak birÅŸey yoktur. Esasen bir köylünün bile yakînen bilmesi icabeden bu basit hakikat, bizi öteden beri pek çok aldattıkları için, hâlâ olanca vuzûhuyla gözümüze çarpamıyor.
Åžeriat-ı Garra-yı Ä°slâmiye’nin tababete ne büyük bir mevki verdiÄŸini hepimiz biliyoruz da sonra iki üç riyakârın sözüyle yine o ÅŸeriata istinad ederek en celî hakikatlere karşı iÄŸmaz-ı ayn ediyoruz!
Hazret-i Peygamber “Cenab-ı Hak hiçbir hastalık vermemiÅŸtir ki devâsını da vermiÅŸ olmasın. O halde o devâyı aramalısınız.” buyuruyor. Tababetten baÅŸka bir ÅŸey olmayan ilm-i ebdânı ilm-i edyan kadar takdir buyuran Peygamber’den o devânın dua kitaplarında aranması lâzım geleceÄŸi gibi bir iÅŸaret yahud bir tasrih ise asla vâki olmamıştır.
Ne hâcet! Suret-i kat’iyede tahrîm ettiÄŸi ÅŸarabı hazık bir tabibin sözü üzerine tahlil eden; tababeti alelâde san’atlar derecesinde tutmak ÅŸöyle dursun, “tahsili farz-ı kifâyedir” diyen bir din-i semavî nasıl olur da etıbbânın vazifesine müdahale eder?
Eâzım-ı eslâfın tercüme-i hallerini, eserlerini okurken pek çoklarının tabip olduklarını, zamanlarındaki terakkiyat-ı tıbbiyeyi tamamiyle ihâtâ etmiÅŸ bulunduklarını görmüyor muyuz? Hükemâ-yı Ä°slâm’dan tababetle uÄŸraÅŸan yalnız Ä°bni Sînâ ile Ebûbekir Râzî deÄŸildir. Pek çok ekâbir-i ümmet aklın, naklin bu san’at-ı celîleye verdiÄŸi mevkî-i hürmeti hakkıyle takdir ederek fevkalâde çalışmışlar, bulundukları asra göre fevkalâde yararlıklar göstermiÅŸlerdir.
Bir zamanlar tababetin okur yazar fırka için tahsili mecburî fünûn sırasında bulunduÄŸuna ise medreselerimizin ismi delâlet ediyor.
Herkesçe ma’lûm olan bu hakaiki tekrardan maksadımız okumakla, üflemekle hastalık müdâvâtına kalkışmak zannedildiÄŸi gibi dindarâne bir usûl olmadığını, bizim dinimize asla böyle birÅŸey sığmayacağını söylemektir.
Kur’an-ı Kerim hastalara, ölülere okumak için nâzil olmamıştır. Kur’andaki ÅŸifa, cehelenin anladığı gibi deÄŸildir!...
Fıkra-i meÅŸhurdur ya : Arabînin biri uyuza tutulmuÅŸ develeri için Hazret-i Ali’den dua istemiÅŸ; müÅŸarunileyh de uyuza karşı en me’sûr duaların katran kadar müessir olamayacağını söylemiÅŸtir.
Hazık tabiplerimiz “Koleraya karşı en nâfi bir tedbir-i ÅŸahsî varsa o da yiyeceÄŸe, içeceÄŸe yani ‘himye’ye dikkatten ibarettir” diye bağırıp dururken hâlâ bir çoÄŸumuz -mütevekkîlen alâllah- pisboÄŸazlıktan geri durmuyor! DoÄŸrusu tevekkülü pek iyi anlamışız!
Allah aÅŸkına olsun din-i hâlis ile riyayı birbirinden ayıralım; mahz-ı hayat olan Åžeriat-ı Ä°slâmiye’yi cehaletimize, meskenetimize, hamakatimize bir hüccet gibi irad edip durmayalım. Lübb-i ÅŸeriatı Kitabullah’tan, Siyret-i Resul’ü hadisten alamayacaksak Kitabullah ile, Sünnet-i Resul ile âmil olan hakikî Müslümanlar’ı pîÅŸva ittihaz edelim.
Yoksa, din ile aralarındaki mesafe bu’dü’l-maÅŸrikeyn olan cehele-i cemaate yahut hezele-i ümmete uyacak olursak koleralar, vebalar hakkımızda ayn-ı rahmettir!”.
Kaynak: Habertürk
Henüz yorum yapılmamış.