İsmail Kılıçarslan: Lanetliler asla akıllanmıyorlar
Follow @dusuncemektebi2
Kendileri hayatta kalabilsin diye başkalarını yok etmekten çekinmeyen lanetliler. Herifler bir anlığına, sadece bir anlığına bile “Yahu bu musibet başımıza belki de yaptığımız/işlediğimiz şeyler yüzünden geldi, iki dakikalığına insan olmayı mı denesek?” diye düşünmüyorlar. Kaldıkları yerden insanların canıyla oynamaya, ırkçılığa, zulme, vahşete devam etme niyetindeler.
2005 yılının en iddialı filmlerinden biriydi The Constant Gardener. Tanrının Şehri filminin yönetmeni Fernando Merielles’in yönetmenlik konusunda ders verdiği, oyunculuğunu pek vasat bulduğum Ralph Fiennes’in şaşırtıcı şekilde döktürdüğü, John le Carre romanı uyarlaması bu film, haberlerini okuduğumuz, insan hakları savunucuları tarafından sık sık gündeme getirilen sert bir gerçeğe odaklanıyordu: Afrika’da ilaç kobayı olarak kullanılan insanlara.
Vahşi kapitalizmle el ele vermiş bilimin ne denli acımasız olabileceğini göstermesi bakımından bir ibret vesikası gibiydi bu film. Bilimin odağının “para kazanmak” olmaya başlamasıyla insanlığın başına ne tür felaketler gelebileceğini tane tane izah ediyordu.
Bir başka yerden ilerleyeyim.
Amerika’da çok uzun süredir ilaçlar için “gönüllü insan denekler” kullanıldığını biliyoruz. “Gönüllü” dediğime bakmayın. Paraya ihtiyacı olan alt sınıftan çaresiz insanlar, başlarına ne geleceğini bilmeksizin -hatta belki daha da kötüsü bilerek- ilaç şirketlerine başvurup “insan deneylerine” katılırlar. Meraklısı, bu sistemin nasıl işlediğini anlamak için bir başka yönetmenin, Robert Rodriguez’in “Ekipsiz Asi” isimli anı-biyografi kitabına göz atabilirler. Rodriguez, ilk uzun filmi El Mariachi’yi çekebilmek için iki ayrı ilaç deneyine giriyor ve bu deneyimlerini anlatıyor kitabında.
Fakat tabii “gönüllü denekler” müessesesi hem son tahlilde oldukça pahalı hem de bazı ilaçların ilk hallerinin “insanda denenmesi” belirli riskler barındırıyor ilaç şirketleri için. Söz gelimi, deney sırasında birisi ölse milyonlarca dolar tazminatla karşı karşıya kalıyorlar.
Eh, taş mı yesin ilaç endüstrisi? Zaten temel hedefini “para kazanmaya” ayarlamışken bir de elin Hispanik’ine, siyahisine, fakir fukarasına para mı kaptırsın?
Tabii ki yapmayı en iyi bildiği şeyi yaparak “emperyalist yönelimlerden” istimdat istiyor endüstri. Afrika’da “çocuğuna mama verme” karşılığında genç anneleri, “cebine üç kuruş harçlık koyma” karşılığında delikanlıları kafalayarak ilaç deneği haline getiriyor. Tabii, bu deneylerde insan ölürse falan da bahtımıza artık. Afrika’da en ucuz şey insan canıdır malum.
Yani şu gerçeği unutmayalım: Biz beyazların, biz “dünyanın ilaç erişimi olan avantajlıları”nın iyileşmesini temin için bir miktar Afrikalı ya ölüyor ya da kalıcı fiziksel-ruhsal hasarla malul oluyor. İlaç “insana yan etki bakımından zarar vermeyecek” kıvama en ucuz şekilde anca böyle geliyor çünkü.
Peki ama hem Constant Gardener hem de Rodriguez nereden düştü aklıma? Anlatayım.
Türkiye de dahil olmak üzere dünyada pek çok ülke bu covid-19 nam belanın çaresini arıyor malum. Bütün farmakoloji laboratuvarları teyakkuz halinde “çare”nin peşinde. İnsanı tedavisi konusunda -en azından şimdilik- aciz bırakan bu covid-19 virüsü için ilaç arayışları sürerken, lanetli emperyalizmin çatal dili karşımıza Fransa’da bir televizyon kanalında çıktı bu sefer. Virüse çare arayan bilim adamına, pislik sunucu soruyor: “Covid-19 ilacını önce Afrikalılar üzerinde denesek mi? Malum, AIDS ilacını da önce fahişelerde denemiştik.”
Allah’ın Kur’ân’da niçin tekrar eden şekilde insana yönelik olarak “Hiç mi akıllanmayacaksınız?” diye sorduğunu çok daha iyi anladığımız günlerdeyiz.
Herifler bir anlığına, sadece bir anlığına bile “Yahu bu musibet başımıza belki de yaptığımız/işlediğimiz şeyler yüzünden geldi, iki dakikalığına insan olmayı mı denesek?” diye düşünmüyorlar. Kaldıkları yerden insanların canıyla oynamaya, ırkçılığa, zulme, vahşete devam etme niyetindeler.
Geçenlerde bir yazı kaleme alan ünlü İtalyan filozof Giorgio Agamben, yazısının başlığında “Hayatta kalmaktan başka ahlâkî değeri olmayan bir toplum nedir?” diye sormuştu.
Biz yüzyıllardır o topluma bir isim veriyoruz: “Lanetliler.”
Kendileri hayatta kalabilsin diye başkalarını yok etmekten çekinmeyen lanetliler. Üstelik burada “başkaları” sadece insan türüne ait değil. Doğa, hayvanlar, yerin altı, yerin üstü, gökyüzü, hatta uzay. Hepsini birden sömürmekten bir dakika bıkıp usanmıyor lanetliler.
Dünyanın sonu bu lanetliler ve onlar işlerine devam ederken seslerini çıkarmayan “sessizler” yüzünden gelecek gelecekse. 10 milyar, 20 milyar, 50 milyar insana yetecek kaynağı barındıran bir gezegenin kaynaklarını 3 milyar şanslı insana tahsis etmek isteyen lanetlilerle, “ama adamlar çok gelişmiş abi” diyen sessizler, bu gezegeni mahvedecekler.
Hikâyemiz bundan ibarettir.
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.