Sosyal Medya

Ümit Aktaş'ın kaleminden: Felaketin Metafiziği

Acaba bu gerçek bir tefekkür müdür yoksa felaketin karşısında verilen kurtulmalıklar ve akabinde kalan sağlarla yoluna devamı düşünen başka bir aymazlık mı? Gerçekten öyle midir, yoksa insanoğlunu bir felaketin büyüsüne teşne kılan yanı, tam da onu insanlığın şafağına çıkarmış olan o karmaşa ile mi ilgilidir?



Hayat bazen ne kadar uzun, bazense ne kısa. Kimi an olur ki geçmek bilmez; kimi de bir su gibi akıp gider ömür, “ÅŸol yel esip geçmiÅŸ gibi”.
 
Nice acılar, felaketler yaÅŸasa da insan, yine de doymaz yaÅŸamaya. Daha fazlasını ister sanki çok farklı bir ÅŸey görecekmiÅŸ gibi.
 
Kimi de o bile yetmez bizi hayata tutundurmaya. Bir baÅŸka umut sarkar hayatın ötesine; “metafizik” bir umut.
 
Daha fazlası, daha baÅŸkası, daha ötesi oradadır. Hele süregiden acıları gördükçe, hayatın yeknesaklığını ve asla gideremediÄŸi o derin yalnızlığını duydukça, bir an önce toparlanıp gitmek ister.
 
Yine de, hayatın olaÄŸan akışı içerisinde, öleceÄŸimizi bilsek de ölümsüzmüÅŸ gibi davranmaya o kadar teÅŸneyizdir ki, ahirete inananları bile bir kasvet basar ölüm duygusuyla yüzleÅŸildiÄŸinde.
 
Evet, ölecektir ama daha ÅŸimdi deÄŸil; hatta hiç deÄŸil! Uzaktaki ölümün belirsiz bir geleceÄŸe yakınlaÅŸması, kaygılı bir ürküye yol açar.
 
Ä°çimizdeki o tamamlanmamışlık hissiyatı bin bir bahane bulur çıkarır. Sanki biz olmasak dünya dönmeyecek, insanlık çok önemli bir kayba uÄŸrayacakmış gibi.
 
Bir süredir hepimizi iklimine çekmiÅŸ olan “küresel felaket”in “metafizik” bir yönü de yok mudur?
 
Birdenbire hayatı bir bıçak gibi kesen, bizi aciliyetlerimizden veya olaÄŸanlığımızdan kopararak, kaynağı görünmeyen bir tehdidin, bir korkunun ve hatta ürkünün cenderesine sokan bir yön.
 
Sonuçta hayatımızı ilanihaye sürdüremeyeceÄŸimize göre, sahici midir böylesi bir korku?
 
Yoksa bu, ucubelere dair bilinçaltı korkularımızı dirilten, yahut da bize insanlığımızı hatırlatmak için zaman zaman kabuslarla uykularımızdan uyandıran cinsten daha kökensel bir korku mudur?
 
Beri yandan insanlık, zaman zaman farklı korku iklimlerinin cenderesi içerisine de girip çıkmakta; adeta döngüsel korku iklimlerinin.
 
KuÅŸkusuz ki Auschwitz’de ölüm sırasını bekleyenlerle, bunu ifa etmek için orada bulunanlar, yani Hannah Arendt’e “KötülüÄŸün Sıradanlığı”nı yazdıranlar, aynı korku ikliminde yaÅŸasalar da, aynı insanlık durumu içinde yaÅŸamakta deÄŸillerdi.
 
Arendt’e göre, Auschwitz’in sorumlularından birisi olarak yargılanan Eichmann, gerçekte oldukça “sıradan” biriydi.
 
OlaÄŸan hayatı içerisinde “kötü” biri de deÄŸildi belki; sadece kendisine verilen talimatları icra etmiÅŸti!
 
Onu sıradanlaÅŸtıran ve kötülüÄŸe bulaÅŸtıran düÅŸün-e-memesiyse ÅŸayet, Heidegger gibi biri neden bu sıradanlığın içerisine sürüklenmiÅŸti?
 
Oysa düÅŸünmek, varoluÅŸçu bir yaklaşımla, insana o kritik anlarda felakete karşı durma gücü vermeli deÄŸil miydi?
 
Veya en azından insanlığın hangi cephesinde duracağına dair bir bilinç! Kötülük ise aşırı olsa da aslî bir tutum deÄŸildi; aslî olan, kuÅŸkusuz ki, iyilikti.
 
Arendt’e göre, Eichmann gibileriyle birlikte kötülüÄŸü sıradanlaÅŸtıran modern ve rasyonel bürokratik aygıttı.
 
Caniyle kurbanın bakışlarını aynılaÅŸtıran bu aygıtın baÅŸarısı, bizi “hakikat” üzerinde düÅŸünmekten uzak tutmasında yatmaktadır.
 
Hakikatin iktidara veya hayatın yalın gerçekliÄŸine iliÅŸkin oluÅŸuna dair yanılsamayı, bin bir gerekçe ile bize benimsetmesinde.
 
Edimlerimizin sorumluluÄŸunu üstlenmekten bizi kurtaran aÅŸkın bir yetke, bize hep haklı olduÄŸumuzu fısıldar durur; Âdem’i baÅŸtan çıkaran “ÅŸeytan” gibi.
 
Hayatın o sıradanlığı içerisinde ise herkes kendi iÅŸlevini gerçekleÅŸtirirken, ağır ağır içerisine sürüklenmekte olunan felaketin bütünlüÄŸünü de görmekten kaçınılır.
 
Gerçekten öyle midir ve öyleyse ÅŸayet, insanlığı bu tür bir aldanışa sürükleyen tam olarak nedir?
 
Yoksa insanoÄŸlunu bir felaketin büyüsüne teÅŸne kılan yanı, tam da onu insanlığın ÅŸafağına çıkarmış olan o karmaÅŸa ile mi ilgilidir?
 
Öyle bir karmaÅŸa ki, insanı hem tanrısal hem de ÅŸeytanî sesleniÅŸe ve duyarlılığa açık ve hatta muhtaç kılar.
 
Albert Camus de “Veba”sında bir baÅŸka açıdan bakmaya çalışır felakete.
 
Bu felaketten sadece insanların kötülükleri üzerine dersler çıkarmaya çalışan  “Rahip Paneloux”’ya karşı, ölümü göze alarak felaketle savaÅŸmaya çalışan Dr. Rieux, kuÅŸkusuz ki aynı insanlığın parçaları deÄŸildir.
 
Bu kez öne çıkan ise meseleye sahte metafizik gerekçeler üreten bir bakış yerine, kötülüÄŸe yol açan fiziksel ÅŸartlarla mücadele etmenin sahiciliÄŸidir.
 
Kimileri ise fırsatlardan yararlanmaya ya da felaket atmosferinden kaçarak kendisini kurtarmaya çalışmaktadır.
 
Ama sonuçta herkes, hiç de beklemedikleri bir “olay”a hazırlıksız bir biçimde yakalanmış gibi ÅŸaÅŸkınlık içindedir.
 
Ansızın hayatımıza sıçrayan bu “akıldışılık”, nasıl olur da “bilinçli” bir hayatın içerisinde yer alır ve o kendine özgü deÄŸerleriyle her ÅŸeyi yoluna koymuÅŸ gibi gözüken dünyaları altüst eder?
 
Hatta bir deprem ya da kuraklık döngüsü gibi oldukça fiziksel ve dolayısıyla da bilimsel (aklî) bir felaket de olabilir maruz kaldığımız bu ucube.
 
Ama yeri gelir bir göktaşı, bir dünya savaşı ya da hiçbir gerçekliÄŸi olmayan bir hayalet de olabilir.
 
Önemli olan bu felaketin ne’liÄŸinden ziyade, hayatlarımızı sarsmasındaki ÅŸaşırtıcı kudrettir.
 
Ä°nsanlığı bir korku etrafında bu denli birleÅŸtirebilen o kudret adeta korkunun karşısında birleÅŸmeye duyulan bir ihtiyacı da açığa çıkarır.
 
Oldukça farklı güzergahlara dağılmışlığın ve yabancılaÅŸmanın insanlığı çığırından çıkaran vahameti karşısında bir felaket olur insanlığı tefekküre davet eden.
 
Acaba bu gerçek bir tefekkür müdür yoksa felaketin karşısında verilen kurtulmalıklar akabinde kalan saÄŸlarla yoluna devamı düÅŸünen baÅŸka bir aymazlık mı?
 
Yan yana akıp giden hayatlarımızın o sıradanlığından bir an için sıyrılıp birbirimizi, hayatı, dahası kendimizi fark edebilmekte miyiz?
 
Neden varız ve bu varlığı sahici bir anlama kavuşturmanın yolu nedir?
 
Ä°nsanlığımızı belirginleÅŸtiren yön tam da burasıdır iÅŸte. Yoksa hayatın oldukça farklı saiklerle savrulduÄŸumuz cepheleri ve bu cephelerle olan rastlantısal baÄŸla-ntıla-rımız deÄŸil.
 
Ümit AktaÅŸ / Independent Turkish
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.