Sosyal Medya

Dursun Çiçek ile söyleşi: Evimiz Türkiye’yi korumak için, evimizde kalıyoruz

Kitabı bir yaşama biçimi haline dönüştüren Dursun Çiçek, çocukluk döneminde başlayan kitap tutkusuyla evini binlerce kitabın yer aldığı kütüphaneye dönüştürdü. Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanan Şehir Kültür Sanat ve Düşünen Şehir adlı iki derginin Genel Yayın Yönetmenliğini yapan Dursun Çiçek ile kitaplara, kütüphaneye, şehirlere, Kayseri’ye, fotoğraflara ve birçok meseleye dair çok özel bir röportaj gerçekleştirdik.



DüÅŸünün; evinizin her köÅŸesi kitaplarla dolu, gözünüzü çevirdiÄŸiniz her yerde kitaplar var, elinizi koyduÄŸunuz her yerde kitaplara dokunuyorsunuz, adım attığınız an yeni bir kitap karşınıza çıkıyor. Evinizde kitap kokusu eksik olmuyor. Dursun Çiçek, iÅŸte böyle bir evde kitaplarıyla nefes alıyor.
 
Kitabı bir yaÅŸama biçimi haline dönüÅŸtüren Dursun Çiçek, çocukluk döneminde baÅŸlayan kitap tutkusuyla evini binlerce kitabın yer aldığı kütüphaneye dönüÅŸtürdü. Henüz ilkokuldayken kitap okuma alışkanlığı kazanan 56 yaşındaki Çiçek, her ay kendi maaşımdan düzenli olarak kitap satın alıyor. Yazar arkadaÅŸlarının ve yayın evlerinin düzenli olarak kitap göndermesiyle kütüphanesine ayda yaklaşık yüz-yüz elli kitap giriyor.
 
Kayseri BüyükÅŸehir Belediyesi tarafından yayınlanan Åžehir Kültür Sanat ve DüÅŸünen Åžehir adlı iki derginin Genel Yayın YönetmenliÄŸini yapan Dursun Çiçek ile kitaplara, kütüphaneye, ÅŸehirlere, Kayseri’ye, fotoÄŸraflara ve birçok meseleye dair çok özel bir röportaj gerçekleÅŸtirdik.
 
Evimiz Türkiye’yi korumak için, evimizde kalıyoruz, OKUYORUZ.
 
Ä°yi okumalar
 
 
Kitaplığınızı zaman zaman paylaşıyorsunuz, geçen gün yine paylaÅŸtınız ve çok konuÅŸuldu. Evinizin her yerinde kitaplar var, hangi tarafa başımızı çevirsek kitapla karşılaşıyoruz. Böyle olunca insanlar sizi “evinde 30 bin kitapla yaÅŸayan adam” olarak tanımlıyor, bu tanımlamaya nasıl yaklaşıyorsunuz, siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
 
Ben kendimi, “Kitaplarla yaÅŸayan ve nefes alan adam” olarak tanımlarım. “Evinde 30 bin kitapla yaÅŸayan adam” habercilerin yaptığı çok da hoÅŸuma gitmeyen antropolojik bir tanımlama oldu. ArkadaÅŸlarım ve dostlarım tarafından kitapla nefes alan adam, kitaplarla yaÅŸayan adam olarak tanımlanır ve bilinirim. Belki de genelde yalnız yaÅŸadığım için böyle bir tanım çıktı ortaya.
 
Liseyi bitirdiÄŸimde 747 kitabım vardı. Lise öÄŸrencisiydim ama yalnız yaÅŸayan bir insandım. O zaman da arkadaÅŸlarım “kitapla yaÅŸayan adam” derdi. Hayat sürecindeki yalnız kalma anları kitaplarla örtüÅŸtüÄŸü için böyle bir tanım yapıyorlar. Çok rahatsız edici bir ÅŸey deÄŸil ama bunu çok tuhaf bir ÅŸeymiÅŸ gibi yansıtmaları tuhaf oluyor. Bizim geleneÄŸimiz, kitap kültürüdür. Bu durum bizim geleneÄŸimize aykırı bir durum deÄŸildir. Kitaplarla yaÅŸayan bir adam görünce ÅŸaşırmamak lazım. Çünkü peygamber efendimizden sonraki süreçte ulemamız ÅŸahsi kitaplıklarıyla ve ÅŸehirlerimiz de kütüphaneleriyle bilinir. Bundan dolayı buna ÅŸaşırılmasına ÅŸaşırıyorum. Bu da son dönemdeki insanların kitap ve kütüphaneye karşı biraz mesafeli oluÅŸundan kaynaklanıyor. Kitabı hayatımızın bir parçası olmaktan çıkardığımız için benim veya benim gibi yaÅŸayan insanların durumu bugünkü bazı insanlara tuhaf geliyor sanırım.
 
Necip Fazıl, Ali Biraderoğlu ve Akif Emre hayatımın gidişatını belirledi
 
Kendimi Necip Fazıl’ın talebesi olarak kabul ederim. Üniversiteyi kazandığımda beni Kayseri SöÄŸüt Fikir Kulübü’ne ve oÄŸlum diye tanımladığı Ali BiraderoÄŸlu’na yönlendirdi. Ali BiraderoÄŸlu fikir babamdır. Onun yanında SöÄŸüt Fikir Kulübü’nde yetiÅŸtim. Bundan dolayı bulunduÄŸum ortam bir fikir, düÅŸünce ve kitap ortamıydı. Akif Emre ve birçok kiÅŸiyle SöÄŸüt Fikir Kulübü’nde tanıştım. Necip Fazıl, Ali BiraderoÄŸlu, Akif Emre benim hayatımın gidiÅŸatını belirledi. Akif aÄŸabey Ä°stanbul’da olduÄŸundan dolayı Ä°stanbul’a gidiÅŸim çok sık olurdu ve onunla olan beraberliÄŸim sürekliliÄŸini hiç kaybetmedi. Bir anlamda benim Ä°stanbul’um Akif aÄŸabeydi. Bugünkü dostlarımın, arkadaÅŸlarımın hemen hemen tamamını Akif aÄŸabey vasıtasıyla tanıdım.
 
 
Kütüphaneme ayda yaklaşık yüz-yüz elli kitap giriyor
 
“Evinde 30 bin kitapla yaÅŸayan adam” olarak biliniyorsunuz ama ÅŸu an evinizdeki kitap sayısı 30 bini aÅŸmıştır. Evinizde kaç kitap var?
 
Kitaplarımı birkaç defa kategorize etmeye, saymaya çalıştım ama yapamadım. Üç yıl önce yirmi beÅŸ bin – otuz bin aralığında olduÄŸunu tahmin ediyordum. Åžimdi otuz bin – otuz üç bin aralığında olduÄŸunu tahmin ediyorum. Kütüphaneme her ay çok kitap ekliyorum. Her ay kendi maaşımdan düzenli olarak kitap satın alıyorum. Yazar arkadaÅŸlarım bana düzenli olarak kitap gönderiyor. Bazı yayınevleri çıkardıkları kitapları bana gönderiyor. Bundan dolayı kütüphaneme ayda yaklaşık yüz-yüz elli kitap giriyor. Bundan dolayı da kütüphanemde yaklaşık otuz üç bin kitap olduÄŸunu tahmin ediyorum. Ancak benim kitaplarımın tamamı bunlardan ibaret deÄŸil.
 
Yaklaşık on üç bin olduÄŸunu tahmin ettiÄŸim kitabımı belli bir zaman aralığında hediye de ettim. Bir derneÄŸin kütüphanesine yaklaşık üç bin kitap hediye ettim, bir kasabanın kütüphanesine yaklaşık üç bin kitap hediye ettim. Belli dönemlerde kitaplarım eve sığmadığı için birilerine hediye ederdim. Bu ÅŸekilde yaklaşık on iki-on üç bin kitap hediye ettim. Annemin evinde, ofisimde, evimde ayrı ayrı yerlerde kitabım oldu. Ama ÅŸu an kütüphanemin yüzde doksanı yaÅŸadığım evde.
 
Burada ÅŸunu belirtmek isterim ki kitapların çokluÄŸu birinci derecede önemli deÄŸildir. Önemli olan kitap bilincinin olmasıdır. Benim için böylesi bir çokluk içinde bulunduÄŸum yalnızlık durumu ile özel bir tercihtir. Yoksa daha az kitabı olmakla birlikte benden çok daha iyi kitap bilinci olan insanları tanıyorum. Veya benden daha çok kitabı olmakla birlikte kitap bilinci olmayan insanlar tanıyorum. Buradaki temel mesele kitap biriktirmek, koleksiyon yapmak deÄŸil kitabı hayatın bir parçası yapmak, kitap eksenli bir yaÅŸama biçimidir. Burada sayısal baÄŸlam birinci derecede belirleyici deÄŸildir.
 
 
Kütüphaneme ayda yaklaşık yüz-yüz elli kitap giriyor
 
“Evinde 30 bin kitapla yaÅŸayan adam” olarak biliniyorsunuz ama ÅŸu an evinizdeki kitap sayısı 30 bini aÅŸmıştır. Evinizde kaç kitap var?
 
Kitaplarımı birkaç defa kategorize etmeye, saymaya çalıştım ama yapamadım. Üç yıl önce yirmi beÅŸ bin – otuz bin aralığında olduÄŸunu tahmin ediyordum. Åžimdi otuz bin – otuz üç bin aralığında olduÄŸunu tahmin ediyorum. Kütüphaneme her ay çok kitap ekliyorum. Her ay kendi maaşımdan düzenli olarak kitap satın alıyorum. Yazar arkadaÅŸlarım bana düzenli olarak kitap gönderiyor. Bazı yayınevleri çıkardıkları kitapları bana gönderiyor. Bundan dolayı kütüphaneme ayda yaklaşık yüz-yüz elli kitap giriyor. Bundan dolayı da kütüphanemde yaklaşık otuz üç bin kitap olduÄŸunu tahmin ediyorum. Ancak benim kitaplarımın tamamı bunlardan ibaret deÄŸil.
 
Yaklaşık on üç bin olduÄŸunu tahmin ettiÄŸim kitabımı belli bir zaman aralığında hediye de ettim. Bir derneÄŸin kütüphanesine yaklaşık üç bin kitap hediye ettim, bir kasabanın kütüphanesine yaklaşık üç bin kitap hediye ettim. Belli dönemlerde kitaplarım eve sığmadığı için birilerine hediye ederdim. Bu ÅŸekilde yaklaşık on iki-on üç bin kitap hediye ettim. Annemin evinde, ofisimde, evimde ayrı ayrı yerlerde kitabım oldu. Ama ÅŸu an kütüphanemin yüzde doksanı yaÅŸadığım evde.
 
Burada ÅŸunu belirtmek isterim ki kitapların çokluÄŸu birinci derecede önemli deÄŸildir. Önemli olan kitap bilincinin olmasıdır. Benim için böylesi bir çokluk içinde bulunduÄŸum yalnızlık durumu ile özel bir tercihtir. Yoksa daha az kitabı olmakla birlikte benden çok daha iyi kitap bilinci olan insanları tanıyorum. Veya benden daha çok kitabı olmakla birlikte kitap bilinci olmayan insanlar tanıyorum. Buradaki temel mesele kitap biriktirmek, koleksiyon yapmak deÄŸil kitabı hayatın bir parçası yapmak, kitap eksenli bir yaÅŸama biçimidir. Burada sayısal baÄŸlam birinci derecede belirleyici deÄŸildir.
 
 
ÇocukluÄŸumda kitabın yerini masal doldururdu
 
Kitaplara bu kadar tutkulu bağlanmanızın sebebi nedir?
 
Altı yaşıma kadar nenem, babaannem, annem bana masallar anlatırdı. ÇocukluÄŸumda kitabın yerini masal doldururdu. Yatsı namazından sonra yarım saat kitap okuma saatleri yapardık. Hz. Ali Cenknameleri, Siyer-i Nebi, Seyyid Battalgazi, KöroÄŸlu, KaracaoÄŸlan okurdum. Rahmetli babamın da okuma yazması çok olmadığı için herkes otururdu kitapları ben okurdum, ev halkı dinlerdi. Haftada iki-üç gün de ninem masal anlatırdı. Bunlar birden bire ortadan kalktı. Evlerdeki kitap okuma ve masal anlatma olayı birden bire kesildi. Ben teyzemin yanına gittikten sonra böyle ÅŸeyler olmadı. Annemlerin evde de kitap okuma ve masal anlatma geleneÄŸi bitti. Muhtemelen bu eksikliÄŸi tamamlamak için bu kadar çok kitaba baÄŸlandım. Ben her zaman o masal dinleme ve kitap okumanın etkisi olduÄŸuna inanırım. Çünkü biz de masal anlatma veya odalarda belli bir süre toplu kitap okuma ve anlatma geleneÄŸi de bir okuma biçimidir. Bir de sanırım daha önce de belirttiÄŸim gibi tek başına kalmamak için kitap okuyorum.
 
 
Kitaplar, yalnızlığa tutunduğum arkadaşlarımdır
 
Bir süredir evinizde kitaplarınızla yalnız yaşıyorsunuz. Özellikle koronavirüs’ün yayılmaması için evde kaldığımız ÅŸu günlerde kitaplarınızla yaÅŸamak sizin için daha büyük anlam ifade etmiÅŸtir. Kitaplarınız sizin için ne ifade ediyor, ÅŸu günlerde kitaplarla bir gününüz nasıl geçiyor?
 
Rutin hayatımda çok ÅŸey deÄŸiÅŸmedi. Çıkardığım iki derginin yönetimi için ofise gidip gelemiyorum, bunun dışında hayatımda önemli bir deÄŸiÅŸiklik olmadı. Belli dönemler evden çıkmadığım da oluyordu. Kendimi beÅŸ-altı gün yazı yazmak için eve kapattığım oluyordu. Bundan dolayı çok yadırgamadım.
 
Kitaplar, sadece kitaptan ibaret deÄŸil. Kitaplar, sadece okumaktan ibaret deÄŸil. Kitaplar, sadece okumak için deÄŸil birlikte yaÅŸamak için de alınır. Ben bunu yaşıyorum. Kitapların varlığı, beni tek başıma hissettirmiyor. Benim meÅŸhur bir cümlem vardır, “Tek başına kalmamak için yalnızlığa tutunuyorum.” Bunu kitaplar için söylüyorum. Kitaplar, yalnızlığa tutunduÄŸum arkadaÅŸlarımdır. Kitapları, dostlarım ve arkadaÅŸlarım olarak niteliyorum. Bununla birlikte kitaplar içinde yaÅŸadığım ev, mahalle, ÅŸehirdir benim için. Bu ÅŸehrin sakinleri var, sokakları var, çeÅŸmeleri var, mabedleri var, daÄŸları, baÄŸları, bahçeleri var. Bu anlamda kitaptaki her yazar veya insan kurduÄŸum bu ÅŸehrin bir parçası. Dolayısıyla ben böyle bir ÅŸehirde yaşıyorum diye hissediyorum kendimi hatta his fazlalık bunu yaşıyorum.
 
Annemle yaÅŸadığım bir anıyı anlatmak isterim. Annemle yaÅŸadığım o anı,  kitaplarla benim aramdaki iliÅŸkiyi anlamak için güzel bir örnektir. Annemle bazı akÅŸamları telefonda konuÅŸuruz.
 
Bana dayanamaz, “yalnız oÄŸlum, garip oÄŸlum ne yapıyorsun” der hüzünlü bir biçimde bir ana gönlüyle.
 
Ben de, “yalnız deÄŸilim, arkadaÅŸlarım var. Hatta birkaç arkadaÅŸ gelecek onlarla oturacağız, merak etme” derdim.
 
Annem, “kim var gurbanım” derdi.
 
“Necip Fazıl ve Sezai Karakoç var, birazdan da Ä°bn-i Arabi, Ä°mam Gazali gelecek. Oturacağız, muhabbet edeceÄŸiz, çay içeceÄŸiz” derdim.
 
Annem, “oy gurban olurum onlara, selam söyle, orada olsaydım onlara ıspanaklı gözleme yapardım” derdi.
 
Ben bu hali her zaman yaşıyorum. Kitaplarla iliÅŸkim böyle. Onlar benim için cansız varlıklar deÄŸil. Onlar benim için uzaklarda duran, maddi bir ÅŸey deÄŸil. OkuduÄŸum kitapların altını çizerim, notlar düÅŸerim. Bu da onlara bir ÅŸey katmaktır. Okumanın ve bu anlamda okuyucu olmanın böyle bir yanı var. Bu kitaplar benim okumamla tamamlanıyor. Kitaplar, sadece yazarın yazmasıyla ve kitap ortaya koymasıyla kitap haline gelmez. Okuyucu kitabı okuduÄŸu zaman, bir ÅŸeyler yazdığı zaman kitabın sürekliliÄŸi devam eder. O kitabın etkisiyle yazı yazıyorsam, fotoÄŸraf çekiyorsam, ÅŸiir yazıyorsam o kitap akmaya ve yazılmaya devam eder. Bugün hala Necip Fazıl, Gazali, Ä°bn-i Arabi’yi okuyoruz. Böylece onların metinleri hala yaÅŸamaya devam ediyor. Kitap okuma, kitaplarla birlikte olma ve yazarlarıyla birlikteliÄŸim zamansal bir ÅŸey olmadığı için Gazali kitabını benim için yazmış akÅŸama yeni bir ÅŸey anlatacakmış gibi yaşıyorum. Dolayısıyla kitaplar benim için bir koleksiyon, bir tüketim unsuru veya bir gösteri unsuru deÄŸil. Bir yaÅŸama biçimi…
 
 
Kitap okumak, bir yaÅŸam biçimi ve hayatın bir parçasıdır
 
Evde kaldığımız ÅŸu zamanlarda diÄŸer günlere göre daha fazla kitap okumaya yönlendik, sizce bir kitabı nasıl okumalıyız ve kendimizi okumaya nasıl teÅŸvik etmeliyiz?
 
“BoÅŸ zamanlarımda kitap okurum”, “Kitap okumak için vakit ayırıyorum” cümlelerine sinir/gıcık oluyorum. Bana tuhaf geliyor. Hala anlayamadım boÅŸ zamanlarında kitap okumanın ne olduÄŸunu. BoÅŸ zamanın ne olduÄŸunu hala anlayamadım. Kitap okumak, mekanik bir ÅŸey deÄŸildir, doÄŸal bir ÅŸeydir. Nasıl susadığımda su içiyorsam, acıktığımda yemek yiyorsam benim için kitap okumak böyle bir ÅŸey. Kitap okumanın saati olmaz, kitap okumanın dayatılan belli bir vakti olmaz. Kitap okumak, bir yaÅŸam biçimi ve hayatın bir parçasıdır. “Korona günlerinde evde kaldık, kitap okuyalım” böyle bir ÅŸey olmaz. “Okullar tatil oldu, kitap okuyalım” bunlar çok anlamsız. O durum, kitabı tüketmekle ilgilidir. Bu, kitap okumak deÄŸildir. Bu, gösteriÅŸsel bir ÅŸeydir. Kitap okumak, bir kiÅŸinin kendi hafızası, hayat ve dünya görüÅŸü ile ilgili bir ÅŸey. Ä°nsan sabah kalkınca da kitap okur, öÄŸle yemeÄŸinden sonra da kitap okur, akÅŸam da kitap okuyabilir. Ä°nsan, her anında kitap okuyabilir. Kitap okumak, hayatımızın, varlığımızın ve varoluÅŸumuzun doÄŸal bir parçası olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Kitap okumayı hayatının parçası yapmamış bir kiÅŸi evde kaldığı süreçte de kitap okuyamaz. Çünkü kitap onun için bir yaÅŸam biçimi deÄŸildir. Kitap okumak yerine internete girmek ve video izlemek ister. Benim evde kaldığım andaki kitapla yaÅŸama biçimimle evde kalmadığım andaki kitapla yaÅŸama biçimim birbirinden çok farklı deÄŸil.
 
Tanımadığım insanlara nasıl kitap okumaları konusunda bir ÅŸey önermiyorum. Aynı zamanda hangi kitapları okumaları konusunda da bir ÅŸey önermiyorum. EÄŸer ilgi alanlarını biliyorsam öÄŸrencilerime, çevremdeki arkadaÅŸlarıma önerilerde bulunuyorum. Bizdeki okuma olayı sanki ergenlik veya üniversiteyle özdeÅŸleÅŸtiriliyor. YavaÅŸ yavaÅŸ liselerde ve ortaokullarda okumaya önem veriliyor. Bizde okuma, hayatın parçası olarak devam ettiÄŸi sürece anlamı olabilir. Kitap okuma, bir ilke, hayat görüÅŸü ve süreklilik faaliyeti içinde olmazsa bir anlamı olmaz.
 
 
Dijital olan kitap araçsal olmadığı sürece, gerçek kitabı anlamından koparır
 
Her ÅŸeye bir tıkla ulaÅŸabileceÄŸimiz dijital çaÄŸda yaşıyoruz. Dergiler ve gazeteler dijital ortama geçiyor, basılı hayatlarına son veriyor. Kitaplar da dijital ortama taşınıyor, dijital kütüphaneler var. Binlerce eseri telefona veya tablete sığdırabiliyoruz. Dijital çaÄŸda basılı eserler anlamlarını kaybetti mi, dijital kütüphaneler varken insanlar niye kütüphane kurmaya gerek duysun?
 
EÄŸer insan da sanallaşır, imajlaşır ve dijitalleÅŸirse sorun yok. Bu anlamda bir gidiÅŸat da maalesef var. Asıl insan, zaman ve mekan dijitalleÅŸiyor. Bu belki de Aydınlanma sonrası gelinen fizik ve matematik baÄŸlamın zorunlu sonucu. Mekanizmin geldiÄŸi nokta. Görünen ve görüntü ayrımı üzerine dururum. Ä°çinde bulunduÄŸumuz gösteri çağı, imaj çağı bir anlamda kitapları da dijitalleÅŸtiriyor veya sanallaÅŸtırıyor. Araçsal anlamda bir kitabın dijital halinin kullanılmasında hiçbir sakınca yok. Yazar için kitabın PDF’inin elinde olmasından veya araÅŸtırmacı için yurtdışındaki kütüphaneye ulaÅŸmaktan daha müthiÅŸ bir ÅŸey olamaz. Bu, araçsal olarak anlamlı ve güzel bir ÅŸey. Buna karşı çıkamazsınız. Kitabı sırf dijital olana indirgediÄŸiniz zaman o kitap olmaktan çıkar. O zaman bir okumadan söz edemeyiz. Orası tamamen kitap okuma imajına dönüÅŸür. Geleneksel kitap kültürüne sahip olmayan insanlar PDF kitapları ve dijital kitapları zaten kullanamaz. Evinde kütüphanesi olan akademisyen, araÅŸtırmacı veya kitabı bilen insanlar dijital kitapları araçsal anlamda kullanırlar. Kitabı hiç bilmeyen bir insanın Tolstoy’un bir kitabını veya Ä°bn-i Arabi’yi dijital olarak okumaya baÅŸladığını duymadım, duysam da inanmam, böyle bir ÅŸey mantıklı, tutarlı deÄŸil. Kitapla bire bir elle dokunma, gözle görme, sinenize alma iletiÅŸimi olmadığı sürece kitap-okuyucu iliÅŸkisi ortaya çıkmaz. Dijital iliÅŸki insana ait bir iliÅŸki biçimi deÄŸildir.
 
Dijital kitapları deÄŸerlendiren insanlarımızın büyük bölümü çıktı alıp okurlar. Çıktı almadan okuyan sayısı çok azdır. Dijital kitapların veya kütüphanelerin olması kötü bir ÅŸey deÄŸildir. Benim evimde yaklaşık otuz bin PDF kitap da var. Hiçbir zaman bunları kitap okuma olarak görmüyorum. Bir ÅŸey için faydalanmam gerektiÄŸi zaman kullanıyorum. Bundan sonraki süreçte kitap dijitalleÅŸerek fonksiyonunu sürdürebileceÄŸini sanmıyorum. Görüntü olan her ÅŸey görüneni nasıl buharlaÅŸtırıyorsa (sadece deÄŸerler anlamında deÄŸil, kitap için de geçerli bu) dijital olan kitap da gerçek kitabı anlamından koparır ve buharlaÅŸması sonucu kitap diye bir ÅŸey ortada kalmaz. Dijital kitap, hiçbir zaman gerçek kitabın alternatifi deÄŸildir. Dijital kitap, gerçek kitabın yayılımını daha hızlı saÄŸlayan araçsal bir ÅŸeydir ancak.
 
 
Åžehirle alakalı fikrim Turgut Cansever ve Akif Emre’ye dayanır
 
Biraz da Kayseri ve Åžehir ekseninde konuÅŸalım. Kayseri BüyükÅŸehir Belediyesi tarafından yayınlanan Åžehir Kültür Sanat ve DüÅŸünen Åžehir adlı iki derginin Genel Yayın YönetmenliÄŸini yapıyorsunuz. Bize bu iki dergiden bahsedebilir misiniz, ne tür çalışmalarınız oluyor, iki derginin çıkış amacı ve önemi nedir?
 
Yaklaşık üç buçuk yıl önce Kayseri BüyükÅŸehir Belediyesi ÅŸehir dergisi çıkarmak istediÄŸini söyledi. Belediyeden tanıdığımız arkadaÅŸlar böyle bir ÅŸeyi benim yapabileceÄŸimi söylemiÅŸler. O zamanki baÅŸkanla bir araya geldik, bu derginin çıkmasının mümkün olmadığını düÅŸünüyordum. Ben de durumu Akif abiye açtım. (Åžehirle alakalı fikrim, birikimim Turgut Cansever ve Akif Emre’ye dayanır. Her ikisini bir birinin sürekliliÄŸi ve ekseni olarak kabul ederim. Ä°kisini de Mimar Sinan’da birleÅŸtiririm.) Akif abi de önce inanmadı. Akif abiyle konuÅŸtuk ve onun da olduÄŸu bir toplantı yaptık. Akif abi, toplantıda derginin çıkabileceÄŸine inandı. Åžehir düÅŸüncesi üzerine dergi çıkacaktı ve Akif abi de elinden gelen desteÄŸi verecekti. DüÅŸünen Åžehir isimlendirmesi de ona ait.
 
DüÅŸünen Åžehir,  ÅŸehir fikri ve ÅŸehir düÅŸüncesi ekseninde bir dergidir
 
DüÅŸünen Åžehir’de; ÅŸehir fikri, ÅŸehir düÅŸüncesi etrafında modern ÅŸehir düÅŸüncesinin dışında baÅŸka türlü yaÅŸamanın mümkün olduÄŸuyla ilgili fikirlerimizi somutlaÅŸtırdık. Üç ayda bir çıkıyordu baÅŸlangıçta. Åžimdi dört ayda bir çıkıyor. Ä°lk sayımız, Anadolu’da ÅžehirleÅŸmeydi. Ä°kinci sayımız, Åžehir ve Göz. Akif Emre özel sayısı, Mimar Sinan özel sayısı, Fıkıh, Sinema, Mezar, TaÅŸ, Musiki ana dosyalı sayılar yaptık. BaÅŸta da dediÄŸimiz gibi modern ÅŸehir fikrinin ötesinde baÅŸka türlü yaÅŸamanın imkânlarını kendi ÅŸehir geleneÄŸimizden yola çıkarak tartışıyorduk. Kendi varlık, bilgi, deÄŸer, zaman, mekân ve siyaset anlayışımızın ÅŸehir ’deki mücessem halini vurguluyorduk.
 
Åžehir Kültür Sanat, Kayseri eksenli bir dergidir
 
Åžehir Kültür Sanat dergisi de aylık olmak üzere sadece Kayseri eksenli bir dergi olsun istedik. Åžehir Kültür Sanat dergisinin ilk sayısını çıkardığımızda da güçlü bir etkisi oldu. Kayseri’yi sembolik anlamda ifade eden bir portre ile baÅŸladık. Ardından Kayseri ile ilgili bir mekân, Kayseri ile ilgili bir doÄŸa, Kayseri tarihi ile ilgili dosya, Kayseri kültürü ile ilgili dosya, Kayseri ile ilgili gezi yazısı, Kayseri ile ilgili söyleÅŸi, Kayseri ile ilgili fotoÄŸraflar gibi bölümler oluÅŸturduk. Kayseri ile ilgili kitapların tanıtıldığı bölüm oluÅŸturduk. BaÅŸkanın fotoÄŸrafı giriÅŸteki yazıda küçücüktü. Onun dışında hiçbir yerde baÅŸkanın fotoÄŸrafı veya belediyenin faaliyetini yayınlamadık. Yani bilindik bir bülten deÄŸil dergi çıkarıyorduk.
 
Bu anlamda Åžehir Kültür Sanat dergisi, Kayseri hafızası oluÅŸturdu. DüÅŸünen Åžehir dergisi de ÅŸehir düÅŸüncesi ve ÅŸehir fikri etrafında Türkiye’de modernleÅŸmenin dışında nasıl bir ÅŸehir tasavvurumuz olabilir? GeleneÄŸin ÅŸehir tasavvuru ile modernleÅŸmenin ÅŸehir tasavvurunun ayrıştığı ve kesiÅŸtiÄŸi yerler nedir? Yirmi birinci yüzyılda modern ÅŸehir tasavvurunun dışında yaÅŸama imkânımız var mı? gibi sorulara cevap aradık ve bu eksende yayın çizgisine devam ediyor.
 
 
“Åžehir” dendiÄŸi zaman Ä°stanbul, Kayseri ve KırÅŸehir aklıma geliyor.
 
Günümüzde ÅŸehir kültürü üzerine çalışmalar azalmışken sizi ÅŸehir kültürü üzerine çalışmaya ve Kayseri’nin kültürü üzerine çalışmaya yönelten ne oldu?
 
KırÅŸehirliyim. Üniversiteyi okumak için Kayseri’ye geldim. Kayseri’den önce de Ä°stanbul var hayatımda. KırÅŸehir, Kayseri ve Ä°stanbul ekseninde ÅŸehri tanımlıyorum. “Åžehir” dendiÄŸi zaman bu üç yer aklıma geliyor. Åžehir düÅŸüncesini ve ÅŸehir fikrini bu yerlerin bendeki etkisi üzerine kurdum öncelikle. Sonra bunlardan hareketle Ä°slam dünyasının her yerine serpilmiÅŸ ÅŸehirleri gezdim, okudum, inceledim.
 
Ä°stanbul, Ä°slam ÅŸehrinin modelidir. Selçuklu’nun, Osmanlı’nın ve ondan önceki Ä°slam ÅŸehircilik mirasının, Roma ve Batı dâhil, kendinden önceki bütün mirası içine alan ama öncelikle de Ä°slam düÅŸüncesinin mekânda mücessem olduÄŸu bir yerdir Ä°stanbul. Bundan dolayı müstesna bir yerdir.
 
Ancak içinde yaÅŸadığımız modern süreç bizim mekânlarımızı yok ediyor, tıpkı kendi mekânlarını yok ettiÄŸi gibi. Korkunç bir mekanik ve matematik düzen, bahçeli evler yerine apartmanlaÅŸma, betonlaÅŸma ve çelikleÅŸeme önü alınmaz bir biçimde artık sadece toprağı deÄŸil gökyüzünü bile zorlamaya baÅŸladı. Dün Ä°slam ÅŸehrini, Osmanlı veya Selçuklu ÅŸehrini temsil eden ÅŸehirlerimiz bu tehlike ile karşı karşıya ve maalesef gün geçtikçe yok oluyor. Ya da bazı bölümleri korunarak hayattan yalıtılıyor. Bu daha kötü bir ÅŸey. Ev, Mahalle, Åžehir hayatın bir parçası ise anlamlıdır. Ancak bugün apartman evi, beton toprağı, çelik taşı, site mahalleyi, modern mekân da ÅŸehri yok ediyor. Söz konusu mekânsal yok ediÅŸ aynı zamanda eÅŸ zamanlı olarak bir zihinsel yok ediÅŸi de içinde taşıyor. Biz de bir bakıma Necip Fazıl’ın “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” dediÄŸi gibi, insanlara içinde yaÅŸadıkları süreci sorgulamalarını ve neyi kaybettiklerini hatırlamalarını istiyoruz. Bir hafızaya dikkat çekiyoruz.
 
Åžehirlerimiz; inandıklarımızın ,yaÅŸama biçimimizin ve hayat görüÅŸümüzün somut halidir
 
1970’ler ve 1980’lerde Turgut Cansever tek başına ÅŸehir diye çırpınırken muhafazakâr yazarların çoÄŸu, (birkaç istisna hariç) Hoca’nın ne dediÄŸinin farkında bile deÄŸildi. Bizde son dönem aktüel Ä°slamcılık literal anlamda daha çok modernizmin açtığı tartışma alanları üzerinde devam eder. Ya modern deÄŸerleri tarihi tecrübeye giydirmeye çalışırlar veya tarihteki baÄŸlamı bugüne taşımaya çalışırlar. Bundan dolayı da ortaya bir farklı bir ÅŸehir fikri çıkmaz. Genel anlamda son yüzyılımızdaki Ä°slam düÅŸüncesinin krizi de budur.
 
Son iki yüz yıldır ana tayışıcı unsur olan ulema ve ulema-düÅŸünür sınıfı ortadan kalktığı için ortaya Aydınlanma’nın etkisi ile “modern sürecin yol açtığı günün meselelerine tarihi tecrübeden çözümler arayan” bir kesimle beraber, tarihi tecrübeyi atlayarak Kuran ve Sünnet’ten çözümler arayan bir baÅŸka kesim daha ortaya çıktı. Ancak bu iki tutum da bir müddet sonra tamamen modernizmi içselleÅŸtirdiÄŸi gibi modernizm tarafından da içselleÅŸtirildi. Muhafazakâr Ä°slamcılık veya Modernist Ä°slamcılık diye niteleyebiliriz bunları. (Her ikisine ben postmodernist Ä°slamcılar diyorum)
 
Bu iki gruba tepki olarak ise ulema sınıfı olmadığı için sanatkârlar ve edebiyatçılardan oluÅŸan Ä°slam’ı bir hayat nizamı ve dünya görüÅŸü olarak kabul eden bir kesim ortaya çıktı. Bunlar öncekilerden farklı olarak modern dünya görüÅŸünün farkında olarak en azından meselenin hafıza ve düÅŸünsel baÄŸlamını biliyorlardı. Muhafazakârların ve modernist Ä°slamcıların modernizmin hayat görüÅŸüne eklemlenmelerine karşıt olarak bunlar, Ä°slam’ın bir hayat nizamı ve dünya görüÅŸü olduÄŸunu savunuyorlardı. BaÅŸka bir deyiÅŸle öncekilerden farklı olarak modern deÄŸerlere göre bir Kuran, sünnet yorumu veya tarihi yeniden yorumlayarak yeniden inÅŸa etmiyorlardı.
 
Bazı dostlarım bunların ulema olmamasını bir handikap olarak görüyorlar ama bana göre bu taşıyıcı/araçsal bir unsur ve süreç olmak bakımından kötü de deÄŸil yanlış da deÄŸil. Bir bakıma bir zorunluluk… Bu süreç bana göre en azından bir hafızanın ve ortak dilin diri kalması bakımından çok önemli bir etkiye yol açtı. Ancak bizim ana modelimiz olan ulema-düÅŸünür tipinin ortaya çıkması ve bu sürecin baÅŸlaması için bu ara süreci mutlaklaÅŸtırmamak bir geçiÅŸ süreci olduÄŸunu bilmek gerekiyor. Bu bakımdan Turgut Cansever ve Akif Emre çok önemlidir.
 
Turgut Cansever, istisna bir insandır. Turgut Cansever’in bu istisna baÄŸlamını Göstergeler, Çizgisiz Defter ekseninde Akif Emre devam ettirdi. Akif Emre, cumartesi günkü yazıları olarak mutlaka ÅŸehir yazıları olarak ortaya koyardı. Ä°slamcı geleneÄŸe mensup olup ÅŸehir fikrinde veya Mimar Sinan’dan bahseden ender insanlardandır. Çünkü onlara göre ÅŸehir bizim tevhid ilkemizin zamanda ve mekânda mücessem hale gelmesidir. Åžehirlerimiz, inandıklarımızın ve inançlarımızın somut halidir. Bizim kelamımızın mücessem halidir. Bizim edebiyatımızın mücessem halidir. Mimarlık dediÄŸimiz ÅŸey budur. Süleymaniye, bizim kelamımız ve irfanımız olmasaydı olmazdı. Mimari, Ä°slam düÅŸüncesinin ete kemiÄŸe büründüÄŸü alandır. Ancak bugünkü Ä°slam düÅŸüncesi çalışmalarına baktığınız zaman bu düÅŸünce tarihlerinde Mimar Sinan’ın, Abdülkadir Meragi’nin. Yunus Emre’nin, Fuzuli’nin Ä°slam düÅŸüncesinde nereye tekabül ettiÄŸi ile ilgili ciddi bir çalışma göremezsiniz. Oysaki sadece Süleymaniye ve Selimiye üzerinden bir düÅŸünce tarihi yazılabilir. Ä°slam DüÅŸünce Atlası bunun bir istisnası, Fuzuli Ne Demek Ä°stedi bunun bir istisnası… Daha baÅŸka güzel örnekler de çoÄŸalıyor gittikçe…
 
Åžehir fikrini anlamada Turgut Cansever ve Akif Emre zeminimizdir
 
Turgut Cansever, Osmanlı ÅŸehirlerine dikkat çekerken “Osmanlı Cennetleri” der. Åžehri, cennetin bu dünyadaki tecellisi olarak niteler. Turgut Cansever, ÅŸehir fikrini ve dünyadaki hayat fikrini oluÅŸtururken cenneti düÅŸünerek hareket eder. Bu dünya yaratılışı itibari ile cennetin bir remzidir. Ä°nsanın bu dünyadaki vazifesi de hüsn-i muhafazadır. Cenneti unutmamak üzerine kurulu bir dünya… Bu dünyanın geçiciliÄŸini unutturmamakla birlikte, dünyadaki kulluÄŸun boyutunu da ÅŸehirlerin oluÅŸturulmasındaki tevhid ilkesiyle ortaya koyar.
 
Akif Emre’de bunu iz ve gösterge kavramıyla sürekli hale getirir. Åžehir fikrini anlamada Turgut Cansever ve Akif Emre zeminimizdir. Onların ÅŸehir fikrini ve ÅŸehir düÅŸüncesini biz de dillendirmeye, bir baÅŸka ÅŸehir imkânının olabileceÄŸini, modern ÅŸehre mahkûm olmadığımızı, modern ÅŸehrin mekanizmine mahkûm olmadığımızı, ÅŸehrimizin aÅŸkın baÄŸlamını öne çıkarmamız gerektiÄŸini dillendirdik. Bu durumda da nostaljinin ve romantizmin tuzağına düÅŸmeden güzel yazılar, güzel fikirler ortaya çıktı.
 
 
Åžehir düÅŸüncesi ve ÅŸehir fikriyle ilgili düzgün düÅŸünsel fikrimiz yok
 
Türkiye’nin ÅŸehir kültür hayatı ve zaman içinde deÄŸiÅŸimi hakkında neler söylemek istersiniz?
 
Tamamen modern ÅŸehir fikrinin ve kültürünün içerisindeyiz. Modern ÅŸehir kültürü derken, Türkiye’deki 1950’lerden sonraki muhafazakârlığı Ä°slamcı düÅŸüncenin deÄŸil modern düÅŸüncenin ve yaÅŸama biçiminin devamına eklemliyorum. MuhafazakarlaÅŸma modernleÅŸmeyle ilgili bir süreç… Bizde dindar insanların kendilerini muhafazakâr olarak kabul etmeleri ve bu süreç üzerinde ciddi anlamda konuÅŸmamız gerekiyor. Bizim tarihi tecrübemiz baÄŸlamında dindar bir hayatın muhafazakârlıkla ilgisi yoktur. Muhafazakâr tepki daha çok tıpkı romantizm gibi modernizme tepki olarak batıda ortaya çıktı. Zaten Ä°slam’ın bir hayat nizamı olduÄŸu dünyada dindar kelimesi bile anlamsızdır. SekülerliÄŸin olduÄŸu baÄŸlamda kullanılır dindar, muhafazakâr gibi kavramlar ve aslında kendi iç çatışmalarıdır bu bir bakıma. DiÄŸer taraftan Türkiye’de modernleÅŸme daha çok muhafazakârlar tarafından içselleÅŸtirildi ve pratiÄŸe aktarıldı. Bunun da altını çizmek gerekir. Dolayısıyla Lale Devri’nden beri sekülerlik/muhafazakarlık çatışması modernite içi bir tartışmadır. Modernite ile Muhafazakârlık arasındaki tartışma bir zıtlık tartışması deÄŸil bir usul tartışmasıdır.
 
Bugün içinde bulunduÄŸumuz modern ÅŸehir tasavvuruna bir takım muhafazakâr dokunuÅŸlar yapıyoruz. Bunu sanki Ä°slam ÅŸehir geleneÄŸinin tecellileri gibi görüyoruz. Necip Fazıl, “yarım oluÅŸlar, gerçek oluÅŸların önündeki engellerdir” der. Bu manada muhafazakâr dokunuÅŸların hem gelenek hem de Ä°slam ÅŸehir geleneÄŸinin önündeki en büyük engellerden olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Dolayısıyla Ä°slam bir ortak hafıza, bir ortak dil, bir hayat nizamı ve dünya görüÅŸü olarak mücessemleÅŸmediÄŸi sürece bize ait bir ÅŸehir fikri de olmayacak.
 
Pratik anlamda karamsarım. Ama teorik anlamda ÅŸehir düÅŸüncesi ve fikriyle ilgili modern ÅŸehir tasavvurunun dışında baÅŸka türlü mekân-zaman tasavvurunun olacağıyla ilgili karamsarlığım yok. Bunun bir süreç olduÄŸunu ve yıllar sonra daha farklı insanların olacağını tahmin ediyorum. Modernizmin ve bunun bizdeki tezahürü olan muhafazakârlığın ciddi anlamda sorgulandığı bir sürece giriyoruz.
 
 
Batılı ÅŸehirler, zamansız ve mekânız ÅŸehirlerdir.
 
Ä°slam ÅŸehirleri ile batı ÅŸehirleri arasındaki kıyaslama akademik alanlarda pek çok defa konuÅŸuldu ve yazıldı. Günümüzde hala kıyaslamalar ve tartışmalar devam ediyor. Sizden karşılaÅŸtırmanızı istemeyeceÄŸim. Fakat sizce Ä°slam ÅŸehirlerinde ve batı ÅŸehirlerinde en iyi yaÅŸanabilecek ÅŸehirler nerelerdir ve neden bu ÅŸehirlerde yaÅŸanır? 3’er ÅŸehir bizimle paylaÅŸabilir misiniz?
 
ÇoÄŸu batılı ülkeler olmak üzere yaklaşık kırk beÅŸ ülke gezdim. Batı deyince aklıma; Prag, Viyana ve Paris gelir. Bu ÅŸehirler batının idealize edildiÄŸi, gelenekle modernitenin iç içe olduÄŸu ÅŸehirlerdir. En güzel dediÄŸimiz bu batılı ÅŸehirler bile mekânsız ÅŸehirlerdir gerçekte. Çok matematiksel ve mekanik ÅŸehirlerdir. Batıda betonlaÅŸma bizdeki kadar fazla deÄŸil. Buna raÄŸmen batıya gittiÄŸiniz zaman ve geleneksel bir ÅŸehre gitmiÅŸ hissine kapılmanıza raÄŸmen bir Ä°slam ÅŸehriyle mukayese edilemez. Batılı ÅŸehirler, zamansız ve mekânız ÅŸehirlerdir.
 
Ä°slam ÅŸehirlerinde bir numara, her ÅŸeye raÄŸmen, Ä°stanbul’dur. Ä°stanbul, ilk ÅŸehirlerimiz olan Mekke, Medine, Kudüs, Kufe ve BaÄŸdad v.b. ÅŸehirlerin mücessem halidir. Ä°kinci olarak ise bütün yalnızlığına raÄŸmen Kudüs’tür. Üçüncü olarak ise Isfahan’ı söylerim. Ancak bunlar elbette görelidir. Ancak bütün sıralamaları deÄŸiÅŸtirsek de Kudüs ve Ä°stanbul iz ve gösterge olarak istisnadır.
 
Mekke ve Medine maalesef beton yığını haline dönüÅŸüyor. Artık bir ÅŸehir deÄŸiller, maket haline dönüÅŸmüÅŸ durumdalar.
 
Ä°stanbul, Kudüs ve Ä°sfahan tüm Ä°slam fikriyatını ve tarihi tecrübesini temsil eden mekânlardır
 
Ä°stanbul, Kudüs, Ä°sfahan; Ä°slam’ın mekân tasavvurunun ve Ä°slam’ın kelam tasavvurunun mücessem hale geldiÄŸi mekânlardır. Bu üç ÅŸehir, tüm Ä°slam fikriyatını ve düÅŸüncesini temsil eden mekânlar olduÄŸu için diÄŸer ÅŸehirlere göre daha önce çıkıyor benim açımdan.
 
Turgut Cansever’e sorsaydınız ÅŸu üç ÅŸehri söylerdi(belki); Ä°stanbul, Kudüs ve Bursa.
 
Akif Emre’ye sorsaydınız ÅŸu üç ÅŸehri söylerdi(belki); Kurtuba, Gırnata, Mostar.
 
 
Cep telefonlarının yaygınlaÅŸmasıyla ortaya çıkan fotoÄŸraf, görüntü tüketimidir.
 
FotoÄŸraf çekiyorsunuz ve aldığınız ödüller var. Son zamanlarda eline telefonu alan herkes profesyonel fotoÄŸrafçı oluyor. Ayrıca, çektikleri fotoÄŸrafları sosyal medyaya yükleyip özel hayatlarını dışarı vuran bir yaÅŸam tarzları var. Her yerin, her anın, yenilen her ÅŸeyin fotoÄŸrafının çekilip paylaşıldığı bir devirde fotoÄŸraf çekmek sizin için ne ifade ediyor, fotoÄŸraf çekerken yaÅŸadıklarınızı bizimle paylaşır mısınız?
 
Hayatın sanallaÅŸtığı ve dijitalleÅŸtiÄŸi bir çaÄŸda görüntünün böylesine baskın hale gelmesi çok doÄŸal bir sonuçtur. Ancak insanlar görüntü vasıtası ile kendilerini ve karşıdakileri kör ettiklerinin farkında deÄŸiller.
 
Uzun zamandır fotoÄŸraf çekmekle birlikte fotoÄŸrafla alakalı yazılar da yazıyorum. FotoÄŸrafı ben, modern anlamıyla görüntü olarak kabul etmiyorum Benim için fotoÄŸraf, araçsal anlamda bir ifade biçimidir. Bir ÅŸiirle ifade gibi, bir nesirle ifade gibi, bir yazıyla veya müzikle ifade gibi fotoÄŸraf da görünenle ifadedir. BahsettiÄŸim görünen, modernizmin bahsettiÄŸi anlamda bir görüntü deÄŸil. En azından ben fotoÄŸrafla görüntü üretmiyorum. Görüntünün fotoÄŸrafını çekmiyorum. Ben, görüneni yansıtmaya, görünene dikkat çekmeye çalışıyorum. Görünen derken anlatmak istediÄŸim var olanı ve varoluÅŸu fotoÄŸraflamaya çalışmaktır. FotoÄŸrafla ilgili kurgu yapmıyorum, imaj oluÅŸturmuyorum veya görüntü, gösteri ve simülasyon oluÅŸturmuyorum.
 
Modern fotoÄŸraf ve cep telefonlarının yaygınlaÅŸmasıyla ortaya çıkan fotoÄŸraf, görüntü tüketimidir. Hatta görünene perde olan ve görünenin üstünü örten bir görüntü kirliliÄŸidir. FotoÄŸrafı bir görüntü olarak aldığınız zaman size hiçbir ÅŸey göstermez. Hatta görmenizi engeller. Çünkü görüntüler insanın görmesini engeller. Görüntü, sizin neyi göreceÄŸinizi ve sizin neyi görmeniz gerektiÄŸini belirler. EÄŸer görünenin derdindeyseniz görüneni bir sinema filmiyle veya bir fotoÄŸrafla ifade edebilirsiniz. Bu yüzden fotoÄŸraflarımda görüntü üretme veya görüntü elde etme peÅŸinde deÄŸilim. Olanın ve görünenin nasıl göründüÄŸünü farketmeyen insanlara kendi reyim, nazarım ve müÅŸahedemle insanlara anlatmaya çalışıyorum. Görüntü istismarı veya görüntü kirliliÄŸi oluÅŸturmuyorum. Åžu an insanların yaptığı ÅŸey, gösteri çağında insanları körleÅŸtiren bir tüketim olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Ben fotoÄŸraflarımı çekerken görünendeki hali yansıtmaya çalışıyorum.
 
     
 
Evde kaldığımız ÅŸu günlerde bizi takip edenler için kitap önerir misiniz?
 
Ä°hsan FazlıoÄŸlu – Fuzuli Ne Demek Ä°stedi?
 
Akif Emre – Göstergeler
 
Halil Ä°brahim Düzenli – Ä°drak ve Ä°nÅŸa
 
Necip Fazıl – O ve Ben
 
Sezai Karakoç – Yitik Cennet
 
Mustafa Kutlu – Uzun Hikâye
 
      
 
Röportaj:  Mücerret Web sitesi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.