Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan: Biz modernler evde sıkılırız

‘İnsan en çok yaşadığı yere benzer’ demişti biri değil mi? ‘Üst üste yerleştirilmiş kutular’ın zihnimizdeki ilk çağrışımları ‘istif’, ‘benzerlik’ ve ‘sıkışma.’ Bugünkü halimizi tasvir etmek için bu üç kelime yetişir bence. Üst üste istif ediliyoruz, evlerimiz biri birine neredeyse son derece benzer ve hemen hiçbirimiz hem “mekan”a hem de “Mekan”a sığamıyoruz. Yani ev de, dünya da yetmiyor bize.



Fas ve Tunus’ta şimdi çoğu riyad denilen otellere dönüşmüş kadim evleri gördüğümde ‘ev buna benzer işte’ dediğimi hatırlıyorum.
 
Kabaca şöyleler: Daracık bir kapıdan giriyorsunuz. Sizi dört tarafı duvar bir bahçe karşılıyor. Bahçenin ortasında bir minicik havuz var. Çiçek tarhları, yörenin küçüklü büyüklü ağaçları ile bahçe bir cennet tasvirine dönüşüyor. Odalardan birbirine geçiş yok. Bahçe katındaki odalar doğrudan bahçeye, üst katlardaki odalar bir koridora açılıyor. Çatısız son kat ise bir çeşit teras/yaşam alanı olarak kurgulanmış.
 
Benzerlerini Anadolu’daki ‘hayatlı evler’de de gördüğümüz bu yapıları bence ‘tam bir ev’ haline getiren şey şudur: Hem aileye yetecek mahremiyeti kesin olarak temin ediyorlar hem de kendine yetebilen bir şenlik inşa ediyorlar. Yani ‘kendi içinde bir dünya’ böyle evler.
 
Bu burada bir dursun.
 
Türkçe’deki ‘kapı’nın kapanmaktan, Latince’deki ‘port’un açılmaktan neşet ettiğini öğrendiğimde şaşırmamıştım. ‘Mahremiyete doğru kapanmak’ ile ‘dünyaya doğru açılmak’ arasındaki fark aynı zamanda ev tanımımızı da belirliyor. Fakat sorun şurada: Şu an yaşadığımız konutlar hem mahremiyetimizi muhafaza hem de şenliğimizi inşa ediyor mu? Bu sorunun cevabı genellikle hayır… Zira evlerde değil konutlarda yaşıyoruz ve konut, mahremiyet ile neşeyi aynı anda inşa edebileceğiniz bir alan sağlamıyor size. Hatta tek başına mahremiyeti bile sağlamıyor genellikle. Misal, mahremiyetinizi ihlal etmeden gökyüzüne bile bakamıyorsunuz.
 
Bu da burada bir dursun.
 
Meşhur kitap Papalagi’de Samoalı şef, modern insanın evini tarif ederken şöyle söylüyor: Üst üste yerleştirilmiş kutularda yaşıyorlar ve bu kutuların içinde de pek çok kutu inşa ediyorlar.
 
‘İnsan en çok yaşadığı yere benzer’ demişti biri değil mi? ‘Üst üste yerleştirilmiş kutular’ın zihnimizdeki ilk çağrışımları ‘istif’, ‘benzerlik’ ve ‘sıkışma.’ Bugünkü halimizi tasvir etmek için bu üç kelime yetişir bence. Üst üste istif ediliyoruz, evlerimiz biri birine neredeyse son derece benzer ve hemen hiçbirimiz hem “mekan”a hem de “Mekan”a sığamıyoruz. Yani ev de, dünya da yetmiyor bize.
 
Bu da burada bir dursun.
 
Virüs sebebiyle eve kapanmak zorunda kaldığımızda ‘şimdi ne yapacak, ihtiyaç duyduğumuz neşeyi nereden bulacak, kendimizi nasıl eğleyeceğiz?’ sorusu içerisinde zavallılık barındıran bir sorudur. Çünkü bu soru sorulduğu anda cevabın önemsizliğini de ortaya çıkar kendiliğinden.
 
“Pazar gün yağmur yağdığında ne yapacağını bilemeyen insanın imdadına alışveriş merkezleri yetişti” mi demişti başka biri? Sıkı laf bence... İnsanın yaşadığı sıkışmayı bütünüyle izah ediyor hatta. Sıkışıyor ve sıkışıklığımızı başka bir sıkışıklıkla ortadan kaldırmaya çalışıyoruz.
 
Bu da burada bir dursun.
 
‘Evde sıkılmak’, biz modernler için standart bir süreçtir. Çünkü kapımızı içe doğru kapatmakta değil onu dışarı doğru açmakta arıyoruz ‘eğleme’ işini. Artık ahbapları ile akşam yemeklerini bile ‘dışarıda’ organize eden bizler için ev sadece “sıkılmaktan yapılma bir konut”tur; fazlası değil.
 
Acıklı ve yalın gerçek şudur: Elimizdeki kalan neredeyse tek ‘eğleme’ biçimi ‘port’tur artık. ‘Elektrik ve internet bağlantısı varsa sorun yok’ cümlesi sorunun ta kendisi haline gelmiştir ve çok üzgünüm ama covid-19’a şifa önünde sonunda bulunur fakat bu eğleme biçiminin şifası ufukta görünmemektedir.
 
Bu biraz da ‘uğraş’ın hayatımızdan ve evimizden çıkmış olmasıyla ilgilidir.
 
Belki bunu buradan konuşuruz bir başka yazıda.
 
 
Yenişafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.