Yazı Dizisi: Aileyi biz mi yıktık; yoksa onlar mı?
Follow @dusuncemektebi2
Çağın ruhu/dili, zaman ve mekân gerçekliği, ataerkil aileyi geri getirmeyi mümkün kılmadığı gibi mikro aileyi de insani yapamıyor. Tarihi tecrübe göstermiştir ki, aile, temel aidiyet merkezi olmaktan çıktığında yerini ikinci ve üçüncü kuşak (ancak daha yapay) aidiyet alanlarına/ objelerine bırakıyor. Bu yeni aidiyet merkezleri, yeni kimlikler, yeni duygular sunsa da kimliksel, duygusal ve zihinsel parçalanmalara engel olunamıyor.
Ataerkil Aileden Modern Aileye Sorunlar ve Çözümler-1
GiriÅŸ: Olmayanı Tartışmak veya Hayat Kendi GerçekliÄŸini Ä°nÅŸa Ediyor
Hayat, insanın bireysel olarak yapıp ettiklerinden bağımsız olarak dinamik bir ÅŸekilde yoluna devam eder. SavaÅŸlar olur, milyonlarca insan ölür; hayat devam eder. Kuraklık, deprem, sel gibi felaketler yaÅŸanır, yer yerinden oynar; hayat devam eder. Aletler deÄŸiÅŸir, araçlar deÄŸiÅŸir, “teknolojik devrim” yaÅŸanır, ekolojik denge bozulur, mesafeler kısalır, ÅŸehirler kalabalıklaşır, köyler mahalle olur, amaç araca, araç amaca dönüÅŸür, kurallar, alışkanlıklar, örf ve adetler deÄŸiÅŸir; hayat devam eder. Hayat, dinamizminden hiçbir ÅŸey kaybetmeden bir ÅŸekilde yoluna devam eder. Akan bir nehir gibi… Her bebek bu dinamizm içinde gözlerini hayata açar ve kendisinden birkaç gün önce doÄŸan bebekten farklı bir gerçeklikte, aslında farklı bir dünyada kendisine sunulan hayatın içine bırakılır ve o hayatı yaÅŸar.
Her günün kendine göre bir gerçekliÄŸi ve yaÅŸanmışlığı vardır; bu, hayatın gerçekliÄŸidir.
Hayat kendi zaman ve mekân gerçekliÄŸi içerisinde her an kendisini yeniden inÅŸa ederek var olmaya devam eder. Ancak birkaç son on yıldır mekân gerçekliÄŸi ortadan kalkmış gibi görünüyor ki bu durum insanlık tarihi açısından önemli bir kırılma noktasına iÅŸaret ediyor. Mekân gerçekliÄŸinin ortadan kalkması kültürler ve bölgeler arası farklılıkların da ortadan kalkmasına neden oluyor. Farklılıkların ortadan kalkması kültürel zenginliÄŸi ve rekabeti ortadan kaldırdığı gibi tek düze bir hayatı da dayatmış oluyor. Böylece yerel ve bölgelere özgü geleneksel kurumlar, yapılar, kültürler yok oluyor. Hayat doÄŸası gereÄŸi boÅŸluk kabul etmediÄŸi için ortadan kalkanın yerini yenisi, genellikle de güçlünün/egemenin kültürü dolduruyor ve hayat “zamanın ruhuna” teslim oluyor. Elbette hayatın tek tipleÅŸmesi, mekânın devre dışı kalması ve zamanın ruhuna teslim olması kendiliÄŸinden gerçekleÅŸmiyor, bilakis egemen yapının sıkıştırması, zorlaması, var olanı yerinden kazıyıp atması, yerel/bölgesel olanın egemen olan karşısında yetersiz kalması ve zamanın ruhuna ve diline bigâne kalmasıyla mümkün oluyor. Böylece kültürün en temel taÅŸları olan dil ve din de anlamsız ve iÅŸlevsiz hale geliyor.
DeÄŸiÅŸen, iÅŸlevsiz ve anlamsız hale gelen, insanın doÄŸası ve insanlığı/ insan olması ile doÄŸrudan iliÅŸkili olan aile kurumu da yok oluyor veya ÅŸekil deÄŸiÅŸtiriyor, bir ölçüde insan nesli ve geleceÄŸi de tehlikeye giriyor. Küresel köye dönmüÅŸ dünyada geleneksel ailenin varlığını devam ettirmenin fiziki ÅŸartları ortadan kalkmış görünüyor. Geleneksel ailenin, toplumsal pramidin/ toplum yapısının, fiziki ÅŸartların (eÄŸitim, ekonomi, teknoloji, kurumlar, siyaset vs) deÄŸiÅŸmesi nedeniyle modern dönemin ihtiyaçlarına (Bu ihtiyaçların pek çoÄŸunun suni/ üretilmiÅŸ ihtiyaçlar olması sonucu deÄŸiÅŸtirmiyor.) cevap verememesi ailenin baÅŸka bir ÅŸeye dönüÅŸmesine neden oluyor. Yani “yeni bir aile” diyemesek bile, bu dönüÅŸüm “yeni bir evlilik” ÅŸeklinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu yeni durum sadece ailenin yok olmasını deÄŸil, bireysel anlamda her bir insanın da parçalanmasına neden oluyor. Çünkü insan sosyal bir varlık olarak varlığını ancak bir aidiyet duygusu ve bu duygunun oluÅŸturduÄŸu güven ve doygunluÄŸa baÄŸlı olarak devam ettirebiliyor. Bu olmadığında sadece duygusal olarak deÄŸil zihnen hatta bedenen de parçalanıyor, kendisini anlamsız ve iÅŸlevsiz gördüÄŸü için varlığına son veriyor.
Tarihi tecrübe göstermiÅŸtir ki, aile, temel aidiyet merkezi olmaktan çıktığında yerini ikinci ve üçüncü kuÅŸak (ancak daha yapay) aidiyet alanlarına/ objelerine bırakıyor. Böyle bir aidiyet merkezi yoksa bile bireyin kendisi sanal/yapay da olsa böyle bir alan/obje oluÅŸturuyor. Ancak bu yeni aidiyet merkezleri, yeni kimlikler, yeni duygular sunsa da kimliksel, duygusal ve zihinsel parçalanmalara engel olunamıyor.
Aydınlanmacı küresel hegemonyanın gerçekleÅŸtirdiÄŸi zihni dönüÅŸüm ve teknolojik devrim bütün üretim ve iletiÅŸim araçlarını deÄŸiÅŸtirdi; eÅŸya, insan, evren ve varlık konusunda da yeni bir tasavvur ortaya konuldu. Bu durum insanlık tarihindeki en temel kırılma ve dönüÅŸüm anlamına geliyordu. Özellikle son yüz yılda üretim ve iletiÅŸim araçlarındaki geliÅŸme insan zihninin ve hayatının yeniden kurulmasına ve kurgulanmasına neden oldu. Bütün bunlar, insanoÄŸlunun en temel ve kadim kurumu olan aileyi de çok derinden etkiledi ve onu yeni bir ÅŸekle dönüÅŸtürdü, hatta ortadan kaldırdı. “Ortadan kaldırdı” ifadesini bilinçli olarak kullanıyoruz; çünkü bu süreç ailenin daha önceden sahip olduÄŸu tüm iÅŸlev ve imkânını yok etti. Onu sadece bir erkekle bir kadının meÅŸru birlikteliÄŸine indirgedi. Son zamanda bu meÅŸru birliktelik bile gereksiz addedilmeye baÅŸlandı.
Biraz daha açarsak, üretim araçlarının deÄŸiÅŸmesi ve tek tipleÅŸmesi, eÄŸitimin küreselleÅŸmesi, iletiÅŸim araçlarının yaygınlaÅŸması, Batılı düÅŸünme biçiminin ve hayat tarzının genel geçer tek model haline gelmesi, bölgesel ve geleneksel hayat tarzlarını ve düÅŸünme biçimlerini, kültürlerini, örf ve adetlerini ve bunlara dayalı yapıları büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Üretim araçlarının deÄŸiÅŸmesi ÅŸehirleri çekim merkezi haline getirdi. Köylerinde geleneksel usullere göre tarım ve hayvancılık yapan kiÅŸiler, yeni açılan fabrikaların ucuz iÅŸ gücü haline getirildi. BatılılaÅŸmanın/ modernleÅŸmenin taÅŸeronu ve taşıyıcısı durumundaki devlet kurumlarının ve yöneticilerin de gayreti ve yönlendirmesi ile toplumlar kitleler halinde ÅŸehirlere göç etmeye baÅŸladılar. Çünkü tüm bu süreçlerde toplumlarda yeni talep ve beklentiler oluÅŸturulmuÅŸtu. Åžehirler de bu beklentilerin hayata geçirildiÄŸi yerlerdi. Åžehirler ayrıca eÄŸitimin yaygın olduÄŸu ve iletiÅŸim araçlarının etkin olarak kullanıldığı yerlerdi ki buralarda batılı hayat tarzı merkezden kenara doÄŸru her bir bireye en etkili bir biçimde sirayet ediyordu.
Kırsal kesimdeki ataerkil yapıyı ÅŸehirde gerçekleÅŸtirmek mümkün olmadığı için aile buralarda yeni bir ÅŸekle evrildi. Åžehirlerdeki, Türkiye’deki karşılığı ile “gecekondulaÅŸma”, batılı anlamda “gettolaÅŸma” yani köyün kente taşınması, köyün kentin çeperlerinde yeniden kurulması da aileyi bir arada tutmaya yetmedi. Çünkü üretim biçimi deÄŸiÅŸmiÅŸ, hayat da deÄŸiÅŸmiÅŸti. Süreç içerisinde üretim biçiminin deÄŸiÅŸmesi tüketim kültürünü/alışkanlığını da deÄŸiÅŸtirmiÅŸti. Sorun sadece kırsalın üretim biçimi ile ÅŸehrin üretim biçiminin farklı olması deÄŸildi, ihtiyaçlar da birbirinden farklıydı. Köyden kente göçenler için bu yeni bir durumdu. Bu ihtiyaçlar toplumu yeni bir ÅŸekle soktu. Ä°htiyaçlara uygun yeni yapılar ortaya çıktı, yeni kültür biçimleri, gelenek ve görenekler doÄŸdu. Dolayısıyla gelinen süreçte klasik aile sadece Müslüman coÄŸrafyada deÄŸil tüm dünyada tarihe karıştı.
Åžimdi muhafazakâr kesimler ailenin yeni durumunun ortaya çıkardığı yeni sorunlara bakarak ataerkil aile yapısına methiyeler düzmekte, ağıtlar yakmaktadırlar. Burada yakılan ağıtlar kaybedilen ataerkil aileden çok yok olan erkek egemen ruh için olsa gerektir. Oysa temel insani deÄŸerler açısından ve ailenin en temel unsuru olan neslin devamı ve sıhhati noktasından bakıldığında hem modern aile biçiminin hem de ataerkil aile biçiminin sorunlarla dolu olduÄŸu görülür. Çağın ruhu/dili, zaman ve mekân gerçekliÄŸi, ataerkil aileyi geri getirmeyi mümkün kılmadığı gibi mikro aileyi de insani yapamıyor. Sorunları ve olguları kendi gerçekliklerinden kopararak veya zaman ve mekân gerçekliÄŸini göz ardı ederek analiz etmek olanı anlamamıza imkân vermediÄŸi gibi gerçeÄŸi de örtüyor. Çünkü yapılan analizler yaÅŸanılan gerçekliÄŸe karşılık gelmiyor. Bu nedenle yeni bir model önermeden ve bütün bu aile biçimlerinin kusurlarını sayıp dökmeden önce bu aile yapılarını kendi gerçekliklerinde tanımak, tanımlamak gerekir.
Devam Edecek…
Müellif: Mehmet YaÅŸar Soyalan / Not: Bu Makale, Yetkin DüÅŸünce Dergisi'nin (2020 Ocak - Mart ) 9. Sayısında Yayınlanmıştır
Henüz yorum yapılmamış.