Sosyal Medya

Önemli Şahsiyetler

Osmanlı'nın kuruluşunu aydınlatan kandil: Şeyh Edebali

Kimdir Edebâlî? Osmanlı’ya nasıl bir ruh katmıştır ki¸ onun adını anmadan bu devleti kuran değerleri ve unsurları anlayabilmek mümkün olmuyor. Dilerseniz önce¸ kısa bir biyografik malumat verelim.



Yaklaşık altı buçuk asır hüküm süren ve sadece Türk tarihine deÄŸil dünya tarihine damgasını vuran Osmanlı Devleti¸ bir aÅŸiretten cihan devletine uzanmış büyük bir yapıdır. Osmanlı’yı anlamak bilhassa kuruluÅŸ devrini iyi tahlil edebilmek için bu yapının siyasî¸ askerî mimarları kadar hatta belki onlardan daha çok manevî mimarlarını da bilmek gerekir.
 
Genel bir kabul olarak benimsenen hususu burada bir kez daha belirtmek gerekir. O da ÅŸudur: Tarihte Osmanlı diye bir devlet var olmuÅŸsa¸ devlet anlayışı itibariyle doÄŸunun ve batının büyük devletleri arasında kendine has bir anlayışı temsil etmiÅŸse burada en büyük pay¸ bu devletin manevî kurucusu olarak bilinen Åžeyh Edebâlî’ye aittir.
 
Kimdir Edebâlî? Osmanlı’ya nasıl bir ruh katmıştır ki¸ onun adını anmadan bu devleti kuran deÄŸerleri ve unsurları anlayabilmek mümkün olmuyor. Dilerseniz önce¸ kısa bir biyografik malumat verelim. Åžeyh Edebâlî¸ muhtemelen 1206’da Karaman’da doÄŸdu. Ä°lk tahsilini burada yaptı. Hocası Necmeddin ez-Zahirî’dir. Daha sonra Åžam’a giderek orada Sadreddin Süleyman ve Cemaleddin el-Hasirî gibi devrin ünlü bilginlerinden tefsir¸ hadis ve fıkıh dersleri aldı.
 
 
Åžeyh Edebali EskiÅŸehir’de
 
Tahsil hayatının bitiminden sonra ülkesine dönen Åžeyh Edebâlî¸ Karaman’da kalmayarak EskiÅŸehir civarına geldi. Buraya baÄŸlı Uludere Köyüne yerleÅŸti. Burada bir zaviye açarak irÅŸad görevine baÅŸladı. Onun bu bölgeye gelmesi elbette belli bir gaye ile ilgiliydi. Selçuklu yıkılmak üzere idi. Osmanlı’nın ise bir uç beyliÄŸi olarak gelip büyümesi söz konusuydu. Bu yüzden bu bölgenin önemini fark eden Selçuklu Sultanı 1. Alaeddin Keykubat¸ Edebâlî’nin bu bölgede manevî bir vazifeyle gelmesini sevinçle karşıladı. Uludere Köyünde Edebâlî’nin Åžeyhi Süleyman Türkmani adına cami¸ medrese¸ hamam gibi vakıflar kurdu.
 
Edebâlî’nin¸ Osmanlı’nın kuruluÅŸu ile ilgili tarihî rolü¸ onun Osman Gazi ile tanışmasıyla baÅŸladı. Bu bölgede tutunmanın¸ büyümenin hangi faktörlerle olacağını çok iyi bilen Osman Gazi¸ Åžeyh Edebâlî ile yakın bir münasebete girdi. Sık sık onu Uludere’deki dergâhında ziyaret ediyor ve tavsiyelerini alıyordu. Hatta ona olan saygısını ifade amacıyla Uludere’den baÅŸka EskiÅŸehir merkezinde de Edebâlî için bir tekke yaptırdı.
 
Edebâlî de bir uç beyi olarak burada bulunan Osman Gazi’nin devlet kuracak bir güce ve özelliÄŸe sahip olduÄŸunu biliyordu. Osman Gazi¸ bileÄŸi ve yüreÄŸi güçlü bir beydi ama sabır¸ basiret gibi bir devlet adamında olması gereken baÅŸka vasıflar konusunda manevî bir öndere muhtaçtı. Ä°ÅŸte bu önder Åžeyh Edebâlî oldu.
 
Bu iki isim arasında daha sonra akrabalık kuruldu. Edebâlî dergâhında görüldüÄŸü o dönem tarihçilerinden nakledilen o meÅŸhur rüyadan sonra Osman Gazi¸ Edebâlî’nin kızı Malhun Hatun’la evlendi. Bu durum¸ Edebâlî’nin beylik üzerinde nüfuzunun daha da artmasını saÄŸladı. Osman Gazi¸ ona Bilecik’te de ayrı bir zaviye açarak onun hizmet ve etki alanını daha da geniÅŸletti.  Osman Gazi ise artık bir damat olarak da Edebâlî’nin manevî eÄŸitiminden daha fazla yararlanmaktaydı.
 
Osmanlı’yı kuran ruh
 
Åžeyh Edebâlî¸ hem bir fakih hem bir mutasavvıftı. Buna aynı zamanda bir ahi oluÅŸunu da eklediÄŸimizde yaptığı ilim¸ irfan çalışmalarıyla hem Osmanlı Devleti’nin ilmî hayatına yön vermiÅŸ hem de devleti fikrî ve manevî temel üzerine oturtarak¸ devletin asırla boyu sürecek ideolojisini ÅŸekillendirmiÅŸti.
 
Konuya daha yakından baktığımızda ise ÅŸunları söyleyebiliriz: Edebâlî¸ Uludere ve Bilecik’teki medresesinde verdiÄŸi derslerle devletin ilk âlim ve arif sınıfının yetiÅŸmesini saÄŸladı. EskiÅŸehir ve Bilecik bölgesinde çok sayıda öÄŸrenci yetiÅŸtirdi. Onun bir fakih yani hukuk adamı olması ise devletin daha kuruluÅŸundan itibaren bir hukuk devleti olma vasfını kazanmasını saÄŸladı. Nitekim kendisi de EskiÅŸehir-Karacahisar’da uç beyliÄŸi olan Osmanlı’nın okunan hutbeyle bağımsız beyliÄŸe dönüÅŸmesinden sonra bu beyliÄŸin ilk kadısı¸ subaşısı ve fetva emini oldu ve beyliÄŸin ilk kanun ve nizamlarını o hazırladı.
 
Åžeyh Edebâlî’nin Osmanlı BeyliÄŸindeki bu mühim konumu devlete ÅŸöyle bir fayda da saÄŸladı. Edebâlî¸ devrinin de meÅŸhur bir fakihi ve sufisi idi. Onun Osmanlı BeyliÄŸine verdiÄŸi destek¸ diÄŸer fakihlerin¸ sufilerin de Osmanlı’ya destek olmaları sonucunu doÄŸurdu. Böylece bir cihan devletinin kurucusu olacak olan Osman Gazi¸ arkasında çok güçlü bir fikrî¸ ilmî ve manevî destek buldu. O da bu durum karşısında bölgesini diÄŸer yerlerde yaÅŸayan bilginlere¸ sufilere ve ahilere açtı. Böylece Osmanlı toprakları¸ bir devlet olabilmenin bu anlamdaki alt yapısını tamamen kurmuÅŸ oldu.
 
 
Edebali bir Ahi yoksa Vefai ÅŸeyhi mi?
 
Burada ahilere özel bir bölüm açmak gerekir. Zira Edebai, kimi tarihçilere göre bir Ahi ÅŸeyhidir. Mesela Ö. Lütfi Barkan, onun “nüfuzlu bir ahi ÅŸeyhi “olduÄŸunu kaydeder. Onun AhiliÄŸin merkezi olan KırÅŸehir’de yaÅŸamış Süleyman Türkmanî ile bir münasebetinin muhtemel olması da bu fikri güçlendirmektedir. Bunu kabul ettiÄŸimizde ÅŸunu da söylememiz gerekiyor. Åžeyh Edebâlî nasıl hukukçu olarak Osmanlı beyliÄŸinin kuruluÅŸunda önemli bir rol üstlenmiÅŸse bir ahi ÅŸeyhi olarak da önemli bir isim durumundandır.  BilindiÄŸi gibi Ahilik, ilk bakışta bir esnaf teÅŸkilatı olarak görünse hizmet alanı eÄŸitimden, mesleki hayata, ticaretten iÅŸ ahlakına, çalışma hayatının düzenlenmesine, siyasetten kültüre kadar çok önemli hizmetler yapmış bir kurumdur. AhiliÄŸin görev alanı kısacası toplumun ihtiyaç duyduÄŸu her konudur. Bütün bu düzenlemelerin Ä°slam anlayışına ve Türk geleneklerine göre tanzimi söz konusu olduÄŸu için Edebâlî’nin tarihi misyonunu bu çerçevede de düÅŸünmek gerekir. Edebâlî’nin de önderleri arasında olduÄŸu ahiler¸ iÅŸte bu temeller üzerine inÅŸa edilmeye baÅŸlayan devletin sosyal ve ekonomik örgütleyicisi oldular. Kurdukları köy ve çiftliklerde yöre halkına hem iÅŸ¸ meslek öÄŸretirlerken bir yandan da onları manevî olarak da yetiÅŸtirerek¸ onların Osmanlı teb’ası olmalarının maddî ve manevî ÅŸartlarını hazırladılar.
 
Kimi tarihçiler ise Åžeyh Edebali’nin bir ahi ÅŸeyhi deÄŸil bir Vefaiye tarikatına baÄŸlı bir ÅŸeyh olduÄŸunu söylerler. Buna göre Edebâlî’nin ilim yolundan sonra memleketine döndüÄŸünde Ebulvefa el-BaÄŸdadi’nin öÄŸretileriyle vücut bulan Vefaiye tarikatına girerek irfan yolunu seçtiÄŸi bundan sonra EskiÅŸehir Uludere köyüne geldiÄŸi bilgisine ulaÅŸmış oluyoruz. Elvan Çelebi Menakıbnamesi’nde de Edebâlî’nin bir Vefaiye ÅŸeyhi olduÄŸu ve Osmanlı’ya halife olarak gönderildiÄŸi belirtilmektedir. Gerçek bunlardan hangisi olursa olsun bu Åžeyh Edebali’nin tarihi misyonu için söylediklerimiz deÄŸiÅŸtirmez. Sonuçta bir ilim ve irfan ehli olarak Osmanlı devletinin manevi kurucusudur.
 
 
Sonuç olarak
 
Osman Gazi¸ büyük bir devlet kurma idealinin insanıydı. Fakat sadece cengâverlikle bu iÅŸ olamaz¸ olsa da bu ÅŸekilde gerçekleÅŸmezdi. Åžeyh Edebâlî ise Selçuklunun akıbetini gören bir feraset ehli olarak Anadolu’nun geleceÄŸini uç beyliklerinde gördü. Bunlar arasında en ümit verici olan Osmanlı BeyliÄŸi topraklarına geldi ve onun beyi Osman Gazi’yi kendine damat yaparak devletin kuruluÅŸunda en önemli rolü oynadı. Osmanlı’nın ilk çeyrek asrını idrak ettikten sonra 1326’da vefat etti. Kabr-i ÅŸerifi Bilecik’tedir. EskiÅŸehir’de de adını taşıyan bir türbesi (makamı) bulunmaktadır.
 
 
Osman Gazi’ye vasiyeti
 
Burada Osmanlı’nın kuruluÅŸ zihniyetini anlamak için Åžeyh Edebali’den Osman Gazi’ye olan öÄŸütlerine-buna vasiyet de diyebiliriz-vasiyetleridir.- de temas etmek gerekir. Zira devletin kurucu ilklerini çok kapsamlı ÅŸekilde ortaya koyan bir metindir bu. Gerçekten böyle bir metin var mıdır yoksa Tarık BuÄŸra’nın “Osmancık” adlı romanından bir alıntı mıdır? Bu ayrı bir tartışma konusu olarak görülebilir. Ne var ki bu bizim açımızdan önemi görünmemektedir. O yüzden bu metni yazımızın sonuna almanın doÄŸru olacağını düÅŸünüyoruz. Vasiyet metni ÅŸöyledir:
 
“Ey OÄŸul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana… Güceniklik bize; gönül almak sana… Suçlamak bize; katlanmak sana… Acizlik bize, yanılgı bize; hoÅŸ görmek sana… Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaÅŸmazlıklar bize; adalet sana… Kötü göz, ÅŸom ağız, haksız yorum bize; bağışlamak sana… Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana… ÜÅŸengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, ÅŸekillendirmek sana…
 
Ey OÄŸul! Yükün ağır, iÅŸin çetin, gücün kıla baÄŸlı, Allâh-û Teâlâ yardımcın olsun. BeyliÄŸini mübarek kılsın. Hakk yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaÅŸlarınız kılıçla, bizim gibi derviÅŸler de düÅŸünce, fikir ve dualarla, bize vaâd edilenin önünü uçmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.
 
OÄŸul!
 
Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelâmlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgârlarında savrulur gidersin, öfken ve nefsin bir olup aklını maÄŸlup eder. Bunun için dâima sabırlı, sebatkâr ve irâdene sahip olasın! Sabır çok önemlidir. Bir bey, sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile baÄŸrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaÅŸasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.
 
Ä°nsanlar vardır, ÅŸafak vaktinde doÄŸar, akÅŸam ezanında ölürler. Dünyâ, senin gözlerinin gördüÄŸü gibi büyük deÄŸildir. Bütün fethedilmemiÅŸ gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyâda inancını kaybedersen, yeÅŸilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! SevildiÄŸin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir.
 
Åžu üç kiÅŸiye; yâni câhiller arasındaki âlime, zengin iken fakir düÅŸene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aÅŸağıdakiler kadar emniyette deÄŸildir. Haklı olduÄŸun mücâdeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiÄŸidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler.
 
En büyük zafer nefsini tanımaktır. DüÅŸman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oÄŸulları ve kardeÅŸleriyle bölüÅŸtüÄŸü ortak malı deÄŸildir. Ülke sâdece idare edene aittir, ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, saÄŸlıklarında devletlerini oÄŸulları ve kardeÅŸleri ırasında bölüÅŸtüler. Bunun içindir ki, yaÅŸayamadılar.
 
 Ä°nsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. KiÅŸi kıpırdamayınca uyuÅŸur. UyuÅŸunca laflamaya baÅŸlar. Laf dedikoduya dönüÅŸür. Dedikodu baÅŸlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düÅŸman olur; düÅŸman ise, canavar kesilir!..
 
KiÅŸinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaÅŸar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuÅŸturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin deÄŸil, bırakmayanın ardından aÄŸlamalı… Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli.
 
Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan HoÅŸlanmam. Yine de, bilirim ki kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniÅŸ yaÅŸatmak için olmalıdır. Hele kiÅŸinin kiÅŸiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey, memleketten öte deÄŸildir. Bir savaÅŸ, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!
 
Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, baÅŸkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın olduÄŸunu bilebilsin. Sevgi dâvanın esası olmalıdır. Sevmek sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez! GeçmiÅŸini bilmeyen, geleceÄŸini de bilemez.
 
Osman! GeçmiÅŸini iyi bil ki, geleceÄŸe saÄŸlam basasın. Nereden geldiÄŸini unutma ki, nereye gideceÄŸini unutmayasın…” (Mehmet Hakan Aslan, Horasan Erenleri, Karakutu yayınları, Ä°stanbul, 2006. s.332-334)
 
 
Müellif: Mustafa Özçelik / Kaynak: Mücerret

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.