Suriye meselesi ve göç sorununun muhtemel geleceği
Follow @dusuncemektebi2
Türkiye ve Rusya açısından askeri gerginliğin ve çatışma sürecinin devamı iki ülkenin refah hanesine kayıp olarak yazıldığından zirveden bir süreliğine sükunet telkini çıkmıştır. İki ülke bir süre daha birbirini tartmaya devam edecektir. Jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik sıkışmışlık, coğrafyanın hesaba katılması ve kazanç düzlemi çeşitlendirilerek aşılmalıdır.
Ülkemiz insanları kadar “göç” kavramına bu kadar aÅŸina topluluklar dünyada az görülmüÅŸtür. Son yüzyıllardaki göç güzergahlarımız arasında yer alan Anadolu, Kuzey Ä°ran, Kafkaslar, Kırım, Balkanlar, Akdeniz havzası düzenli, düzensiz ve sürekli göçler ile ÅŸekillenmiÅŸtir, aslına bakılırsa halen bu durum devam etmektedir. Son 10 yılda Akdeniz havzasının “Arap Baharı” ile göç hareketine ev sahipliÄŸi yapması örnek gösterilebilir. Buna, ülkemize Suriye’den ve Afganistan ile Kafkaslar’dan yönelen göçler eklendiÄŸinde, bölgedeki toplulukların modern anlamda yükselemeyen kolektif bilinçleri, olması gereken “kökleÅŸmeyi” engellemektedir.
Yukarıda kısa da olsa girizgah olarak gözlemini izah ettiÄŸim durum, son bir haftadır ülkemizden Avrupa’ya gitmeye çalışan, -5 Mart 2020 tarihi itibarı ile- yaklaşık 140 bin göçmenin aslında bölgede sonu gelmeyen göç hareketlerine yeni bir halka eklediÄŸini tespit etmeme yöneliktir. Göçmen sayısının tam olarak hangi rakamlara ulaÅŸabileceÄŸi kestirilemese de, Avrupa BirliÄŸi ülkelerinde, Almanya baÅŸta olmak üzere bir bekleyiÅŸ hakimdir. Benim düÅŸüncem, Avrupa BirliÄŸi’nin öngörüsünün göçmen sayısının milyonları bulmayacağı yönünde olduÄŸudur. Bu öngörüme neden olan düÅŸüncem ise; ilk göç dalgası baÅŸladığında ülkemizin kapıları açmadığı 2015 yılından itibaren geçen zaman zarfında, Avrupa BirliÄŸi’nin vaadettiÄŸi miktarda finansal yardımı yapmaması ile birlikte, yaptığı kadarının etkilerini de bilimsel olarak incelemesinden ötürü -gerekli sosyolojik ve istatistik çalışmaların gerçekleÅŸtirilmiÅŸ olası neticesinde-, göç edebilecek Suriyelilerin oranını belirlemiÅŸ olmasıdır. Ülkemizin uyguladığı sosyal politikalar neticesinde, Merkezi Yönetim Bütçe’sine yaptığı dinamik yükü bir kenera bırakırsak, Suriye’den ülkemize göç eden yaklaşık 4 milyon kadar göçmenin belki de Avrupa’da hemen eriÅŸemeyeceÄŸi bir refah seviyesinde bulunuyor olmasıdır. Bu kesim büyük ölçüde çocuklu ailelerden oluÅŸmaktadır ki, Avrupa’nın içlerinde eÄŸer göç ederlerse onları bekleyen yaklaşık 4 asırdır demlene demlene meydana getirilmiÅŸ kurallar bütünü vardır.
Zorlayıcı sebepler
Elde edilecek ekonomik refah ile Avrupa’nın her türlü kurallar çerçevesine uymak için harcanacak efor kıyaslandığında, özellikle çocuklu ailelerden oluÅŸan Suriyeli göçmenlerin ülkemizde kalmaya devam etmesi ekonomik açıdan ve onlar için daha rasyoneldir. Ekonomik refah açısından deÄŸerlendirdiÄŸimiz göç hareketini daha genel bir perspektiften deÄŸerlendirmek istiyorum. Ä°nsan toplukluklarını göç hareketine sevk eden çeÅŸitli sebepler mevcutturlar. Bunları zorlayıcı ve zorlayıcı-olmayan sebepler olarak sınıflandırabiliriz. i.) Zorlayıcı sebepler devlet ya da merkezi otorite kaynaklı sebepler olmakla birlikte, ii.) zorlayıcı-olmayan sebepler refah temelli teÅŸvik edici-cezbedici unsurlardan meydana gelmektedir. Zorlayıcı sebepler göz önüne alındığında, ilgili fiziki coÄŸrafyada yer alan merkezi otoritenin jeopolitik yaklaşımları temelde yer almaktadır. Bu jeopolitik yaklaşımlar, bölüÅŸüm problemini tarihin akışı içerisinde mezhepsel, etnik, savaÅŸ gibi ikincil sebepleri ön plana taşıyacak ÅŸekilde de tezahür etmektedir/ yansımaktadır. Bu göç hareketleri bazı dönemlerde sürgün olarak da nitelendirilebilecek olaylara kadar gitmiÅŸtir. Mezhepsel, etnik ve savaÅŸ ÅŸeklinde tezahür eden ikincil sebeplerle baÅŸlatılan göç hareketlerine yukarıda bahsi geçen coÄŸrafi hatlarda birçok zaman diliminde sayısız örnek bulabiliriz. Bu bölüÅŸüm problemleri bazen de tabii felaketlerin akabinde kendini göstermiÅŸtir. Öte yandan, zorlayıcı-olmayan sebepler olarak sınıflandırabileceklerimiz de ekonomi kökenli olmakla birlikte, merkezi otoritenin zorlaması deÄŸil, teÅŸviki ile meydana gelen göç akımlarıdır. 1960’larda ülkemizden Almanya’ya olan iÅŸçi göç hareketi ya da ABD’nin kuruluÅŸunu müteakip, bu ülkeye, ihtiyaç duyulan fikirsel ve iÅŸgücü geliÅŸimi neticesinde Avrupa baÅŸta olmak üzere, dünyanın çeÅŸitli bölgelerinden akan göçler gibi. Bu ikinci tip göç hareketleri beÅŸeri sermaye akışı yarattığı için, göç alan ülke “lehine” geliÅŸmelere yol açmıştır. Lehine-aleyhine ÅŸeklinde bir tanımlama kullanmaya baÅŸladığım için, yukarıda Suriyeli aileleri örnek gösterdiÄŸim ÅŸekli ile ikinci bir sınıflandırmaya ihtiyaç duymaktayım. Åžöyle ki, göç eden topluluklar gittikleri menzil ülkeye kendi kurallar bütününü götürüp, belirli bir uzlaşı seviyesinde o ülkede yeni kurallar mı meydana getirmekteler? Yoksa, kendi kurallar bütününü bir kenara bırakıp, gittikleri ülkenin kurallar bütününe mi uymaktalar? Burada kurallar bütününü ortak hukuki yaÅŸam olarak düÅŸünüyorum, kültürel akışı ÅŸimdilik ele almıyorum. Bu iki durum bize, göçlerin aslında bazı koÅŸullar altında göç kabul eden ülke lehine ekonomik, sosyolojik ve refah açısından kazanımlar yaratabileceÄŸini göstermektedir.
Refaha yönelik göç
O halde ÅŸöyle bir soru sorabilirim: Ülkemizin son yıllarda ve hatta son haftada karşılaÅŸtığı göç hareketi yukarıda yaptığım sınıflandırmadan hangisi içinde düÅŸünülebilir? Suriye’deki insanlık dışı dram neticesinde zorlayıcı olarak nitelendirilebilecek 7-8 yıllık göç hareketi son günlerde zorlayıcı-olmayan, refaha yöenlik teÅŸvik-edici niteliÄŸe de bürünmüÅŸ, ülkemiz Orta Asya ülkeleri üzerinden gelen akışa da ev sahipliÄŸi yapmaktadır. EÄŸer ülkemiz sanayisi baÅŸta olmak üzere, ekonomik sektörel yapısı bu göç akışı ile taşınabilen ehil-iÅŸgücüne ihtiyaç duyabilecek, ona üretim ortamı çerçevesinde evsahipliÄŸi yapabilecek yapıda ise gelen insan kitlesi hepimizin refahı için olumlu katkılarda bulunabilir, dahası kalıcı olur. Aksi takdirde ne olur?
Bu soruyu yanıtlamak için, hepimizin gözlemlediÄŸi zorlayıcı sebep olan, Ä°dlib’deki jeopolitik, jeostratejik, jeoekonomik ve artık tüm bu boyutların izdüÅŸümü olarak görünür olan askeri gerginliÄŸe eÄŸilmemiz gerekecektir.
11 Åžubat 2020’de Rusya gözetiminde Suriye tarafından baÅŸlatılan yeni dönem askeri gerginlik, geçen hafta 34 mehmetçiÄŸimizin ÅŸehit edilmesi ile farklı bir noktaya taşınmıştır. NATO’nun bir üyesi olarak, NATO kapsamında nasıl bir destek alabileceÄŸimize dair karşılıklı istiÅŸareler yapılmış; ABD BaÅŸkanı ile doÄŸrudan temas halinde bulunularak Patriot hava savunma sistemleri tekrar talep edilmiÅŸtir. ABD Suriye özel temsilcisi ve heyeti bölgede temas kararı almıştır. Bunun akabinde 2 Mart 2020 Pazartesi günü, Milli Savunma Bakanlığımız tarafından askeri hareketliliÄŸimize dair “Bahar Kalkanı” tanımlaması kullanılarak, artık Suriye-Ä°dlib coÄŸrafyası özelinde çok devletli mücadelede yeni bir faza geçildiÄŸi ilan edilmiÅŸtir ve sınır kapılarımız göç akışına müsade edilerek açılmıştır. Bu yeni aÅŸama, rejim askerleri ile artan sıcak çatışmalar anlamına gelmektedir. Bakanlığımızın açıklamaları dikkatle incelendiÄŸi zaman, ordumuza yönelik gerçekleÅŸtirilen menfur saldırılarda Rus kuvvetlerinin doÄŸrudan dahli olmadığı bilgisi ile rejim askerlerinin sorumlu tutulduÄŸu gözlemlenmektedir. Artan askeri gerginlik, 5 Mart 2020 tarihinde ülkemiz ve Rus hükümetlerinin en üst düzeyde görüÅŸmesi ile kısa süreliÄŸine dondurulmuÅŸ bulunmaktadır.
Yukarıda zaman akışı verilen sürece, tarafların jeostratejik, jeopolitik ve jeoekonomik çerçevesini göz önüne alarak baktığımda:
• ABD açısından ele alındığında: Türkiye-Rusya-Ä°ran bölgesel güç-pivot ülkeleri kümesinin orta-uzun dönem toplam kazançlarının minimize edilmesi en büyük getiriyi saÄŸlamaktadır. Dolayısı ile Kuzey Afrika’da, DoÄŸu Akdeniz MEB’de, Karedeniz’de Ukrayna ve Kırım’da Türkiye-Rusya karşı karşıya strateji geliÅŸtirmekte iken Kafkaslar’da, Ä°dlib’de Türkiye-Rusya-Ä°ran aynı kazanç uzayında karşı karşıya gelmektedirler. Lübnan’da ise ABD-Ä°srail-Ä°ran karşılıklı yer almaktadır. ABD, Ä°ranlı generali suikast ile ortadan kaldırarak Lübnan-Ä°ran baÄŸlantısı kesmek yönünde adım atmıştır, fiziksel baÄŸlantısını kesmek açısından da PYD/YPG yi hem Suriye hem de Irak’ta kullanacaktır.
• Rusya açısından ele alındığında ise, ABD ile örtük de olsa Fırat’ın doÄŸusu konusunda mutabık kalındığı anlaşılmaktadır. Fırat’ın doÄŸusunda, sınırımızdan 30 km derinliÄŸe yerleÅŸtirilen PYD, YPG gibi terör örgütü silahlı toplulukların varlığı ve iÅŸlevselliÄŸi konusunda da mutabık kaldıkları anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, Rus ve ABD askerlerinin konuÅŸlandığı hatlara bakıldığında, iki ülke arasında enerji kaynaklarına ek olarak Fırat’ın doÄŸusunda su kaynaklarının-tarım topraklarının dağılımının da kararlaÅŸtırıldığı düÅŸünülebilir. 2040 yılı itibarı ile dünyada ve bölgemizde su kıtlığı yaÅŸanacağının BirleÅŸmiÅŸ Milletler raporlarına yansıdığını da hatırlatmak isterim. Rejim askerlerinin Suriye’nin güneyine henüz güçlü harekat yapmamış olması, baÅŸka bir deyiÅŸle Ä°srail’in Golan tepelerine dair askeri, ABD’nin de siyasi hamlesi göz önüne alındığında, Rusya’nın Suriye’nin geleceÄŸinde mevcut Esad hükümetine belli bir süre yer verebileceÄŸi gibi, ilk etapta Suriye’nin daha sonra da Irak’ın siyasi coÄŸrafya açısından üçe ayrılabileceÄŸini göz önüne alarak orta-uzun dönem planlarını hazırladığı kuvvetle muhtemeldir. Dolayısı ile Rusya nazarında da askeri harekat süreci aslında kapanmış; Suriye ile Irak’ın nasıl bir siyasi yapıya kavuÅŸacağı düÅŸüncesi “satın alınmaktadır”. Bu plan ve gerçekleÅŸmesi arasındaki baÄŸlantı ise ülkemizin bu siyasi konfigürasyona razı olması, ya da razı olmaya zorlanmasından gerçmektedir. DoÄŸu Akdeniz MEB’de Mısır, Yunanistan, GKRY ile ülkemizin kazancının aleyhine strateji geliÅŸtireceÄŸini, buradaki kazancı ile olası Ä°dlib ve/veya Libya kaybını dengelemeyi planladığını düÅŸünmekteyim. Bununla birlikte Ä°dlib’de askeri sürecin bir an evvel siyasi sürece evrilmesini istemektedir. Ancak burada Türkiye’nin rolü vardır.
• Ülkemiz açısından bakıldığında, askeri açıdan milli güvenliÄŸimize tehdit olarak düÅŸünülen Ä°dlib sorunu aynı zamanda sosyal açıdan da bir tehdit oluÅŸturmaktadır. Kontrolsüz ve düzensiz göç akışının engellenmesi gerekmektedir. Bunun için Ä°dlib’de oluÅŸturulabilecek bir uçuÅŸa yasak bölge konusunda uzlaÅŸmaya açık olduÄŸumuz anlaşılmaktadır. Ayrıca, Suriye ve Irak’ın üçe bölünme riskine karşı da Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekatlarının kazanımlarına ek olarak Ä°dlib’de de onları destekleyici bir kazanıma ihtiyaç bulunmaktadır. Buna mukabil, DoÄŸu Akdeniz MEB konusunda yalnız kalma ihtimaline karşı acilen bir taktik ortaklık geliÅŸtirilmesi gerekmektedir. Rusya’nın Libya konusunda Ä°dlib’i dengeleyici taleplerine karşı da hazırlıklı olunmalıdır.
Önümüzdeki dönem ajandası
Genel hatları ile çerçevesini verdiÄŸim son bir aylık sürecin 5 Mart 2020 akÅŸamı iki ülke arasındaki en üst düzey temas neticesinde hangi düzleme evrileceÄŸine dair deÄŸerlendirmemi de buraya not etmek istiyorum. AkÅŸam saatlerinde gerçekleÅŸen görüÅŸmede önümüzdeki dönem ajandasında sadece Ä°dlib’in deÄŸil, Libya, DoÄŸu Akdeniz MEB, Fırat’ın doÄŸusu ve Karadeniz’in kuzeyinin olduÄŸu aÅŸikardır. Rusya, ülkemiz ile Suriye topraklarında orta-uzun dönemli bir askeri gerginliÄŸi ve de çatışmalar zincirini kaldırabilecek ekonomik, kültürel, askeri lojistik imkanlarından yoksundur. Bu sebepten ötürü ilk amacı, siyasi çözüme açılan yolları yani Soçi ve Astana zirvesi kararlarını revize eden bir kısmi hareketsizlik konusunda uzlaÅŸma teklifi-arayışı olmuÅŸtur. Rusya ile benzer ÅŸekilde, her ne kadar ekonomik olarak ülkemizin uzun dönemli askeri çözümleri sürdürme zorluÄŸu olsa da, hükümetimizin bu sorunu milli sınırlarımıza tehdit olarak görmesinden ötürü, risk iÅŸtahı görece olarak daha yüksek, askeri lojistik imkanları daha fazladır. Rusya’nın askeri donanım açısından daha güçlü olduÄŸu iddia edilse de, hiç arzu edilmediÄŸi halde ülkemizin yalnız ve yalnız askeri çözümü göze alması eÄŸer vaki olursa: Rusya’nın güçlü gibi görünen askeri lojistik imkanları (uçak gemisi ve hava üssü) ne pahasına olursa olsun hedef alınabileceÄŸi için, aslında askeri süreç Rusya açısından sürdürülemez bir süreçtir. Türkiye ve Rusya açısından, ikisini birden ele alarak bakıldığında askeri gerginliÄŸin ve çatışma sürecinin devamı iki ülkenin refah hanesine kayıp olarak yazılmakta olduÄŸu için; söz konusu zirveden bir süreliÄŸine sükunet telkini çıkmıştır, iki ülke bir süre daha birbirini tartmaya devam edecektir. Burada önerim, jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik sıkışmışlığın hesaba katılan coÄŸrafya ve kazanç düzlemi çeÅŸitlendirilerek aşılması gerektiÄŸidir. Aksi takdirde, geçici sükunet durumunun ani bir çatışmaya dönüÅŸmesi çok kolaydır, düÅŸürülen Rus uçağını hatırlamamız bunu görmemiz için yeterlidir.
Müellif: Doç. Dr. Ata Özkaya (Galatasaray Üniversitesi) / Kaynak: Star Açık GörüÅŸ
Henüz yorum yapılmamış.